Bu haber Sultan Süleyman’ın daha büyük bir ordu ile sefere çıkmasına sebep oldu. Osmanlı pâdişâhı Buda’yı kurtardıktan sonra Viyana’yı da 1529 da muhasara etti. Fakat kış bastığı ve esasen Viyana muhasarası için sefere hazırlanmadığı için Kanunî Orduyu hümâyûn ile İstanbul’a döndü. Türk ordusunun dönüşü bu uzak diyarlarda Almanların hudut tecavüzlerine fırsat veriyordu. Bu sebeple Sultan Süleyman Charles Quint ile hesaplaşmak mecburiyetinde kaldı. T ürk Sultanı, büyük vezir İbrahim Paşa’nın ifadesiyle, bu Alman hükümdarını imparator olarak tanımak istemiyor; âlemin sahibi tek Allah gibi dünyada da tek cihangirin kendisi olduğunu tekrarlıyordu. Bu sebeple Kanunî imparatora haddini bildirmek üzere, 25 Nisan 1532’de, İstanbul’dan hareket etti. Bu hedefe varmak gayesiyle de Türk ordusu Viyana’yı arkada bırakarak imparatoru arıyor; Gratz, Marburg, Günss ve başka birçok Alman şehirleri zapt ediliyor; fakat Avrupa’nın bu yegâne imparatoru bil türlü Padişahın karşısına çıkamıyordu. Türk ordusu ilerlerken nehirler üzerinde birçok köprüler yapmak zorunda kalıyordu. T ürk akıncıları Almanya içlerine kadar girdiler. Osmanlı tarihlerinin “Alman seferi” adını verdiği bu büyük hareket yedi ay sürdüğü; kış bastığı ve imparator bulunamadığı için padişah ordusu ile İstanbul’a döndü. İmparator ve ordusuyla hesaplaşma mümkün olmamakla beraber Osmanlı satvetinin Almanya içlerine kadar yayılması bu sefere büyük bir zafer hüviyetini verdi. Filhakika Kanuni’nin dönüşünde İstanbul beş gün zafer şenlikleri yaptı; her taraf kandillerle aydınlatıldı. Bir kaç ay sonra İstanbul’a gelen ve 22 Haziran 1533’de huzûra çıkan Ferdinand’ın elçisi cihângir pâdişâha:
“Oğlunuz Ferdinand size ait yerleri kendisinin ve kendisine ait yerleri de sizin malınız biliyor; çünkü oğlunuzdur. Macaristan’ı kendinize ala koyduğunuzu bilse idi muharebeye girişmezdi” ifadesiyle yalvarıyordu.
Fransa kıralı François imparatora karşı Kanunî’nin yardımını diliyor ve imparatorun esaretinden kurtulmak için anası vasıtasıyla hakanın himayesini niyaz ediyordu. Pâdişâh “Fransa vilâyeti kıralı” diye hitap ettiği François’i kurtarıyor ve o da Türk sultanına, nimet bilen bir bende olarak, minnetlerini arz ediyordu’. Kanunî François (Françesko)’ya 1526 başlarında, hapiste iken gönderdiği mektupta kıralı teselli ederken “gece-gündüz atımız değerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır” diyordu. (Turan, 1969, c.II, s. 95)
İkinci “Alaman Sefer-i Hümayunu” sırasında, Kanuni’nin Macar Kralı olarak tanımadığı Ferdinand’la ağabeyi Alman İmparatoru Şarlken, Viyana’ya kapanmışlardı. Ülkeleri Osmanlı ordusunun ayakları altında ezilirken, onlar gizleniyorlardı. Meydan okunup sefere mecbur edildikten sonra hiçbir yerde karşısına çıkılmaması, Kanunî’yi, vaktiyle Şah İsmail’in kaçması karşısında babası Yavuz’un kapıldığı sert öfkeye kaptırmış, Ferdinand’la Kral’a yazdığı mektupta öfkesini dile getirmişti. (Bahadıroğlu, s. 194)
“Sultan Süleyman, seferleri esnasında zaman zaman mektuplar yazarak, düşmanlarını harekete geçirmeye ya da hangi halde olduklarını öğrenmeye çalışırdı. Kimisini meydana, kimisini itaate davet ederdi. Macaristan’ın Kösek kalesinin fethinden sonra Padişahın, alıkonulan Avusturya elçisini bir mektupla İmparatora (Şarklen’e) gönderdiğini Peçevi rivayet etmektedir. Mektupta Padişah şöyle demektedir; “Bu kadar zamandır erkeklik taslarsın, meydan eriyim dersin. Şimdiye dek, kaç kezdir üzerine geliyorum ve mülkünde istediğimi yapıyorum. Ne senden, ne de kardeşinden nâm ve nişan var. Size hükümdarlık ve erlik iddiası haramdır. Askerinden hatta avretinden de utanmazsın. Belki avrette gayret var, fakat sende yoktur. Er isen meydana gelesin. Yüce Tanrı’nın isteği ne ise yerine gelse gerek. Saltanat için kozumuzu seninle Viyana sahrasında paylaşalım. Reaya fukarası da rahat etsin. Yoksa meydanı aslandan boş buldukça tilki gibi fırsat kollayıp avlanmayı erlik sayma. Bu kez de meydana çıkmazsan avretler gibi iğ ve çıkırık alasın, başına taç örtmeyesin ve erlik adını ağzına almayasın.” (Kapanşahin, 2007. s.205).
Name-i hümayun yerini buldu. Kanunî’nin niyeti, Ferdinand’la imparator ağabeyini bir meydan savaşına zorlamak, işlerini er meydanında bitirmekti. Ama hiçbiri gözükmedi. Bütün tahkirleri sineye çektiler ve muazzam bir hazırlık yapmış olmalarına rağmen Kanunî’nin karşısına çıkmadılar. Osmanlı ordusu ikinci defa Viyana kapılarına dayandı. Ama kuşatmadı. Zira bu bir fetih savaşı değildi. Ağır toplar getirilmemiş, uzun süreli bir kuşatmaya göre hazırlanılmamıştı. Kanunî’nin maksadı, rakiplerini meydana çekmekti. Yuvalarından çıkmayacakları kesinleşince İstanbul’a dönüldü. Sefer-i hümayun meyvesini vermişti. Alman İmparatoru Şarlken ve Macaristan tahtında hak iddia eden kardeşi Ferdinand, meselenin ciddiyetini en sonunda kavramışlar, Osmanlı Padişahıyla boy ölçüşemeyeceklerini nihayet idrak etmişlerdi. Alman İmparatoru, İstanbul’a kıymetli hediyelerle elçiler göndererek barış isteğini bildirmişti. Sonunda bir anlaşma imzalanabildi (22 Haziran 1533). Bu anlaşmaya göre, Osmanoğulları’nın Macaristan’daki hâkimiyetleri, meselesi halledildikten başka, Avusturya üzerinden gelebilecek tehdit de kalktı. En önemlisi, Alman İmparatoru Şarlken’in “Avrupa İmparatorluğu” hülyalarına kesin biçimde son verdi. Kanunî oldukça rahatlamıştı. Ne zamandır “Şaha karşı şah gerek.” diye övünen, sınır boylarına saldırılar düzenleyen ve meydan okuyan İran Şahı Tahmasb’a haddini bildirebilirdi. Bu maksatla 11 Haziran 1534’te “Irakeyn Sefer-i Hümayunu” denilen altıncı seferine çıktı. Doğu Anadolu’daki muhtelif kaleleri (bu arada Van’ı) fethederek Kütahya’ya, sonra Konya’ya, oradan Kayseri’ye, Sivas’a, Erzincan’a, Erzurum’a, nihayet Tebriz’e ulaştı. Daha önce bölgede fetihler yapmak üzere gönderilen Veziriazam Damat İbrahim Paşa ve ordusuyla Tebriz’de birleşti. Büyük bir güç hâlinde Bağdat’a yöneldi.
Bağdat Valisi (Tahmasb’ın adamı) Tekelü Muhammed Han, hünkâr Ordusunun üzerine geldiğini görünce şehrin anahtarlarını veziriazam İbrahim paşaya teslim etti. Bu Bağdat’ın ilk fethidir. 28 Kasım 1534 (Bahadıroğlu, s. 194-196)

Muharrem Günay