Bu yazımızda Mart 2021’de hayatını kaybeden ve büyük bir Anadolu sevdalısı olduğu belirtilen Claude Brixhe’nin (1933 – 2021) anısına ithafenFransız “Ecole Normale Superieure” okulunun tarih bölümü öğretim görevlisi Julien Zurbach tarafından kaleme alınan “1908’de Bir Frigya Gezisi” başlıklı1 yazıdan bahsedeceğiz.
Claude Brixhe bir Fransız dilbilimcidir. Aynı zamanda Fransa’daki NancyÜniversitesi’nin fahri profesörü de olan Brixhe’nin araştırma alanlarını antik ve modern Yunan lehçeleri, Koine Yunancası, Yunan alfabesinin tarihi ve Anadolu dilleri (özellikle Frigçe) içeriyordu.2
Julien Zurbach 1908’de Bir Frigya Gezisi başlıklı yazısında arkeolog Theodor Wiegand (1864-1936)ve karısı Marie Wiegand’ın (1876-1960)Haziran 1908’debirlikte çıktıkları Frigya gezisinden bahsetmektedir. Marie Wiegand (von Siemens) o yıllarda demiryolu imtiyazlarının alınmasında büyük rol oynayan bankacı Georg von Siemens’in kızıydı ve Theodor Wiegand ile evliydi.
Kocası Theodor Wiegand ise, Batı Anadolu’da Priene, Didim, Milet ve Bergama gibi önemli antik kentlerde kazılar yaptı. Priene’de Hans Shrader ile birlikte Zeus Tapınağı’nı ortaya çıkardı. Milet’te 15 yıl boyunca sürdürdüğü kazılarda 2. yy’da yapılmış 15.000 kişilik tiyatroyu temizleyerek güney agorasını ortaya çıkardı. Agoranın anıtsal kapısı Berlin’e götürülerek Bergama Müzesi’nde yeniden kurdu. Bergama’daki kazılarda Serapis Tapınağı’nı, Asklepeion olarak bilinen sağlık merkezindeki tapınakları ve buraya giden kutsal yolu ortaya çıkardı.3
Haziran 1908’de arkeolog Theodor Wiegand’a yeni inşa edilen Haydarpaşa-Konya Demiryolu güzergâhında seyahat edecek gezginler için hazırlanacak olan seyahat rehberinin arkeolojik bölümünü yazması teklif edilir. O da bu teklifi kabul eder.Karısı Marie Wiegand bu seyahatin Frigya bölümüne ilişkin gördüklerini ve yaşadıklarını o sıralarda İstanbul Arnavutköy’de oturan annesine gönderdiği mektuplarla anlatır. Çıktıkları seyahatlere ilişkin bu mektuplar daha sonra Almanya’da “Son çeyrekte hilal- Theodor ve Marie Wiegand 1895’ten 1918’e kadar eski Türkiye’den mektuplar ve seyahat günlükleri” adıyla yayınlanır.4
Yazar Julien Zurbach, burada adı geçen ve Afyonkarahisar’ın kuzeyinde bulunan Frig mezarlarının iyi bilinmekte olduğunu, “Midas Şehri” olarak anılan yerin de buna dahil olduğunu, özellikle 1936’dan itibaren İstanbul’daki Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün ilk müdürü olan Albert Gabriel tarafından bu bölgede önemli çalışmalar yapılmış olduğu söylüyor.
Şimdi gelelim 1908 Haziran ayında çıkılan Frigya seyahatine… Seyahate ilişkin bilgileriMarie Wiegand tarafındanannesine gönderilen 25 Haziran 1908 tarihli mektuptan öğreniyoruz:
1908’de Bir Frigya Gezisi
İki gündür dönüş yolundayız.Çocukların coşkusu ve soruları ile karşılandık. Şimdi size bu oldukça sıra dışı geziyi anlatabilirim. Eskişehir’de bir geceleme ile önce Konya’ya gittik. Bütün yayla birkaç hafta süren kuraklığın kurbanı oldu. Tarlalar iki arşın yüksekliğinde bile değildi ki, daha başaklar çimlerden çıkmadan önce çoktan sararmaya başlamışlardı. Köylüler başta olmak üzere tüm Türkler haftalardır tarlalarda namaz kılıyor ve dua ediyordu. Her yerde yüksek fiyatların bu yıl gerçek bir kıtlığa neden olacağından korkuluyordu. Yaylaya çıktığımız gün hava karardı ve serinledi. Akşama doğru Eskişehir’in üzerine şiddetli bir yağmur yağmaya başladı ve bütün gece devam etti. Ertesi gün Konya’ya doğru yola çıktığımızda, mutlu yüzler ve manzaranın daha berrak yeşilliği karşısında sevinerek, küçük otelimize ve ardından trene gitmek için büyük çamurlu su birikintilerini geçmek zorunda kaldık. Yol boyunca, istasyonların çevresine dikilen ağaçlar güzel bir boyuta ulaşmış, her şey derli toplu ve düzenli görünüyor. Eskişehir, atölyeleri ve lokomotif depolarıyla iç kesimlerde büyük ses getiriyor. Sık sık babamın bu ilerlemeye sevineceğini düşünmüşümdür. Konya Gar’da güzel bir otel var. Orada bu koca ovanın sulanması ya da demiryolu hattının devamı için çalışan canlı bir kalabalığın geliş gidişinden başka bir şey yoktu. Orada iki gün kaldık, bu da bize bir mühendis eşliğinde çalışmaların başladığı yerleri gezip orada hangi eski eserlerin bulunduğunu incelememizi sağladı. (Yolculuk Afyon ve Ayazin’e doğru devam eder.)
Dönüş gece yarısı, bulutlarla kaplı olan gökyüzüne endişeli bakışlarla yapıldı. Çünkü ertesi gün at sırtında, trenden ve medeni bölge denen yerlerden uzakta devam etmek gerekecekti. Geceyi bu yolculuk için demiryolu şirketinin sağladığı bir servis vagonunda ıssız yerlerde geçirdik. Bu uzak istasyonda kesinlikle hiçbir şey yok. Son ekmeğimizi de bir gece önce aç köpeklere verdiğimiz için ertesi gün geçeceğimiz köylere güvenerek sadece yanımızda olan reçellerin bir kısmını yedik. Sabah serin ve bulutluydu. Biraz kargaşadan sonra tüm kafile yola çıktı. Theo, ben, papaz (yanlarında gelen Eskişehirli Alman Papaz), Alman hizmetkârımız Albert, bir jandarma, rehber olarak bir Türk köylüsü ve yatakları, çadırları, aletleri (fotoğraf ve ölçüm aletleri)vb. taşıyan iki yük atı. Çok güzel bir kafile! Çok zorlanmadan küçük, nemli bir nehir yatağını takip ettik ve burada birkaç ibibik kuşu gördük. Hala yavaş bir tırısta (Tırıs: Atın kısa adımlarla yürüyüş şekli.), Arslantaş yakınlarındaki (Afyon’un kuzeyi) ilk Frig kral mezarına vardık. Yerden en az 5 metre yükseklikte, sarp kayalarla çevrili, yalnız, vahşi ve bir tarafında küçük bir girişin üzerinde alçak kabartmalı iki büyük aslan orada duruyor. Oradan diğer benzer cephelere geçildi. Hepsinin mezar odası yoktu ve bu yüzden bazen sadece süsleme amaçlıydılar. Giriş yeri daha sonra basitçe düz bir yüzey olarak yapıldı ve ayrıca kayanın tüm yüzeyi çok iyi düzleştirildi, neredeyse cilalandı ve aradan geçen yüzyıllar boyunca siyah veya gri renk aldı. Yarı gömülü, kabartmalarla kaplı bir tane daha, alınlığın ötesindeki odanın girişi,depremle kırılan büyük blokların dağıldığı yerde bir aslan figürü olduğunu tahmin etmenizi sağlar.
Her zaman, ağır meşe ağacından yapılmış sağlam tekerlekleri olan çok özel küçük öküz arabalarından oluşan uzun kervanların önünden geçerek, uzun çam ormanları boyunca yavaş bir tırısla yola çıkarız. Uzaktan orijinal sesleri çoğunlukla çanların düzensiz çalması gibiydi. Bazen de vahşi hayvanlar gibiydi. Onlarla tanıştığımızda, bu arabalar her zaman birkaç gün süren yolculuklarda trenle taşıdığımız güzel kalın ağaç gövdeleri veya kalaslarla yüklüydü. Günde üç saatten fazla ilerlemiyoruz, sonra hayvanları çözüyoruz, otlatıyoruz. Herkes yaklaşan akşam karanlığından sonra kendisini kolayca büyük istilalar sırasında hayal edebiliyor. Arabalarla çember oluşturuyoruz. İnsanlar bir odun ateşinin etrafında toplanıyor. Bu bölgedeki ahşabın inanılmaz zenginliği ve yakın zamana kadar başka bir kültürün yokluğu, birçok alışkanlık ve gelenekte hala görülebilmektedir. Kuyulardaki büyük kovalar bir ağacın gövdesioyulmak suretiyleyekpare yapılmış; işçilerin tarlalara götürdüğü ve her arabadan sarkan sürahiler de bir ahşap parçasından oyulmuş, çift kulplu, boyunlu ve ağızlı, sadece alt kısmı kök ağacından eklenmiş. Evler büyük ve yuvarlak kerestelerden yapılmıştır.Aralarındaki yalıtımları yosun veya kil ile kapatılmış ahşap çatıları vardır. Öyle ki insan kendini en ücra Alp vadilerinde sanır. Tarlaların sınırları bile devasa ağaç gövdelerindendir. Bu nedenle, yuvarlanmamaları için gövdelerinde birkaç dal bırakılır. Bu bacaklı canavar türleri patikalar boyunca sıralanırlar. Daha vahşi olamayacak bir manzara hayal etmelisiniz. Dağlar ve vadiler, çayırlar ve tarlalar, yüksek birincil orman, yer yer çoktan temizlenmiş. Burada kuleleri ve duvarları olan eski kaleler gibi tam uzunlukta, belirsiz şekillerle geniş bir çadır kampı gibi kar gibi bembeyaz kayalar yükseliyor. Burada canavarlar geviş getiriyorlar. At sırtında saatler geçirdik ve sonra birkaç geçici bıçkıhanenin olduğu bir vadiye indik. Su oraya içi boş ağaç gövdeleriyle gelir ve varış hunisini yeterince yükseğe koymak için, çocukların tahta küplerden yaptığı gibi bir iskele kurulur. Ama bu iskele on metre yüksekliğinde…
Sonunda küçük bir öğle yemeği molası verdik ama ekmeksiz, çünkü geçtiğimiz köylerde ekmek yoktu. İnsanlar orada akşamları sadece birkaç pide pişiriyor. Hepsi siyah ve küllerinden çıkar çıkmaz sıcak olarak yeniyor. Geceyi geçireceğimiz en yüksek köy olan Yazılıkaya’ya ancak günbatımında vardık. Burası kayaların eteğinde, yaklaşık 1400 m yükseklikte bir Çerkez köyüdür. Bu insanlar buralara daha yeni geldiler ve hala Kafkas kıyafetleri giyiyorlar. Şimdi Frig kraliyet mezarlarının en güzeli olan Midas’ın hemen altındaki kütükten yapılmış kulübelerinde yaşıyorlar. Girişte ilk önce köyün köpekleri üzerimize atladı ve atları ürküttüler. Bu durum ahalinin dikkatini çekti. Köyün ileri gelenleri gelip bizi selamladı. Çocuklar etrafımızı sardı. Gün batımından sonra kalmak için köye gittiğimizde hanın sahibi odayı süpürüyor ve ateşi yakıyordu. Burası köye ait olan ve ziyaretçileri ağırlamak için kullanılan küçük bir odaydı.5Böylece önce yanımızda getirdiğimiz çadırı yandaki evin çim kaplı düz çatısına kurduk. Ama hava çok soğuktu. Çadır iyi havalandırılmıştı ve daha sıcak tutsun diye battaniyeler verilmişti. Köyodasındayere oturduktan sonra odun ateşinin etrafında akşam yemeğimizi yedik.Daha sonra, Küçük Asya’nın korkunç hayvanları bizi ziyaret etmeden, yatakları içeri aldık. Çadırı geride bıraktık.Dördümüz o küçük odada sabaha kadar mışıl mışıl uyuduk. O akşam köylülerden ikisi endişeli bir tavırla tekrar geldiler. Girişte ayakkabılarını çıkardıktan sonra aramıza girdiler. Konuşma daha sonra olabildiğince iyi bir Türkçe ile yapıldı. Arada Çerkez’in biri bir sigara sardı, sonra bir tane daha, yalayarak kapattı ve iki beyefendiye tek kelime etmeden onları fırlattı. Sabah bizi uyandıran ise ineklerdi. Çünkü odamızın altında ahır vardı ve onları dışarı çıkarıyorlardı.
O sabahönce Midas’ın mezarına geri gittik. Sonra oradan çok uzak olmayan, aynı derecede güzel ama daha az büyük olan başka bir mezara, sonra merdivenleri ve kayaya oyulmuş sunakları, tahtları ve pek çok garip şeyiyle akropoldeydik. Hepsi dikkatlice fotoğraflanmıştır. Saat sekizde, trene başka bir yoldan dönmek için yine yavaş bir yürüyüş halinde at sırtındaydık. Hala birkaç mezar vardı. Özellikle çok sevimli olan, kayaya küçük bir tapınak gibi oyulmuş, bir giriş odası ve güzel bir başlığı olan… Çerkez ev sahibimiz bir süre bizimle birlikte at sürdü. Bize iyi bir rehberlik yaptı. Sonra saatlerce yukarı ve aşağı, dağın içinden, genellikle çok dik patikalarda ve yüksek, vahşi bir ormanda, güzel dağ manzaralı yürüyüşümüze devam ettik. Bir noktada harabelerle kaplı geniş bir çayıra geldik ve yakından bakarsanız, duvarları ve sokaklarıyla bütün bir antik kent vardı… Sonra atları yönlendirmek zorunda kaldık. Patika, kayaların arasından çok dik iniyordu. Çerkez jandarma bizi acele ettirdi. Çünkü güneş batmak üzereydi ve yol hala uzundu. Sonraki bir buçuk saat boyunca, yine at sırtında, yorgun ve sessiz, tarlalar ve bataklıklar arasından, yüksek kayalar boyunca at sürdük. Böylece loş yıldız ışığında, aslanları ayakta duran son mezarın yanından geçtik. Her iki tarafında daha da korkutucuydu. Kayaların siluetlerikuşlar, ejderhalar gibi her türden hayvan başta olmak üzere her türlü şekle büründü. Ama onları geçerek çoban ateşi değil, geceyi geçirmek istediğimiz köyün ateşlerini aradık. Sessizce ve yavaşça uyuyan köyü geçip istasyona gittik. Burada sıcak vagonumuz bizi bekliyordu. Köyden istasyona giden yol gerçekten uzun görünüyordu! Ertesi gün tembelce bir kahvaltı ve bir dinlenme günüydü. Ardından köydeki Selçuklu hanını ve istasyon şefinin bize gösterdiği bazı dikkat çekici mezar anıtlarını görmeye gittik. Öğleden sonra, posta treni geldi. Bizim vagonumuzu da alarak Kütahya’ya götürdü.
Dip Not:
1Julien Zurbach, à propos de Un tour en Phrygie en 1908, in: Actualitésdes études anciennes, ISSN format électronique: 2492.864X, 02/09/2021,
https://reainfo.hypotheses.org/23190.
2https://en.wikipedia.org/wiki/Claude_Brixhe, Erişim:21.05.2023
3Wiegand, Theodor (1864-1936)” Sosyolojisi.com sitesi “Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi”, Erişim: 21.05.2023
4Gerhard Wiegand, “Halbmond im letzten Viertel, Briefe und Reiseberichte aus der alten Türkei von Theodor und Marie Wiegand 1895 bis 1918” Bruckmann, München 1970)
5Yazıda küçük oda olarak bahsi geçen köylerde dışarıdan gelenlerin ağırlandığı “Köy Odası”dır.
Arkeolog Theodor Wiegand (1864-1936)
Theodor ve Marie Wiegand, Avusturya’nın Bad Gastein şehrinde. 1907
Fransız Dilbilimci Prof. Claude Brixhe (1933-2021)