Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Süleyman Karakuş
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ASLINDA NEYİ YÖNETİYORUZ?

“Aslında neyi yönetiyoruz?” sorusuna verilecek cevabı baştan söyleyelim: Neyi, hangi süreci, hangi işi yönetirsek yönetelim, aslında yönetilen veya yönetilemeyen tek şey zamandır. Sermayemiz zaman, fırsat paketimiz zaman, akıp giden şey zaman, sınavına tabi tutulduğumuz zamandır… Biz zamanı kendimiz açısından şekillendirirken ona “zaman yönetimi” diyoruz. Fakat bu öyledir ki hayattaki her iş, her süreç, gençlik ve yaşlılık gibi her aşama, aile, eş dost ve diğer insanlarla olan her tür ilişki, bir proje, bir şirket, bir, okul, bir şehir, bir ülke yönetmek dâhil her şey doğrudan zamandadır, zamanladır, zamanı kullanmaktır, yetki ve imkânlarımız çerçevesinde onu yönetmektir. Hayatı böylesine kuşatıyor olması sebebiyle, zaman yönetimi bilimsel ve güncel olmayı, ileri projeksiyonlar yapmayı elzem kılmakta, dünya ile birlikte nefes alarak ve evrensel genel doğrulara uygun, etik değerler çerçevesinde karar vermeyi gerektirmektedir.
Ekonomi ve ekoloji nasıl ayrılamaz kavramlarsa, zaman ve nakit de öyledir; dolayısıyla zamanın ekonomisi yani zamanın nakite, somuta dönüşümü, optimal kullanımı birey ve toplum için, sürdürülebilir gelişim için esastır. Bu açıdan İslam toplumları ve müslümanların çok avantajlı olduğunu söylemeliyim. Böyle olmasına rağmen bunun tersi bir manzara varsa, bu durum toplumun veya bireyin İslam’ı yeterince ve doğru anlamadığı, bunun gayretinde olmadığını düşündürür. İslam bize zamanı yönetmemiz için bir hayat tarzı hediye etmiştir. Asr Suresi gibi zamanın ruhunu, aslını, manasını hissederek yaşamamızı öneren bir çok ayeti anlayamamış olmak hem kendimize hem dinimize bir haksızlık olur. Rasulullah (SAV) biz müslümanlara bir günün ve gecenin nasıl yönetilmesi gerektiğini yaşayarak göstermiştir. İslam’da zamanın çok önemsenmiş olması sebebiyledir ki hayatımıza güneşin doğuş ve batış anları, tam tepede olması aralığı, ikindi vakti, akşam vakti, yatsı vakti, teheccüt vakti gibi önemsememiz gereken gün içi döngüler yerleştirilmiştir. Ayrıca Cuma günü ve gecesi, Hac ve Kurban günleri gibi önemli gün ve geceler, üç aylar, haram aylar gibi zaman dilimleri duygu, düşünce ve davranışlarımızı doğrudan etkileyen süreçler olarak bize bir hayat yönetim süreçleri olarak öğretilmiştir. Meşguliyet gelmeden uygun zamanın, ölüm gelmeden hayatın, hastalık gelmeden sağlığın, yokluk ve darlık gelmeden varlığın, yaşlılık gelmeden gençliğin farkında olmamız gerektiği gibi birçok öğüt biz müslümanların dikkatini çekmelidir. Bu durumda, zamanın ruhunu en iyi müslümanın anlaması ve onu en iyi onun değerlendirmesi, süreç yönetiminde bir müslümandan daha şeffaf, daha dürüst, daha vizyoner ve daha başarılı birinin olmaması gerekir. Dolayısıyla, zamanın şekle bürünüşü olan hayatı bir müslümandan daha iyi anlayan, değerlendiren ve yönetenin olmaması beklenir; eğer örneğimiz Rasulullah (SAV) ise böyle olmalıdır, böyle olmalıyız. Hadislerde, cennete gidecek kişilerin bile cennette duyacakları bir pişmanlıktan söz edilir, baktığınızda onların pişmanlık duyacakları tek konunun zamanı yönetmekle, değerlendirmekle ilgili olduğunu görürsünüz. Bütün bunlardan çıkaracağımız tüm zamanların sonucu şöyle olabilir: İnanç açısından önemi kadar günlük yaşantı için önemi nedeniyle de öncelenmesi, araştırılması ve hayati değerde görülmesi gereken tek şey, tek konu zamandır. İnsan yaşarken neyi yönetiyor olursa olsun aslında yönettiği yani değerlendirdiği tek şey odur: Zaman; vakit, an, ömür, asır, gün, gece, süreç, proje, aile, okul, iş yeri, şehir, ülke gibi isimlere bürünür de biz onları yönetmeye çalışırız ama adı ne olursa olsun meşgul olduğumuz şey hayatı tümüyle kuşatan tek şeydir ve o zamandır.
İnanışımızda zamanın ne kadar değerli, ne kadar hayatın merkezi hatta ta kendisi olduğunu gördük. Buna rağmen zaman tam tanımlanamayan bir manadır, öyle kabul edilir. Böyle olmasına rağmen düşünürler, bilim adamları onun göreceli tanımlarını oluşturmuşlardır. Mesela, dünyanın kendi etrafındaki turuna gün, güneş etrafındaki turuna sene dediğimiz bir zaman kabulü var. Elbette bunlar mutlak manasıyla zamanı tanımlamıyor. Fakat tanım yapmak, o kavramı anlamak, yönetmek ve kullanabilmek için önemlidir ve şarttır. Bu sebeple, bir tanım varsa ve bu tanım göreceli olarak da olsa doğruysa o tanımdan yararlanmak, mevcut tanımlarıyla da olsa zamanı en verimli şekilde değerlendirmek önemlidir. Bu yapıldığında, sorumlu olduğumuz, paydaşı olduğumuz süreçleri bilimsel ve verimli olarak yönetmeye, sürdürülebilir yönetmeye, çıktı kalitesi yüksek süreçler planlamaya başlayabileceğiz demektir.
İleri ve bilimsel bir zaman/süreç yönetiminin koşulu doğru inanışlı, doğru düşünceli olmaktır. Sonra da bunun gereği olarak menfaat hesapları yapmamak, ikbal hesaplarıyla yatıp kalkmamak, takdir ve teşekkür beklentisiyle yaşamamaktır; yapacaklarını Allah için yapmaktır. Buna kültürümüzde hasbilik denir. Bu şekilde yaşamaya, medyatik ve göstermelik olmayan hasbi yönetişim platformlarına insanın ama her insanın (her inanıştaki, her düşüncedeki, her hayat tarzındaki insanın) yani insanlığın ihtiyacı var. İstanbul feth edildiğinde Bizans’ta yaşayanlar ne diyordu: Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz… Osmanlı ile özdeşleştirdikleri şey hasbilikti, hasbiliğin çıktıları olan adaletti, şefkatti, kendini kendi hissettiği gibi yaşayabilmekti. İşte o gün de onların istedikleri, bekledikleri tek şey bu idi: Hasbilik…
Zaman yönetiminin değinmeye çalıştığımız bir ruhu var, bir de teknik vasıfları da var; zamanın satın alamayacağımız, ödünç alamayacağımız ve veremeyeceğimiz bir olgu olması, bütün insanlar için 24 saat olması, yerine başka bir değeri ikame etmenin mümkün olmaması, israf edildiğinde, kaybedildiğinde geri kazanılmasının mümkün olmaması gibi. Bu teknik özellikleri de göz önüne alındığında zamanın hayatımızda etkin olabilmesi için etkin kullanılabilmesi gerekiyor. Zamanı değerlendirme, verimli kullanma konunun önemi açısından bazı bilimsel tespitleri paylaşmak isterim. Bu tespitleri yapan bilim adamları diyor ki: Yaşanan bütün yenilgiler, bütün hatalar, özel hayatta ve iş hayatında yapılan bütün yanlışlar hepsi, düşünmeden, planlamadan yapılan işlerin ikinci adımlarıdır; planlama sürecinde kullanılan her dakika, o işi uygulamaya başladığınızda size en az üç dört saat kazandırır. Bu sebeple, hayatı seven, onu değerli gören bir kişi zamanı boşa harcamaz, aslında onun boş zaman diye bir kavramı olmaz. Uygun zaman boş zamandan farklı bir şeydir. Hayatı seven zamanı da sever, çünkü zaman hayatın ta kendisidir.
Vaktin, zamanın kıymetini biraz hissettiren bu tespitlerden sonra, hayatta zaman ile kurulan iki ilişkiye dikkat çekmek istiyorum: Sıradan insan zamanı nasıl tüketeceğini, nasıl zaman öldüreceğini düşünür; akıllı insan zamanı nasıl kullanacağını planlar. Bir prensip vardır; Pareto Kuralı diye bilinir: Bir işe odaklanmadan göstereceğiniz çabaların % 80’iyle o işin ancak % 20’sini yapabilirsiniz. Oysa işinize odaklanarak harcadığınız % 20’lik bir çaba ve gayretle o işin % 80’ini tamamlayabilirsiniz. 80/20 kuralı diye de bilinen bu kural zaman yönetimi için çok değerlidir; öngörülü ve hedefli olmayı, zamana kısa, orta ve uzun vadeli bilimsel planlarla (üçü bir arada) yönelmeyi gerekli kılar.
Sonuç olarak gördük ki: Aslında tek malzememiz zaman, telafisi ve ikamesi mümkün olmayan da zaman… Bu öyle bir değerdir ki hem bireyler hem de toplum için mutlak farkındalığı gerekir; kendisinden habersizce akıp gitmemesi gerekir. O zaman, lütfen onu duygusal kullanmayalım, mümkün olduğunca bilimsel yönetelim. Hayata dair verileri bölücü olmadan, önyargılı olmadan doğru analiz edelim, bu kapsamda bakış açıları, kararlar ve hedefler oluşturalım; vakit israfı olacak kararlar vermeyelim; içi boş sloganik düşünce ve söylemler geliştirmeyelim ve böyle laflara zihnimizde, gönlümüzde yer vermeyelim: Aynası işidir kişinin lafa bakılmaz… Bu yanılgı telafisi mümkün olmayan bir kayıptır, hepimizi acıtır, gelecek nesilleri de…
Kim, hangi toplum zamanı (vakti, dehri, asrı, ömrü, yaşantıyı) “ti”ye alarak, baştan savarak, “mış gibi” yaparak kullanmaya kalkmışsa kaybetmiştir. Zaman canlıdır; ruhu ve hissetmesi vardır, ondan korkmalıyız. O kendisini önemsemeyen, kendisine dürüst ve şeffaf davranmayanı ciğeri gibi bilir ve cezalandırır. Zamanın adaleti ve hakemliği saptırılamaz. Bu gerçek, yaşadığımız sürece kulağımızda takılı bir küpe olmalıdır. Unutmayın, hayat onunla ve onda… Ondan bilimsel yararlananlar doğru, huzurlu ve mutlu olarak yaşayacak, rol aldıkları mikro ve makro ölçekli yönetişim süreçlerini de böyle yürüteceklerdir. Bilimsel kelimesi lütfen sizi ürkütmesin. Egosunu ve şartlanmalarını değil de hakikati seven, doğruyu arayan, doğruyu yapmaya çalışan, yanılgılarını hızla ve hemen düzelten, düzeltmeye çalışan bir hayatı kastediyoruz bilimsel derken… Böyle bir hayat ancak barış, huzur, onur, şeffaf ve adil yönetişim, sürdürülebilir bir hayat ve kalkınma üretir. Küresel ve toplumsal ilişkilerde özlenen de bu değil midir? Öyleyse nerede yaşıyor olursak olalım, hangi konumda olursak olalım hedefimiz bu olmalıdır: Bölmeden, nefret etmeden yaşamak, doğruya, hakikate sevdalı yaşamak. Böyle yaşandığında ömür gerekten hayattır. Sizin ömür dediğiniz ise zamandır ve o candır, canlıdır; hisseder, şahittir, şahitlik eder, yargılar; ödüllendirir ve cezalandırır. O sizi her koşulda tanır ve bilir; sadece konuştuklarınız ve yaptıklarınız değil sessizce düşündükleriniz de zamanın şahitliğine tabidir; sizin her haliniz ona tabidir; gizli veya açık bir şey üretiyorsanız hep onunlasınız; unutmayın!

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER