Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

AKIL, BEYİN VE KALB… “AKLINIZI KULLANMADINIZ MI?”

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 26 Mayıs 2017 Cuma 12:25:13
 

– 110-
“Aklınızı kullanmadınız mı?” uyarısı bize ilk olarak şunu öğretiyor; insan bir tercih yetkisine sahiptir. “Aklınızı kullanmadınız mı?” demek bir tercih var demektir. Birisi bir yerde yanlış bir tercih yapmışsa “Aklını kullanmadın mı, niye şunu tercih etmedin, niye şöyle yapmadın?” dersiniz. “Aklınızı kullanmadınız mı?” sorusunun bir tercih uyarısı var, bize bir tercih olduğunu anlatıyor. Demek ki, o tercihle ilgili aklımızı kullanacak bir tasarruf sahibiyiz. İkinci olarak şöyle bir örnek vereyim, örnekten alacağımız mânâyı buraya taşıyalım. Birinin çok güzel yaptığı bir şey vardır. Onu gören birisi size; “Bunu yapan ne kadar akıllı adammış, şöyle yapmış” dedi. Dersiniz ki, ona aklı ben verdim. O kişi bir şey yaptı ve ona o fikri siz verdiniz. Ama söylerken “O fikri ben verdim” demezsiniz, fikir vermiş olmak size az gelir, hafif gelir. Aslan payını kendinize almak için “Ona o aklı ben verdim” dersiniz. “O fikri ben verdim” çok mütevazi gelir, size yetmez. Bu mânâyı da fark ettiniz mi? O kişi verilen aklı kullandı. Âyet diyor ki, “O senin kendinin halledebileceği bir şey değil, o aklı ben verdim.”
Akıl nurdur, fikir üründür.
Nur asıldır, fikir sonradır.

Bir konu olur, gider birinin aklına müracaat edersiniz. O kişiyi önemsiyorsanız “Fikrinize müracaat ediyorum” demezsiniz. Onun size edeceği yardımın önünü açabilmek için akıl kelimesini kullanırsınız; “Aklınıza müracaat ediyorum efendim” dersiniz. Akıl başka bir şey çünkü. Akıl nurdur, fikir üründür. Nur asıldır, fikir sonradır. Bu açıklamalardan sonra âyetten anlayacağımız bir sonuca gelelim: İnsan dûniHİ algı ve zannlarıyla bu doğruyu bulamaz. Akledemeyeceği bir konuda insana Akl-ı Küll akıl verir. Bunu destekleyen bir âyetle devam edelim:
“Eğer üzerinizde Allah’ın fazlı ve O’nun rahmeti olmasaydı sizden hiçbir kimse ebediyyen arınıp terakki edemezdi.” (Nûr-21)
Haydi aklet. Haydi istediğin kadar aklını kullan, kullandığını zannet dur. Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sana ulaşmasa, bu konuda seni desteklemese, önünü açmasa, doğruyu göstermese, doğruyu yapman için tercihini oraya yönlendirmese bu küfürden ebediyen temizlenemezsin. Âyetten anlıyoruz ki; Esfele Sâfiliyn elbise giymiş akılla, yani dûniHİ idrak havuzuna düşmüş aklı kullanmakla hidâyeti bulamazsın. Yani sen dûniHİ algı ve zanlarıyla yorum yaparsan, aklını kullanarak ulaşacağın bütün bilgi ve verilere rağmen -Kur’ân’ın diliyle- el Hüsnâ’yı tasdik edemezsin. O zaman “Aklınızı kullanmadınız mı?” diye genele, tüm insanlara yönelik meâl yapamazsınız. Peki, nasıl dersiniz?
Akletmeyi kalbe bağlı. Akl-ı Küll
sana bulamayacağın aklı verir

Akl-ı Küll insanlara akıl edemeyecekleri bir konuda akıl verir. İnsan, fıtratı gereği bu akla uygun yaratıldığı için o akıl ona yabancı gelmez. Akledemiyor ama derinlerinde o var, çünkü fıtratı o akıl üstüne. Bulunduğu algı ve zannları yüzünden kendisi onu hiçbir zaman bulamaz ve bu gerçeğin üstünü temizleyemez. Ama bu onda var. Bu akıl ona verilince fıtratı o aklın gereğini yapar, verilen aklı kullanır, fıtratı buna uygundur. Öyleyse senin akletmen ancak “Verilen aklı kullanayım” demek kadardır, sınırı budur. Hidâyet konusunda senin aklın ancak o sınıra kadardır. İşte imtihan o tercih üzerine, sen ancak onu yapabilirsin. Akl-ı Küll sana bulamayacağın aklı verir. Sen “Bunu yapayım” diyerek sahip çıkmaya kadar akıl kullanabilirsin. Bu mekanizma nasıldır, onu “İnşirah” kitapçığında lüb, fuad, kalb, sadr organizasyonu adı altında Kur’ân âyetleriyle izaha çalıştık, paylaştık.
“Aklınızı kullanmadınız mı?” demek lüb’ünüzü çalıştırmadınız mı mânâsına gelir. Rabbimiz soruyor: Lüb nurunu çalıştırmadınız mı? Lüb nurundan esinti olan aklı kullanırken siz esfele sâfiliyn yapıyla, dûniHİ algı ve zannlarıyla doğruyu bulamazsınız. Bu yüzden doğru size haber verildi. Buna rağmen aklınızı kullanmadınız mı? Yani size bildirilene sahip çıkarak, o doğrultuda fıtratınızı coşturarak lüb nurunuzu çalıştırmadınız mı, açmadınız mı? İnsandaki Has Akıl Lüb’tür. Burayı biraz anlamamız, biraz derinleştirmemiz gerekiyor. Şu ayet bize bu konuda yardım edecektir:
“Arzda hiç gezip seyretmediler mi ki, onlarla akledecekleri kalbleri yahut işitecekleri kulakları olsun. Çünkü basarlar a’mâ olmaz, sadırların içindeki kalbler a’mâ olur.” (Hac-46)
Akletmeyi kalbe bağladı, beyne bağlamadı. Kur’ân’daki “Akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz?” âyetlerini beyne bağlamak bu âyete terstir.  Allah yarattığı organı bilmiyor mu, şaşırdı mı? Rasûlü bilmiyor mu? Akletmek kalble ilgilidir, âyet öğretiyor. Bir şeyi anlayamamak, kavrayamamak mânâsında kullanılan “a’mâ”nın mânâsı işi görememe körlüğüdür. Esas körlük gözle ilgili değildir. “Bizim indimizdeki körlük, esas körlük senin sadrındaki kalbin görememesidir, onun akledememesidir” diyor. “İnşirah” kitapçığında sadrı, kalbi, fuadı, lübbü paylaştık. Kur’ân’ın bu ifadelerini meâllerde değiştirmemeliyiz; kalb dediğini “kalb” diye, fuad dediğini “fuad” diye, lüb dediğini “lüb” diye yazmak gerekir. Çünkü bir disiplini anlatıyor, onları kendimize göre değiştirirsek olmaz. Kalb yazan yere gönül yazmak olur mu? Normal hayattaki bilimsel metinlerimizde, konuşmalarımızda kalp yerine “gönül” kelimesini hiç kullanmıyoruz. Ama Kur’ân’daki fuad kelimesine gönül diyoruz, “Gönlün isterse” diyoruz. Kalb, fuad, lüb, sadr birer teknik tâbirdir.
Kalb, fuad, lüb, sadr sistemi
çalışırsa akledebiliriz

Önce “Arzda hiç gezip seyretmediler mi?” diye sordu, sonra aklın kalb ile ilişkisini kurdu; “Akledecekleri kalbleri yok mu?” dedi. Öyleyse akletmeye doğru gelelim. Hac Sûresi 46’dan aslında bir yöntem öğreniyoruz; doğruyu bulma yöntemlerinden birisinin tarih bilgisi olduğunu, tarih bilgisini önemsemek gerektiğini fark ediyoruz. Çünkü bize “Arzda gezip dolaşın bakalım, kimlere ne cezalar vermişiz” dediği zaman; “Bir hatırlatıcı olarak tarih bilgisinden yararlanın, geçmiş kavimlerin başlarına gelenlerden de yararlanın” uyarısı vardır. Bunu yapsalardı akledecekleri kalbleri olurdu, yani kalbleriyle bu konuları fark etmeleri kolaylaşırdı deniyor. Neden? Çünkü sonuca varan Fuad’dır.
Fuad eğriyi doğruyu bilmez, aldığı bilgileri toplar, onlardan bir sonuca varır, analiz sentez yapar, aldığı bilgilere göre sonuç çıkarır. Eğer bilgi olarak sürekli dûniHİ algı ve zannlarını alıyorsa Fuad’dan hep bâtıl sonuç çıkar. Ne zaman ki İslâm Nuru, Îman Nuru Mârifet Nuru, sonra da Lüb Nuru devreye girer, o zaman Fuad Hakk yolda sonuçlar üretir. Bu nurların hepsi aklıdır. Nur demek akıl demektir, nurun sonucu akıldır, nur bir akıldır. Dolayısıyla İslâm aklı İslâm nurudur, îman aklı îman nurudur, mârifet aklı mârifet nurudur, lüb aklı lüb nurudur. Ve Lüb Nuru Has Akıl’dır, Öz Akıl’dır. Âyet bize; “Bunları açmalısın ki akledebilesin” diyor. Bunları açarsan akledebilirsin. Lüb nurunu açmış olanlardan Kur’ân “ülül elbâb; lüb sahipleri” diye bahseder. “Eğer orayı açmazsan esas aklı kullanamazsın, böylece a’mâ olursun. Bizim indimizde esas a’mâlık odur. Aksi halde beyin ve sinir sistemiyle çalışan gözün görmesi veya görmemesi değildir” diye uyarıyor. Buraları “İnşirah” kitapçığında paylaştık, bakabilirsiniz.
Akletmek beyin demek değildir.
Beyni kullanan akleder

Elbette beyni de çok iyi fark etmemiz lazım, müthiş bir organ. Biz henüz beynin çalışma mekanizmasını anlayabilmeye çalışıyoruz. Şu bile enteresan, daha sahibi olduğumuz beyni çözememişiz, çözemediğimiz bir organa sahibiz. Çalışmasını tam çözemediğiniz bir karaciğere, bir böbreğe ve organlara sahibiz. Teknolojide çözemediğimiz bir şeye sahip olamayız, mümkün değil. Çözemediğin bir şeye nasıl sahip olabilirsin? Birisi vermeden olabilir mi? Sen bilgisayarda ancak çözebildiğin şeye sahipsindir. Ama vücudunda hiç çözemediğin, hâlâ çözemediğin şeyler var. Bir yere çok gelişmiş bir bilgisayar düşüyor ve sen “Tesadüfen düştü” diyorsun. Bunu kim kabul eder. Kimse etmez. Hâlâ çözemediğin beynin tesadüf olduğunu zannedersen tezat olmaz mı? Bu kadar mükemmel bir organı sana birisi verdi.
Fötüste ilk şekillenen organ yanılmıyorsam beyindir. Henüz fötüse orada yaşayacak girmeden önce beyin vardır. 120. günde Allah ruhundan nefh ediyor. Tartışıldığı için günü önemli değil diyelim. Bir gün ki âyetlerle sabit, Allah ruhundan nefh ediyor, yani orada yaşayacak olanı gönderiyor. Onu Kul Zat ismi altında Kendinde Kendine Göre Var diye gördük. O gelmeden önce beyin orada vardı. Lütfen dikkat buyurun, o fötüs de, ana da, o kadar mükemmel çalışan beyin de, karaciğer de hologramdır. Yani kesret âleminde kesret nurundan/hologram sisteminden birer görüntüdür. Bir de o hologramı kullanan vardır. Onu “Kullanan”ı anlamak üzere şöyle bakalım. Allah muhafaza etsin, birisinin kulağı duymadı diyelim. Duyduğu zaman onu kullananı hiç fark etmez, çünkü sistem çalışıyor. Kulak, iç kulak, orta kulak, sinirler, beyin gibi bir mekanizma devam ettiği için onu kullananı fark etmez. Ama bir arıza olduğu zaman iş değişir. Duymak istiyor ama organ arızalı. Bu durumda, onu kullanan rahatsızlanmaya başlar. Eğer her iş kulağa bağlı olsaydı kulak arızalanınca kullanan da kalkardı. Kullanan duruyor ve duymak istiyor. O duruyor ama aleti bozuldu. Hatta yarım yamalak duyunca rahatsız olursunuz, gözünüz yeterince görmeyince rahatsız olursunuz. Duymak isteyen var, görmek isteyen var onu fark edin. Beyin müthiş bir mekanizma, görmek müthiş bir mekanizma, kulak müthiş bir mekanizma. Ama hepsi hologram! Onları bir kullanan var, ikisi farklı. İşte o kullanan akledecek! Kullanan Kendinde Kendine Göre Var olandır, onun hologramla ilişkisi yoktur. Kendinde Kendine Göre Var olan hologram değildir. O hologram elbisesinde holograma bürünmüş görünüyor. Eğer siz hologramı fazla önemserseniz gelecekte Deccal’i önemseyeceksiniz demektir. Çünkü Deccal hologram ürünüdür, hologram mucizesidir, hologramın en üst noktasıdır. Öyleyse akletmek beyin demek değildir. Beyni yani o muhteşem sistemi kullanan akleder, o da Kendinde Kendine Göre Var olandır. Onun tüm kompozisyonunun kaydının ismi de Kalb’tır. O kalıbın kozmik odası da organ olarak kalbtir. Organ olan kalb o kalıp değildir, onu temsilen adı kalbtir. Şuna dikkat edin, herhangi bir organınız rahatsızlansa, ağrısa aklınıza hemen ölüm gelmez. Ama kalbiniz ağrısın, bir sıkıntı yaşasın hemen aklınıza ölüm gelir, Kendinde Kendine Göre Var olan gidiyor gibi, yani canınız gidiyor gibi olur. Neden? Onun irtibatı oradadır da ondan, kozmik oda oradadır. Oranın dokuları rahatsızlanınca orada duran oradan gidecek diye aklına ölüm gelir. Orada duran o et değildir ama irtibatı oradadır. Akleden odur, orada akleder. Aklettiğinde kullandığı organ ise beyindir. Beyin o akledenin hizmetindeki muhteşem organdır. Akledenin hizmetinde bir organdır, akledenin hizmetinde bir hologramdır. Bunu Kur’ân’dan öğreniyoruz, bir yerden okumadık, Kur’ân bize öyle diyor. Öyleyse, “Aklınızı kullanmadınız mı?” derken anlayacağımız akıl, dünya hayatı sürecinde insanın kullanacağı bu akıl Allah’ın hüdâsıdır.
“Bu böyle midir?” onu Kur’ân’dan ders edeceğiz; Kur’an’ın inzal olduğu mubarek Ramazan ayı ile birlikte. Lütfedilen bu ay vesilesiyle günlerimiz gecelerimiz de mübarek oluverir, bu aydan hakkıyla yararlanmak nasib olur inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti