Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AHLÂK İLE İBADET ARASINDAKİ İLİŞKİ

Allah insanı kendisine ibadet etmesi için yaratmıştır.(Zâriyat 51/56) İnsan bu görevini ya namaz, oruç, zekat ve hac gibi belirli bir zamanda, belirli bir mekanda ve belirli kurallara uyarak yapar; Ya da herhangi bir zaman, mekan ve şekille kayıtlı olmaksızın Allah’ı zikretmek, ana babaya iyilik etmek, iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek, şahitliği, tartı ve ölçüyü dosdoğru yapmak gibi emirlere uyarak, islamın fuhşuyat saydığı içki, kumar, zina, yalan, yalancı şahitlik, dedi kodu, iftira, israf gibi kötü şeylerden uzak durarak yerine getirir.
Sözgelimi İslam’ın beş temelinden birisi olan oruç ibadetinin Allah rızasını kazanmanın yanında temel amaçlarından biri de kişinin nefsini terbiye etmesi, söz, fiil ve davranışlarına çeki düzen vermesidir. Bu husus hem Kur’ân’da hem de Peygamberimizin hadislerinde açıkça zikredilmektedir: Orucun farz olduğu bildirilen âyette şöyle buyurulmaktadır:
“Ey müminler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” (Bakara, 2/183).
“Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu iken çirkin, kötü ve kaba söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, kavga etmesi. Birisi kendisine söver ya da çatarsa ona ‘ben oruçluyum’ desin. (Müslim, Sıyâm, 163. I, 807. Buhârî, Savm, 9.) buyurmuştur. Orucun şehvetini kıran bir özelliği vardır. (Buhârî, Savam,11. I, 229.)
Hadis-i şerîfte orucun gayesinin insanın edep ve ahlakını güzelleştirmek olduğu açıkça ifade edilmektedir. Eğer oruç, insanı kötü söz, eylem ve davranışlardan uzaklaştırmıyor, edep ve ahlakını güzelleştirmiyorsa amacına ulaşamamış demektir, böyle bir oruçtan istenilen sevap da elde edilemez. Nitekim Peygamberimiz (a.s.),
“Kim ki, yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah Teala o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına (yani oruç tutmasına) değer vermez.” (Buharî Savm, 8) “Kim yalan sözü ve yalan ile iş yapmayı bırakmazsa Allah’ın onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8. I, 228. Ebû Dâvûd, Savm, 25. I, 767. Tirmizî, Savm, 16. III, 87. İbn Mâce, 21. I, 539.)
Amacına uygun olarak oruç tutmayanlara ve namaz kılmayanlara hitaben Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan nasipleri sadece aç (ve susuz) kalmalarıdır. Nice geceleri namaz kılanlar vardır ki onların namazdan nasipleri sadece uykusuz kalmaktır” (İbni Mâce, 21.1,539)
İbadetlerin gayesi, insanı ahlâki olgunluğa eriştirmektir Nitekim namaz ibadetinden söz edilirken: “Namazı kıl, muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar” (Ankebût, 45) buyurulmuştur İslâmın beş temel ibadetinden biri olan zekat hakkında da: “Onların mallarından sadaka (zekat) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin” (Tevbe, 103) buyurulmuş, zekatın insanı günahlardan temizleyeceği ve gönüllerindeki hasisliği de gidereceği bildirilmiştir.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde müminlerin kıldıkları namazları muhafaza etmeleri, zâyi etmemeleri üzerinde durulur. Mü’minûn ve Mearic surelerinde bir mü’minde bulunması gereken özellikler anlatılırken: “Vellezinehüm alâ salâtihim yühâfizûn(e) “Onlar Namazlarını muhafaza ederler/korurlar.” (Mü’minun/ 9) “Ellezinehüm alâ salâtihim dâimûn. Onlar (güzel huy sahibi olarak) namaza devamlıdırlar.” (Meâric, 23) Denilir. Meryem suresinde 59. Ayette ise; “Nammazın zâyi edilmesinden” söz edilir. Türkçemizde bir şeyi zâyi etmek, “kaybetmek, yitirmek, telef etmek, işe yaramaz hale getirmek” manalarına gelir.
Ayetlerdee geçen “Onlar namazlarını korurlar/muhafaza ederler; Onlar namaza devam ederler” ifadesi; kötü iş ve fiilleri terk edip, namazla elde ettikleri sevapları ve güzel ahlakı yitirmezler, salih ameller işlemeye devam ederler demektir. İslâm âlimlerine göre sadece bedenleri ile namaz kılanlar, namazı edâdan selamla çıkarlar, hakikat ehli ise selamla namazı devam ettirmeye girerler. Cibril hadisinde geçen ihsan mertebesine ulaşıp “Biz O’nu görmesek te O bizi görüyor” düşüncesi içerisinde bir hayat yaşarlar. Nitekim Mü’minler yüce kitabımızda namazı bitirdikten sonra da Allah ile bir ve beraber olmaya ve devamlı olarak Allah’ı zikretmeye davet edilirler:
“Artık namazı bitirdiğiniz zaman ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde (uzanmış) iken Allah’ı zikredin …” (Nisa 4: 103) “(İşte) o (akl-ı selîm sahibi) kimseler ayaktayken, otururken, yan taraflarına yaslanarak yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler (ve derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru.” (Ali imran 3: 191)
Hz. Âdem’den beri insanların bir kısmı iman etmeyip, inkâr ettiler, bir kısmıda iman edip namazı kabul ettiler fakat eda etmediler. Kendilerini hem dünyada hemde ahrette kurtuluşa götürecek namazı terk ettiler. Bir kısmı da eda ettikleri/kıldıkla halde “ikame etmediler/dosdoğru ve hakkıyla kılmadılar, namazı hayatlarına hâkim kılmadılar, dosdoğru olmadılar”, namazın ruhuna aykırı bir hayat yaşadılar. Onların bu durumlarına Meryem suresinde dikkat çekilir:
“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.” (Meryem suresi. 59) (Muharrem Günay, Namazı İkame Etmek, 134)

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER