Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ANA KURAL: “ALLAH’IN DIŞI ALGISI” OLMADAN İMAN

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 9 Mayıs 2017 Salı 12:19:48
 

– 95-
Konumuzu bugün bir basamak ileri götürmeye çalışacağız.
“Kul Zat, Kendinde Kendine Göre Var, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” tanımları aynı şeylerin farklı ifadelerle söylenişidir. Kul Zât’a yani Kendinde Kendine Göre Var hâlinize, yani Kayıtlı Kendini Hissetme Duygunuza bir yetki verilmiştir: Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG). Bu tabir açıkladığımız şekilde tarif edilip yazılmadığı için âyet ve hadislerde yok zannediliyor. Oysa bunu âyet ve hadislerden çıkardığımızı yazılarımızda, kitapçıklarımızda anlattık. Kendimizin koyduğu bir isim değil. Biraz sonra Âmener Rasûlü âyetlerine ele aldığımızda bunun orada da nasıl önemli bir yerinin olduğunu göreceğiz. Orada bir ayetin mânâsı sizinle paylaşacağım ki, bu mana meâllerde tefsirlerde yok. Türkçede de, başka dillerde de. Orijinal dildeki açıklamaları da yeterince doğru değil. Siz de duyunca hak vereceksiniz inşâAllah.
MTG’nin esası Muhtariyet Gücü (MG)dir ve o tamamen Allah’ın muhtariyetindendir. Güç, Allah’ın muhtariyetinden verdiği bir yetkinin ismidir. MTG ifadesindeki güç, güç-kuvvet mânâsına değildir, yetkinin verdiği davranış biçimidir, yetkinin kattığı güçtür, Muhtariyet Gücü’dür, esası odur. Ama o güç dünyada Muhtariyeti Tercih Gücü’dür, yani “Tercih” vardır. Aslında Muhtariyet Gücü zaten bir tercih için verilmiştir ama bu “Tercih” ayrı bir şeydir. O da tercihtir ama ayrı bir şeydir; sadece dünyada ve yalnızca bir konuda geçerlidir: Hakk ve Bâtıl arasında tercih içindir. Bu tercih “suyu içeyim mi, içmeyeyim mi?” tercihi olmayıp Hakk’la Bâtıl arasında tercih yaparken kullandığımız bir yetkidir ve dünyadaki sorumluluğu, imtihanı ve emaneti ortaya koyar. Kitapçıklarımızda âyetleriyle görmüştük. Ölümü tatmakla birlikte Hakk’la Bâtıl arasında tercih yapma kalkar, “Tercih” görevi biter. Görevi bittiği için “T” kalkar ama Muhtariyet Gücü devam eder.
Batıl yolda ilerlemek de Hakk yola dönmek de MTG (Muhtariyeti tercih gücü) ile olur
MTG’den başka bir de “dûniHİ algı” var. DûniHİ algı “Allah’ın dışı var” algısıdır. Onu tamamıyla konusu bu olan “Aşağıların Aşağısı” yazılarımızda ve aynı isimli kitapçıkta geniş ele aldık, lütfen bakınız. DûniHİ algı ve zann’larına dayalı hayat tarzı, kişinin kendini Allah’ın dışında bir varlık sanması ve buna göre yaşamasıdır: “Allah var, dışında müstakil ve muhtar kendisi de var” düşüncesine dayalı bir hayat. İnsanın bu algıdan çeşitli zannlar üreterek buna göre hayat tarzı oluşturması ancak MTG ile başarılır. Ama dikkat edin, dûniHİ algıdan Billâhi algıya geçebilmek de MTG ile başarılır. İkisi de onunla! Allah muhafaza etsin, bâtıl yolda ilerlemek de Hakk yola dönmek de MTG ile olur. MTG dünyada bizim için bu kadar önemlidir. Bunu kitapçıklardan iyi incelemenizi, netleşmesi için gayret etmenizi öneririm.
Esfele sâfiliyn hayatın (yanlış hayatın) o hayatı benimsemiş insan için memnuniyet verici olması amacıyla MTG’nin Muhtariyet Gücü kısmına, o yetkiye kısıtlar koymak ayrı bir konudur. Yani esfele sâfiliyne ait hayatı en azından yanlışa düşmeden geçirmek için Muhtariyet Gücü’ne kısıtlar koymak “Tercih” ile ilgili değildir, o ayrı bir iştir. MTG’deki “T” yalnızca Hakk ve Bâtıl arasında tercihle ilgilidir. MTG’deki “T” Hakk’la bâtıl arasında bir tercih yapılacağı zaman devreye girer. Hakk’a yöneliş de, Bâtıl’a gidiş de MTG ile başarılır ama şöyle bir uygulama farkı var, şunu fark edin: Kendisine verilmiş olan MTG ile dûniHİ algı ve zann’larına uygun bir hayat tarzı oluşturmak için kişi MTG’deki yetkisini gaza tam basarak kullanır, bu yetkiyi öyle kullanır. Kimilerinin araba kullanırken gaza sonuna kadar basmayı sevmesi gibi, MTG’yi de bazıları öyle kullanır. O hayat tarzı zaten bazı karakterlerin işaretidir. Kişi MTG yetkisini kullanırken de kendisinin zannettiği bu tercih yetkisinin gazına sonuna kadar basar. Böylece esfele sâfiliyn yaşantıyı kendisine hayat tarzı haline getirir. Peki, dûniHİ algı ve zann’larından, yani esfele safiliyn yaşantıdan korunmak için MTG’yi nasıl kullanmak lazım? Gazına değil frenine basmak lazım. Fark budur! Bu yüzden yanlışa da, doğruya da MTG ile gidilir; gaza veya frene basarak!. Kendisine emanet edilen MTG’yi “var ve müstakil” ilan edip, “dilediğim gibi yaşarım, bana kim karışır” deyip gaza sonuna kadar basan esfele sâfiliyn hayatın da sonuna kadar gider. Frene basmak lazım! O öyle bir yetki ki yeri geldikçe frene basması lazımdır; ki çok sık yeri gelir. O yetkiyi frene basarak kullanan onu Hakk yolda kullanabilir. O yetki frene basarak nasıl kullanılır? Önemli nokta budur. Bir insanın bunu Rabbi öğretmeden bilmesi mümkün değildir. Çünkü o dünyaya geldiğinde MTG’yi sonuna kadar gaza basılacak şekilde buldu, kendisini de onun yarışı içerisinde buldu. Onun bir freninin olduğunu ve o frene basılması gerektiğini bize Rabbimiz öğretiyor. O freni bize öğrettiği tâbir budur: “Semi’nâ ve eta’nâ; işittik ve itaat ettik.” Paylaştıklarımızın süzüle süzüle geleceği en önemli nokta da burasıdır; semi’nâ ve eta’nâ. Bu o kadar önemli bir teslimiyet ifadesidir ki… Göreceğiz inşâAllah.
Şeytanı da yanıltan; bu yapı
“Hani melâikeye “Secde edin Âdem’e” dedik de, İblis müstesna behemehâl secde ettiler. (İblis): “Tıyn/balçık olarak yarattığın kişiye secde eder miyim?” dedi.” (İsrâ-61)
Bu âyetten birlikte dersler çıkaralım. Allah İblis’e “Şöyle yap” diyor, o “Semi’nâ ve eta’nâ” demiyor, “İşittik ve itaat ettik” demiyor, kendi bildiğini yapıyor. Bu anlatılanların hikmetleri ayrı iştir. Biz âyetin şu an lazım olan kısmını alıyoruz ki o da iblisin hüküm veriyor olmasıdır. Bu hükmün temelini ne oluşturuyor? Birbirlerine Göre Var olan yapı! “Âdem’e secde edin” denildiği zaman iblis onun dış görünüşüne (yaratıldığı malzemeye) bakıyor ve “Onu balçıktan yarattın, ben ise nârdanım, ondan üstünüm. Ona secde eder miyim?” diyor. Onu ne yanılttı? Birbirine Göre Var olan yapı! Görebileceğimiz en önemli ve ilk yanılgı budur ve bu bize derstir. Şeytanın nasıl yanıldığı ve bu yüzden başına neler geldiği bize ders olarak anlatılıyor. Âdem’in yapısına, dış görünüşüne bakıp aldandı. Bu dış görünüşte (bu hammadde ile) yaratılan için “Ben ondan üstünüm, secde etmem” dedi; “Semi’nâ ve eta’nâ” demedi. Böylece Allah’a ve yarattığına karşı Mütekebbir davranmış oldu.
Ayetten günümüzdeki secde etmeyenler için de bir çıkarım yapabiliriz: İkisi arasında fark var mı acaba?
“Muhakkak ki, Allah bilir ve siz bilemezsiniz.” (Nahl-74)
Hakk yolla ilgili öyle şeyler vardır ki Allah bilir, siz bilemezsiniz, kendiniz hüküm vermeyin diye bizi uyarıyor.
“Allah ve O’nun Rasûlü bir işi hükmettiklerinde mü’min bir erkek ve mü’min bir kadının o işlerinde kendileri için tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve O’nun Rasûlüne isyan ederse gerçekten apaçık bir dalâlete sapmıştır.” (Ahzâb-36)
Musibet Allah’tan uzaklaştıran şeydir.
Ve o ellerinizin kazandığıdır

Âyet “frene basın” diyor. Kim zâhiren ilk basamakta “insanın seçimi yoktur” derse yanılır. “Ancak şu durumlarda onların seçim hakkı yoktur” deniyor: Bir konuda Allah ve Rasûlü hükmettiğinde, o zaman mü’min erkek veya mü’min kadının o işle ilgili ayrıca bir seçimi olamaz, “Şöyle yapacağım, şöyle davranacağım” deme hakkı artık yoktur. “Seçim yapma gücü yoktur” değil, bu gücü kullanma hakkı yoktur. Kullanırsa haddi aşmış olur. Âyet şöyle tamamlanıyor: Kim Allah’a ve O’nun Rasûlüne isyan ederse gerçekten apaçık bir dalâlete sapmıştır. Dalâlete sapmak Billâhi gerçeğinden uzağa düşmektir, dûniHİ algıda çok ilerlemek, çok yol kat etmek demektir, hem de hızla. Bu kişi çok memnun, çok rahat, çok zengin, çok sağlıklı olabilir, ama dûniHİ algıda çok hızlı gider. Çünkü onun orada hızlı ilerlemesi için her işinin tıkırında gitmesi lazım. Onun o haline bakıp da “ne şanslı adam” demeyin, sakın. Onun yollarını açmışlar, esfele sâfiliyn hayatta, dûniHİ yaşantıda ilerleyip gitsin diye. Çünkü herkes âhiretteki yerine hazırlanıyor. O da yerini hak edebilmek için gayret sarf ediyor. Öyle de gider.
“Musîbetten size ne isâbet ederse ellerinizin kazandıkları dolayısıyladır. (Allah) birçoğunu da affediyor.” (Şûrâ-30)
Her yaptığınız bir musibete çevrilmiyor. Allah (bazısını değil) birçoğunu affediyor. Musibetin ne olduğu, neye musibet denildiği geniş bir konudur. İnsanın memnun olmadığı her olaya musibet denmez. Siz bir olaya musibet deseniz bile o Allah indinde musibet olmayabilir. O yüzden, âyet “Sizin şer zannettiğiniz şeylerin içinde hayr vardır, hayr zannettiklerinizde şer vardır, bilmiyorsunuz” der. Haberlerde vardı, adam iddiadan mı, loto/totodan mı şu kadar milyon lira kazanmış. Kazandıktan sonra başına gelmeyen kalmadı, neredeyse ölecek. Demek ki karşımıza çıkan her imkân hayr değil, bizi üzen sıkan her şey de musibet değil. Musibet Allah’tan uzaklaştıran şeydir, özellikle budur. Bir şey sizi Allah’tan uzaklaştırıyorsa o musibettir. Ve o ellerinizin kazandığıdır, yani fikirlerinizle yaptıklarınızdır. Kafanıza uyup da oluşturduğunuz fikirlerinizle yaptıklarınızdan, Allah’a “Semi’nâ ve eta’nâ” demediğiniz yerlerden başınıza bir çok şey gelir. Âyet bunu anlatıyor.
“Amener rasulü”deki iman,
“Allah’ın dışı algısı” olmadan iman etmektir

Amener rasulü ayetlerinin yeri geldi, şimdi Bakara Suresi 285 ve 286. âyetleri tezekkür edeceğiz.
Euzü Billâhi mineş şeytanir raciym, Bismillâhir Rahmânir Rahıym. “Âmener rasûlü Bi mâ ünzile ileyhi min rabbihî vel mü’minûn: Er Rasûl Rabbinden kendisine inzal olunana Billâhi anlamında îman etti, mü’minler de.” (Bakara-285)
Meal yapılırken buraya “Billâhi anlamında” ifadesi eklenmezse, bir kere âyette geçen “B” harfi, yani “bu îman dûniHİ değildir” anlamı kaçırılmış olur. Meâlen “Rasûl Rabbinden inzal olunana îman etti, mü’minler de” denilirse âyet eksik kalmış olur. Bu durumda okuyan kişi dûniHİ düşünebilir. Dışında, ötesinde bir Allah’a ve Rasûl’e îman ediyor olması ona doğru gelir. Ayet bize “Rasûl kendisine indirilene Billâhi anlamda îman etti” diyor. Yani, kendisine inene kendisini Allah’ın dışında düşünmeksizin îman etti. Mü’minler de böyle îman ettiler, kendilerini Allah’ın dışında algılamadılar, öyle düşünmediler. Zaten o günün müşrikleriyle olan mücadele buydu. Müşrikler Allah’a inanıyorlardı ama dûniHİ! İmanları Efendimiz (SAV)’in açıkladığı mânâda (“Billâhi” anlamda) bir îman değil.
Âmener Rasûlü âyetleri, nasıl inanacağımızı öğreten, çok önemli müjdeler içeren değeri çok yüksek iki âyettir.
“Küllün amene Billâhi ve melaiketihî ve kütübihî ve rusulihî: (Rasûl ve mü’minler) hepsi Billâhi anlamında olmak üzere Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve rasûllerine îman etmiştir.” (Bakara-285)
Allah’a dûniHİ olmaksızın îman ettiler. Meleklerini, kitaplarını ve rasûllerini Allah’ın dışında düşünmeksizin îman ettiler. “Allah var, dışında da melekler, kitaplar ve rasûller var” gibi bir îman değil! “B” anlamında inandılar. “B” anlamında iman, “Allah’ın dışı algısı” olmadan iman etmektir. DûniHİ ise, bir işi Allah’ın dışında düşünmek demektir. Kur’ân “DûniHİ bir şey yok, Allah’ın dışı yok. Onu sen uydurdun. Allah’a iftira ediyorsun” diyor. Bakara-285’in ilk kısmı bize mü’minlerin îmanını tarif etti: Onlar kendilerini de, melekleri, kitapları ve rasûlleri de Allah’ın dışında düşünmeden, onlara dûniHİ bir yer/varlık vermeden, öyle bir zann üretmeden îman ettiler. Böyle îman edenler sonra ne dediler?
“Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulihi. Ve kâlû: “Semi’nâ ve eta’nâ, ğufrâneke Rabbenâ ve ileykel masıyr: O’nun Rasûllerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Ğufransın Rabbimiz, dönüşümüz Sanadır dediler.” (Bakara-285)
“Lâ nuferriku beyne ehadin min rusûlih” duruşu yalnız İslâmiyet’te vardır, bunu yalnızca biz deriz. Diğer Ehl-i Kitab bütün rasûlleri kabul etmez. Ama biz ayırt etmeksizin hepsine iman ile kabul ederiz. Hiç birini ayırmaksınız bütün rasûlleri kabul ettiğimizi o zaman böyle söylemişiz, şimdi de söylüyoruz:
Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulihi: Biz O’nun Rasulleri arasında ayırım yapmayız!

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER