Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“ACELE” VE “ÇABUK” FARKLIDIR, BU KONUDA UYARILAN BİZİZ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 13 Mart 2017 Pazartesi 11:18:02
 

– 46-
Kur’an’ı ders yapmadınız mı?
Önceki kavimlere sorulan bir soru vardı: Size verilen kitabı ders yapmadınız mı? Eğer Kur’an’ı ders yapmazsak bu soru bize de sorulur, bunu önemseyelim. Peki, nasıl ders yapacağız?
Kur’an’ı ders yapmak zor değil ama dersin en önemli kuralını bilmek gerekiyor. Bir kişi normal okul sisteminde bir dersten başarılı olmaya çalışıyorsa ilk yapacağınız öğüt nedir? Dersini sev, öğretmenini sev. Eğer çocuk öğretmenini veya dersini sevmiyorsa başarılı olamaz. Gerçi bizim çocuğunuzda hiç suç olmaz (!); sebebi ya derstir veya öğretmen, Allah bizi bağışlasın. Çocuk başarısızsa “öğretmenini sevmiyor veya dersi sevmiyor” dersiniz, kim sorsa bu cevabı verirsiniz. Evet, başarılı olması için ona ilk öğüdünüz budur; dersini sev, öğretmenini sev. Kur’ân’ı ders yapmanın da ilk öğüdü budur: Dersini yani Kur’ân’ı sev ve öğretmenini yani Rabbini sev. Bizim öğretmenimiz Rabbimiz; “Allâhümme ente Rabbiy” bir manasıyla da bu demektir. Kur’an’ı ders yapmak için ilk kural bu: Öğretmenini/Rabbini sev. Dersini/Kur’ân’ı sev.
Kur’an anlaşılması için geldi
Eğer dûniHİ düşünmezseniz yaşarken şunu görüyorsunuz: Öğretmeniniz sizi hep okşayarak öğretiyor ve okurken öğreniyorsunuz…
Dünyada Kur’ân’ı ders yapmak kadar kolay bir ders yoktur: “Biz onu, Kur’ân olarak, insanlara (acele etmeden, hazmetmelerine imkân tanıyarak) dura dura okuyasın diye (âyet, âyet; sure, sure) ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” (İsrâ-106)
Kur’ân’ın kısım kısım inme sebeplerinden birisi budur; acele etmeden öğrensinler diye. Âyetteki “acele” kelimesinin özelliğini detaylı göreceğiz. Acele etmeden öğrenmek, sindirerek bilgileri hazmederek öğrenmektir. Sindirmek, hazmetmek ise o bilgiyle hâllenmektir, o bilgiyle hayat dengesini bozmamaktır. Müslümanın hayat dengesinin bozulmamasını sağlayan en önemli şey başlangıçta İnşirah Sûresi’dir. “Elem neşrah leke sadrak” âyetleriyle Rabbim bu konuda bize genişlik verir, sindirim kolaylaşır.
İsrâ-106’dan öğreniyoruz ki ders yapmaktan amaç anlamaktır. Anlamamız için, Rabbimiz bize O’nu kısım kısım gönderdi. Anlamamız için, yani onun hayat bulması için indirildi. İndirilirken o dönemde yaşantı içerisinde çeşitli sebepler oluştu ve peşine âyetler geldi. Daha kolay anlaşılsın ve uygulansın diye. Böylece onlar yaşarken ders yaptılar. Kur’ân’ın dersini bir oyun, bir tiyatro gibi düşünürsek, onlar o dersi hayatlarıyla oynadılar, yaşarken ders yaptılar. Bir sahabe bir rol oynadı, onun üzerine bir âyet geldi. Hz. Ömer radıyallahu anh bir cümle söyledi, onun üzerine bir âyet geldi. Hz. Ebubekir efendimiz radıyallahu anh sıddık bir davranışta bulundu, bir âyet geldi. Ve onlar hayatlarıyla Kur’ân dersini oynadılar.
Acele farklıdır, çabuk farklı.
Doğru olan makbul olan “çabuk”tur
“(Rasûlüm), Onu (vahyi) acele (çarçabuk) almak için dilini kımıldatma.” (Kıyâmet-16)
Bu âyet konumuz için de, Kur’ân dersi için de önemli, o nedenle biraz inceleyeceğiz. Bir de âyet biraz yanlış tefsir ediliyor. Müslümanların yaptığı bir iş için “yanlış” kelimesini kullanmak beni çok rahatsız ediyor. Ama Efendimiz (SAV) söz konusu olunca söylemeye mecbur kalıyoruz. Aslında ayetteki mânâ o kadar kolay ve basit ki. Efendimiz (SAV)’e vahiy geldiğinde, Efendimiz (SAV) “Kaçırırım, unuturum” diye çabuk çabuk tekrar ediyor. Âyetin devamında, “Onu sana veren biziz, senin zihnine yerleştirecek olan da, orada koruyacak olan da biziz” diye güvenceler var. Biz konumuzla ilgili kısma bakıyoruz, vaktiniz olursa âyetlerin üstüne, altına bakabilirseniz, bakışınız genişler inşâAllah.
Efendimiz (SAV) o esnada acele ediyor. Aslında o acele farklı. Biz oradaki “acele”yi iyi anlamak için Türkçe’deki “çabuk” kelimesini kullanacağız; Efendimiz (SAV) çabuk yapıyor. Çabuk doğrunun hızlısıdır, çabuk yapmak doğruyu hızlı yapmaktır. Siz çabuk yapanı seversiniz, acele yapanı değil. Hatta, “Acele işe şeytan karışır” dersiniz. Yani bir yanlışlık olursa onu şeytana yüklersiniz. Az önce de vurguladığımız gibi, bizde suç olmaz, biz yanlış yapmayız, bir yanlış yapıldığında böyle düşünürüz. Rabbim yanlışlarımızı hayrlısıyla düzeltir inşâAllah. Acele yapmak ise rastgele yapmaktır, çabuk yapmaktan farklıdır. Çabuk yapmak önce doğruyu öğrenip sonra o doğruyu hızlandırmaktır. Çok makbuldür. Dikkat edin, günümüz sınavlarında yalnızca doğru cevap yetmez, doğruyu yapış süresi de önemlidir. Bunu başarana acele yaptı demezler, çabuk yaptı derler. Efendimiz (SAV) de çabuk söylüyor.
Peki, âyette neden böyle bir uyarı var? İşte, maalesef oralar izah edilirken yanlışlar yapılmıştır; o uyarı Efendimiz (SAV)’in beşeri bir davranışına bağlanmıştır; güya Efendimiz (SAV) o beşeri davranışı nedeniyle uyarılmıştır. Rabbim bize bildiriyor; “Öyle değil” diyor, aslını yani sebebini bildiriyor. Buna geçmeden önce günlük hayatta kullandığımız “acele”yi fark edelim. Gün içindeki ve ayetteki acele nedir? Âyetteki acele, gün içinde kullandığımız acele mânâsında değildir. Onu şuradan anlamaya çalışalım. Biz acelenin bir türemişi olan “âcil” kelimesini kullanırız, hastanelerin acili vardır. Biz o acil’e acele demeyiz. Orada doktor acele etse faydalı olmaz, çabuk olursa faydalı olur, gevşek davranmaz da çabuk olursa işe yarar. Günlük hayatta “acele” ve “çabuk” kelimelerini bazen birbirinin yerine kullansak da farkı vardır. Biz farkını anlamaya çalışıyoruz. Doğru mânâyı anladıktan sonra onları birbirinin yerine kullansak da sorun olmaz. Ama doğrusunu bir anlayalım.
Siz aceleyi sever, ahireti bırakırsınız
“Hâyır, bilakis siz aceleyi seversiniz.” (Kıyâmet-20)
Bu âyet kesret diliyle sesleniyor; bilakis siz aceleyi seversiniz. Buradaki acele “hemen” mânâsınadır, siz bir şeyi hemen yapmayı seversiniz, sabırsızsınız deniyor. “Aceleyi seversiniz, öyleyse işlerinizi acele yapın” denilmiyor, bize acele önerilmiyor. Aceleyi sevdiğiniz için hemen olmasını istemeniz nedeniyle gerekli gereksiz acele edersiniz, bilinçli bilinçsiz acele davranırsınız. Siz peşin olanı yani dünyayı seversiniz. Anlıyoruz ki acelenin bir mânâsı dünyadır. Âhiretle kıyaslandığında, dünya âhirete göre peşindir, aceledir. Aceleyi sevmekle ilgili paylaştığımız diğer mânâlara dünyayı sevmek manasını da ekledik. Siz dünyayı/aceleyi öyle seversiniz ki, o size âhireti unutturur, “hemen şimdi” dersiniz. Ahirete ait vaat edilenler size çok uzak gelir, siz hemen olacak şeyleri istersiniz, “Rabbim şimdi hemen ver” dersiniz. “Aceleyi seversiniz” ayetinin devamı olarak Kıyâmet-21; “Âhireti (de) bırakırsınız” buyurur. Âhireti bırakırsınız! Acele’nin mânâsı iyice anlaşıldı değil mi? Acele’yi seven için âyet diyor ki; siz aceleyi sever, ahireti bırakırsınız.
Ahireti kim bırakır? Dünyayı seven. Dünyayı sevmek iyi anlaşılmalıdır. Dünyayı sevmeyecek miyiz? O ayrı iş. Allah ne yaratmışsa ve ne vermişse sevilir. Allah’ın verdiğini, yarattığını sevmek başka bir şey, ona bağlanmak, onunla Allah’ı unutmak mânâsına gelen sevmek başka şey. Yanlış olan budur. Âyet bu konuda uyarıyor; onunla ahireti bırakırsanız, Allah’ı unutursanız böyle sevmek yanlış. Dünyayı severiz, çünkü bizi ahirete hazırlıyor. Dünyadaki hayat tarzı olmasa cennet olmaz ki. Dünyayı elbette seveceksin. O senin imtihan salonun. İmtihana girdiğin salonu seveceksin ki güzel imtihan çıkarasın. Ama salonun cazibesi sana sınavı, âhireti unutturursa, tehlike budur. Hele bir de orayı müstakil zannedersen, âhireti de yok zannedersen… Allah muhafaza eylesin. Aceleyi seven yapısı yüzünden insan tedbiri, ileriye yönelik düşünmeyi, öngörülü olmayı, yani vizyon sahibi olmayı, düşünmeyi erteler, güzel bir şey için beklemeyi bırakır, istemez.
Cennet dilini öğrenmek, bilmek gerekir
Aceleyi seven yapıyı kesret diliyle ayetler böyle tanımladı. Onu bir de tevhid diliyle yine ayetlerden görelim:
“İnsan aceleci yaratılmıştır.” (Enbiyâ-37)
Kesret ve tevhid dilleri için ne kadar güzel örnek, elhamdülillah. Dedik ki, “dileyen”i anlayan kazanır. Onu görmeyen kaybeder, cazibesine kapılan da kaybeder. “İnsan aceleci yaratılmıştır” âyetinden bir amel çıkar mı? Ancak şöyle bir söz çıkar: Aceleci yaratılmışız, ben ne yapayım? Şunun gibi: Çocuğa yüz lira verip bir şeyler alsın istediniz. Getirdiği size az göründü, “Niye fazla almadın yavrum?” dediniz. O da “Yüz liraya bu kadar oluyor” dedi. Onun gibi. İşte bu yüzden, normal hayattaki yaşantı ve konuşmalarla Allah değerlendirilmez, onlarla Allah’a yönelinmez.
Enbiya-37 tevhid dilidir, Kıyâmet-20 ve 21 kesret diliyledir. “Hâyır, bilakis siz aceleyi sever, ahireti bırakırsınız” âyetinden amel çıkıyor. Diyorsunuz ki dünyaya yanlış bağlanmamam lazım, ahireti unutmadan dünyayı değerlendirmem gerekiyor, esas hayat ahirettedir. Ayetten bu dersi ve amelini çıkarıyorsunuz. Ama Enbiya-37; “İnsan aceleci yaratılmıştır” dediğinde ne yapacaksınız, bir amel çıkmıyor. İşte bu tevhid dili. Kur’ân’da bu dillerin ikisi de var, bazen yan yanalar; İnsan-29, 30 veya Nisa-78, 79 gibi. Mesele ikisini tek mânâ yapmaktır.
“Dileyen”i anlayan kazanır derken de, onu anlamakta en önemli kural budur: Hem sen tercih sahibisin, hem senin her şeyinin hükmünü Allah vermiştir, ikisini beraber anlayacaksın, ikisini beraber uygulayacaksın. İkisini tek cümle yapacaksın, ayrı cümleler değil. Tek cümle yaparsanız tezat olmaz. Kur’ân’da bizim anlayabilmemiz için kesret ve tevhid cümlesi ayrı ayrıdır, bu nüansı anlayamayanlar oraları tezat zannediyor. Örneğin, Enbiya-37 “insan aceleci yaratılmıştır” der. Sonra kişi Kıyâmet-20’yi okur; burada “siz aceleyi seversiniz” denir. Anlayamayan ne yapar? “Öyle yaratırsan tabi severler” deyip işin içinden çıkar. Hiç öyle değil. Bu bakış, bu yorum bilmeyenin işi. Bu iki cümlenin aslında tek mânâ olduğunu bilmeyen, onları ayrı gören zihinler tezat var zannediyor. Tekrar edeyim, Enbiya-37 ve Kıyâmet-20’yi, yani Allah’ın ‘insan aceleci yaratılmıştır’ hükmü ile insanın tercihini anlatan ‘bilakis siz aceleyi seversiniz’ cümlelerini dünyanın hiç bir dilinde tek cümle halinde bulamazsınız. O mana cennet dilinde tek bir cümledir; bu ikisini tek mânâ yapabiliriz ki çok önemlidir. Tek mânâ yapmayı öğrenmek cennet dilini öğrenmeye başlamaktır. Bazı yerlere “İngilizce bilmeyen giremez” yazarlar. Cennete girme şartlarından birisi cennet dilini bilmektir ve cennet dili böyle (Kur’ân’dan) öğrenilir, kursa gidilmez, öyle bir dil kursu yoktur. Uluhiyet dilini ve kesret dilini anlayabilmek onları tek mânâ yapabilmekten geçer. Bunları tek mânâ yapabildiğinde kişi nefs yolunda çok hızlı ilerler ve çok şey kazanır. Çünkü onun dilini öğrendi. Dilimizin konuşulmadığı bir pazara girsek, biz bir kilo patates alıncaya kadar dili bilen filesini doldurur çıkar. Sırf dili bildiği için. Biz bu dünya pazarında âhiret alış verişi yapıyoruz, dili bilmezsek alış veriş yapamayız, yanlış malları toplarız. Oraya gidince de derler ki; bunlar zehirli, bunlar ahirette olmaz. Ama dili bilirseniz, sepeti ahiret rızkıyla kısa sürede doldurursunuz…
İncelemekte olduğumuz “acele”ye gelelim. Âyet, Efendimiz (SAV)’e “Dilini acele ettirme” demişti. Âyeti yorumlayanlar, Efendimiz (SAV)’i beşeri davrandığı için uyarıldı sanıyorlar. Değil, haşa, hiç değil. Uyarı şunun için: Biz Efendimiz (SAV)’i örnek alırız, değil mi? Kur’ân bize “Hayat tarzınız için modeliniz Rasûlullah’tır, en güzel örnek (üsve-i hasene) O’dur” buyuruyor. Kur’ân böyle söylüyor, dolayısıyla biz O’nu örnek alırız. Bu yüzden, O’nun her davranışı, her sözü, her duyup da tasdik ettiği, her duyup da reddettiği, ne varsa hepsi O’nun Sünneti kapsamına girmiştir. Eğer Efendimiz (SAV) in bu çabuk yapmasını biz Kıyâmet-20, 21 ve Enbiyâ-37. ayetlerde belirtilenler çerçevesindeki yapımızla görüp “Demek böyle yapılıyor” dersek, acele etmek yapımıza çok uygun olduğu için Kur’ân okurken acele ederiz; sünnet diye! Efendimiz (SAV) işin aslını bilen olduğu için, doğruyu çabuk yani hızlı yapan olduğu için, orada bütün öncelik de vahiyle ilgili olduğu için doğruyu yapıyor. Fakat biz öyle değiliz, bu yüzden orada biz uyarılıyoruz: Îmanlılar senin bu hâlini görünce seni, senin şu an ne yaptığını anlayamazlar da yanılırlar. Çabuk yapma ki aceleyi almasınlar. Onların yapıları aceleye uygun, aceleyi severler, senin diğer davranışlarından önce, yapılarına uygun olan bu aceleyi alırlar, “Acele sünnettir” derler. Fark ettiniz mi? Efendimiz bir hata yapıyor da uyarılıyor değil. Biz O’nu izlerken hataya düşmeyelim diye, biz onu sünnet zannetmeyelim diye, sünnet diye olmadık yerlerde “acele” uygulamayalım diye, böylece dünyayı daha çok sevmeyelim diye uyarılıyoruz. Çünkü bu hataya düşenler var. Bu hataya yahudiler düşmüştür. Onlar kadar dünyayı seven olmaz. Bu sebepten uyarılıyoruz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER