Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“ALLAH’A KULLUK” HAYAT TARZIMIZ, KUR’AN “DERSİMİZ” OLMALI

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 11 Mart 2017 Cumartesi 12:07:54
 

– 44-
Kur’an’ın indirilme sebebini gördük: Hud Suresi 2; (Bu kitab), Allah’tan başkası (müstakilen var sanıp ona) kulluk etmeyesiniz diye indirildi. Kur’ân’ın indirilme sebebini böyle öğreniyoruz; Allah’a kulluk edesiniz diye! Âyet, insanın özellikle kulluk konusunda tercih yaptığının delillerindendir. Bu konudaki diğer âyetleri ilerledikçe göreceğiz. Bir tercih yapacaksınız, bu tercihi doğru yapasınız ve tercihiniz yüzünden kazanasınız diye, Kur’ân size Allah’a kulluk etmeniz için indirildi. Ayette “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye” mânâsı da var ki çok hassas olmak gerekir. Önceki yazılarımızda bunu geniş konuştuk. Ama iş algı işi! Algımız hemen bir söylemede değişmiyor. Öyle olduğu için, doğru tekrarların doğru algıya hizmet edeceği inancı ve düşüncesiyle hatırlatalım:
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz” ifadesi başka bir merci varmış gibi anlaşılmasın, sakın. Allah’tan başka merci yoktur. İhlâs Sûresi’ne ve Kelime-i Tevhid’e uymayan, âyet/hadis meâli, açıklama ve yorum olmaz. Daha işin kaynağında Allah’tan başka merci varmış mânâsına gelen cümleler oluşturursanız sonrasını toplamak mümkün olmayabilir. Çünkü iş algı işi. İnsanın esfele sâfiliyn yapısı yanlış algıyı benimsemeye müsait, hazır. Onu hemen alır ve silmek de çok zordur. “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz” şeklindeki meâl konuşma dilidir, sokak dilidir, dünya hayatı dilidir. Dünya hayatının diliyle Kur’ân meâllendirilmez, özellikle de ulûhiyet kelimeleri, tevhid cümleleri. Normal hayatta bir insana, “Senden başkasına bakmam” diyebilirsiniz. Çünkü başka insanlar da var. Ama Allah hakkında “Allah’tan başka bir şey varmış gibi” cümle kurulmaz. Bu yüzden âyete şöyle meâl verdik: Allah’tan başkası müstakilen var sanıp ona kulluk etmeyesiniz diye bu kitap indirildi. Bu ayet bir uyarı: Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz! Uyarıldığımız algıyı fark edip düzeltmek için ayete bu meâli verdik: Allah’tan başkası müstakilen var sanıp ona kulluk etmeyesiniz diye bu kitap indirildi.
Kur’ân’ı ders yapmak çok önemlidir
“Kulluk” denildiğinde akla hemen hayat tarzı gelmelidir; kulluk bir hayat tarzıdır. Siz başka kulluk seçerseniz yani başka hayat tarzı seçerseniz, hayat tarzınızı seçerken Allah’tan başka bir merci var sanarsanız yanılırsınız. Başka merci YOK, dönüşünüz Allah’adır. Hud-2’den dersimizi aldık: Siz başka merci olmadığını öğrenip Allah’a kulluk edesiniz diye bu kitap indirildi. Demek ki iyi insan olalım, iyi insanlardan oluşan bir toplum oluşturalım diye değil. Allah’a kulluk edelim, Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik davranarak iyi kul pozisyonunda olalım diye Kur’ân indirildi. Âyet bizi bunun için uyarıyor. Peki, bunu nasıl yakalayacağız? Kur’ân’ı ders yaparak. Eğer Kur’ân’ı ders yaparsak bunun böyle olduğunu görürüz. Kur’ân’ı ders yapmak çok önemlidir. Kur’ân’ı bir hikaye, bir rahatlama aracı gibi düşünüp, öyle yapıp Kur’ân’la ilişkimizi yerine getirdik zannedersek onu ders yapamayız, ondan sonuç çıkaramayız. Unutmayın ki Kur’ân’dan bu sonuçları çıkarmak için farklı ve özel tahsiller gerekmiyor. Dünkü yazımızda da hatırlattığımız şehâdeti samimiyetle yapan kişi Kur’ân’ı okuyunca adım adım anlamaya başlar. Şaşarsınız. Siz bu şehâdeti yaptıktan sonra sade bir ev hanımı olarak âyetleri okur, anlarsınız. Ama bu şehâdeti yapmayan bir ilahiyat profesörünü dinleyin, “Hiç anlamamış” dersiniz. Önemli olan o şehâdeti yapmaktır. Çünkü Rum Sûresi 30. âyet “Bu şehâdeti yap da gel, İslam dînine bu şehâdetle yaklaş” diyor.
Kur’an insanları ikiye ayırır
Kur’ân’ı iyi ders yapan görür ki Kur’ân insanları ikiye ayırır; Âmentü Billâhi diyenler ve inkâr edenler. İnsanlar Kur’ân’da özelliklerine göre bu iki ana grup altında toplanır. Bu grupların kendi içlerinde alt grupları da var, ama esas iki grup bunlar: Âmentü Billâhi ve Rasûlihi demiş olanlar, bir de bu bilgiyi inkâr etmiş olanlar. Anlıyoruz ki Kur’ân insanları Allah’a yöneliş davranışlarına göre değerlendiriyor, ayırıyor. Allah’a nasıl yöneliyorsa insan ona göre değerlendirilir. Başka bir ifadeyle; Allah’a verdikleri sözü tutanlar, tutmayanlar, hatta unutanlar diye ayrılır: Âmentü Billâhi îmanına göre hayat tarzı oluşturmuş olanlar bir de dûniHi algı ve zann’larına göre hayat tarzı oluşturmuş olanlar. Bu tasnif tahmin edemeyeceğiniz kadar, size anlatamayacağım kadar önemlidir. İki grup: Âmentü Billâhi îmanına göre hayat tarzı oluşturanlar, DûniHi algı ve zann’larına göre yaşayanlar.
Allah rızası saftır, bölüşülmez,
paylaşılmaz. Hayat tarzı da öyle…
Hayat tarzı tanımı içinde herşey vardır, herşey! Yirmi dört saat içinde neler yapıyorsanız, hayat boyunca, hepsi onun içindedir. Yalnızca tarif edilmiş bir kaç ibadeti sâlih amel adı altında sıralayıp, “Bunları yaptım, tamam” zanneden çok yanılır, çok kaybeder. Hayat tarzı, zihinden geçenlerden arzu ve isteklerden kıpırdamana, yatıp kalkmana kadar her şeyi içine alır. Kulluk yapmanın bir hayat tarzı olduğu anlaşılmazsa insan iki hayat tarzını dengelemeye çalışır. Maalesef günümüzde çok görüyoruz, kişi; “Onu da yapıyorum, bunu da” diyerek iki hayat tarzını dengelemeye çalışıyor. Kesinlikle olmaz! Dengeleyenler bilsinler ki, bütün yaptıkları esfele sâfiliyn defterine yazılır. Rabbimiz buyuruyor: “Bana verdiğiniz de oraya gider, oradan bana bir şey gelmez, oraya yaptıklarınızdan almam.” Kural budur: Allah rızası saftır, bölüşülmez, paylaşılmaz, paylaştıramazsınız. Hayat tarzı da öyledir. Bu yüzden çok titizlenmek, korkmak lazım. “Öyle de yaparım, böyle de” derseniz tüm yaptıklarınız yanlış yere yazılır.
Zümer Sûresi 35. âyette diyor ki; “Ben, o zor günde, dosyanız delillerle bana geldiğinde hüküm vereceğim zaman sizin kötülüklerinizi sileceğim. Dosyanıza bakıp, en güzel ne yapmışsanız size onunla muamele edeceğim, bir de fazlasını vereceğim.” Böyle bir müjde! Ama unutmayın, bu müjde yalnızca Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyenler içindir. Biz bu konuda da yanılıyoruz, âyet ve hadisleri herkese uyguluyoruz. Kur’ân ve Sünnet yalnızca Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyenleri muhatap alır, onlarla konuşur, onlara öğüt verir, onları müjdeler. Özellikle Âmentü Billâhi ve Rasûlihi idrakı bu yazılarda paylaştığımızı şekilde tam olmak kaydıyla bu muamele çalışır. Dedik ki: Kulluk yapmak hayat tarzıdır ve Kur’ân insanları hayat tarzıyla ilgili iki ana gruba ayırır: Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyerek hayat tarzı oluşturanlar ve diğerleri. Âmentü Billâhi ve Rasûlihi demek, “Âmentü Billâhi îmanına göre” demektir. Âmentü Billâhi’yi bize öğreten Efendimiz (SAV)’dir, O’ndan ayrı Âmentü Billâhi olmaz, Muhammeden Rasûlullah’tan ayrı Kelime-i Tevhid olmaz. Bu yüzden siz söylemeseniz bile, Muhammeden Rasûlullah Kelime-i Tevhid’in içindedir, ayrılamaz. Böyle bilin: O’nsuz olmaz, Efendimiz (SAV) olmadan olmaz.
“Dileyen” kelimesini anlayan kurtulur,
onu göremeyen sapar
 Hayat tarzlarına göre iki ana grup var ve biz “İyyaKE na’budu” grubuna talibiz. Başka noktalara ulaştıkça mânâyı çoğaltacağız ama geldiğimiz noktada “İyyâKE na’budu” derken şu mânâda söylüyoruz: Allahım, biz Âmentü Billâhi ve Rasûlihi dedik ve ona göre hayat tarzı oluşturduk.. Hayat tarzı dünya yaşantısında bir toplum hayatıdır, bu yüzden de “BİZ” denir. Kişinin ailesi var, bir çevresi var, “İyyaKE na’budu” diyenler “Biz böyle bir hayat tarzı oluşturduk” diyor. Şimdi “BİZ”i zâhiri olarak biraz daha anlamışızdır. Hayat tarzımız böyle değilse çok büyük bir çelişki var demektir. Fâtiha’da bunu söylememize rağmen, hayatımız böyle değilse olmaz. Günlük yaşantıda birisi size aslı olmayan bir şey söylese ona nasıl davranırsınız? Elhamdülillah, Rabbimiz bize öyle davranmıyor, bağışlıyor. Birbirimize davrandığımız gibi davransa mahvoluruz.
“İyyâKE na’budu” derken “Ya Rabbi, biz Âmentü Billâhi ve Rasûlihi dedik ve buna göre bir hayat tarzı oluşturduk” diyoruz. Çünkü mesele her şeyiyle bir hayat tarzıdır. Dünya hayatında olduğumuz için, buradaki hayat tarzını ilgilendiren âyetler kesret diliyledir; bir amel, bir davranış çıkaralım diye. Dünya hayatındaki sâlih ameli tarif eden âyetler kesret diliyle, yönelişimizi anlatan âyetler tevhid yani uluhiyet diliyledir. Bu bilinmeyince, kesret dilindeki cümleler ile tevhid manasındaki cümleler birbirilerine zıt cümlelermiş gibi zannedilebilir. Hiç öyle değiller. Tamamen aynı şeyi anlatan, aynı mânâda cümlelerdir. Bu idrakla diyoruz ki, Kur’ân’ın en önemli iniş sebeplerinden birisi, dileyene Allah’a nasıl kulluk yapacağını öğretmektir. Kur’ân’ın iniş sebeplerinden birisi budur, belki de en baştaki budur: Allah’ın razı olduğu hayat tarzını öğretmek. Kime? Dileyene, dileyen insana! “Dileyen” kesret dilindedir ve çok önemlidir. Tarifine bir iki cümle ile açıklık getirmeden önce şu notu paylaşalım: Âyetlerdeki “Dileyen” kelimesini anlayan dünya ve âhirette kurtulur. Bu nedenle biz, “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” kapsamındaki bu paylaşımları “Dileyen”i anlayabilmemize yardımcı olacak konularla tamamlayacağız. İster kaderi anlamayarak, ister tasavvuf adı altında, ister başka bir felsefe adı altında, “dileyen” kelimesini göremeyen sapar. “Dileyen”i anlayan kurtulur, onu göremeyen sapar, o kelimenin cazibesine kapılan da sapar.
Bütün bunları ayetlerden alıyoruz. Yazılarımızda anlamını çok önemle ve sık vurguladığımız idrakla yaptığımız şehâdetle birlikte Kur’ân’ı ders yaparsak bu sonuçları hepimiz çıkarabiliriz. Kur’ân’ı ders yapmak, Allah’a kulluk yapmanın önemli bir basamağıdır. Allah’a kulluk yapanın işlerinden birisi odur, aslında işi odur. Zaten, daha önce eline kağıt kalem almamış kişi İslâm’ı biraz anlamaya, tanımaya başlayınca eline kağıt alır, kalem alır, defter alır, kitap alır, bu kendiliğinden olur, kendisini bunların içinde bulur. Ama şeytan boş durmaz, “Sen misin kendini bunların içinde bulan” der ve uğraşmaya başlar. Ona pabucunu ters giydirip göndermek, bu çalışmalara devam etmek lazım, inşaAllah.
Rasûl’leri, Nebî’leri ayıramayız.
Onlara yapılan uyarılar hepimizedir
Rabbimiz buyuruyor: “Onun içinde olanı ders edip incelemediler mi?” (A’râf-169)
Âyetin konumuzla ilgili kısmı böyle. Tevrat’la yükümlü tutulduğu halde oradaki kurallara uygun davranmamış Hz. Mûsa kavmi bu âyetle uyarılıyor. Bu vesileyle size bir ikramı, bir güzelliği söyleyeyim: Kur’ân’ı ders yaptığınız zaman göreceksiniz ki Muhammedî olanlar bu şekilde bile uyarılmaz, onlar hiç incitilmezler, hiç bir konuda. Kur’ân’da hiç bir âyette onlara hücum yoktur. Rahıym ismi hemen çalışır, yalnız âhirette değil. Kur’ân okurken de Allah’ın Rahıym ismini görürsünüz, îmanlıya uyarı başkaları üzerindendir, başkaları üzerinden cümlelerle anlatım yapılır. Bu âyette de böyle, Hz. Mûsa kavmi uyarılıyor:. Tevrat’ın içindekileri neden incelemediler, onu neden ders yapmadılar? Biz onların uyarılışlarını okuyoruz ama ders çıkararak.
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” (Cum’a-5)
Yine Hz. Mûsa kavmi için bir uyarı. Onu hem ders yapmıyor hem de kitabımız var diyorsunuz, sizin durumunuz, sırtına kitaplar yüklenmiş de onu taşıyan merkep gibi. O kitaptan yararlanmıyorsanız, o kitabın haliyle hallenmiyorsanız, durumunuz bu. Bu âyetlerden anlayalım ki böyle bir soru ahirette biz müslümanlara da sorulabilir. “Bize değil, biz uyarılmıyoruz” der geçersek yanılırız. Soru bize de soruluyor, senin için de geçerli. Ancak, Muhammedî îmanın nedeniyle incitilmiyorsun. Anla, fark et. Hassaten Muhammedî olanların büyük bir özelliği vardır: Âmentü Billâhi demeleri. Bu özelliğimizi bize Mirac Gecesi hediye edilen “Âmener Rasûlü” âyetlerinden öğreniyoruz. Muhammedî olarak bir özelliğimiz de Allah’ın Rasûl ve Nebîlerini ayırmayan bakışımız: Âyet, “Onlar Allah’ın Rasûllerini ayırmazlar” diyor. “Ayırmazlar” ifadesinin yanlış anlaşılmaması lazım. Ayırmamak bütün Rasûl ve Nebîleri aynı seviyede tutmak değildir. Tebliğlerini, yani önerdikleri îmanı kabul ve tasdik etmektir; hepsinin Allah’tan geldiğini, Allah’ın Rasûl ve Nebîsi olduğunu kabul edip, hürmetimizi ona göre yapmaktır. Ayırmamak seviye bakımından değildir. Âyetlerden öğreniyoruz ki Rasûller çeşitli özelliklerle farklı kılınmıştır. Özellikle Efendimiz (SAV)’in mertebesi, seviyesi farklıdır. Âmener Rasûlü âyetinin “Ayırmazlar” demesi, hepsinin “Allah’ın Rasûlü” oluşunu ayırt etmeksizin kabul ederler demektir. Neden böyle uyarı? Çünkü hemen peşimizde olan hristiyan âlemi yalnızca kendilerine gelen rasûlü kabul etmişler. Oysa Kur’ân’dan öğreniyoruz, o rasûl; “Ben, benden öncekini tasdik etmek, benden sonrakini müjdelemek için geliyorum” dediği halde kabul etmemişler. Yahudi âlemi de bu hatayı yapmış. Hristiyan âlemi yalnız bu hatayla kalmamış, onu müstakilen var ve muhtar da ilan etmiş, ona ilahlık da vermiş. Müslümanlar işte bu yanlışları yapmazlar. Onlara yapılan uyarılar, anlatılan kıssalar bizim için de önemlidir. Örneğin, Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz’e anlatılan bir kıssayı onlar önemsemez. Ama biz Kur’ân’da anlatılan ne kadar kıssa varsa hepsini önemsiyoruz; Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Âdem, Hz. Mûsa, Hz. İsa için, hepsi için bu böyle. Hepsi bizim için ders. Biz ayırmayız çünkü.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER