Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ATTİLA VE HUN TÜRKLERİ

Artık, kesinkes belli olmuştur ki, Türkler’in anayurdu Avrasya’dır… Yani Türkler, tarih boyunca hem Asya’da, hem de Avrupa’da yaşamışlardır. Anadolu’ya gelişleri ise, 1071’den çok daha önceleridir.
Bir yandan değerli bilim adamlarımız; öte yandan Türk dostu yabancı bilginler; tarihi belgelere ve yeni bulgulara dayanarak Sümerlerin de, Etrüsklerin de Türk kökenli olduklarını; ya da bu büyük milletlerin, Türkler’in ataları olduklarını ortaya koyan yayınlar yapmışlardır. İyi niyetle yapılan, gerçekçi yayınlar arasında Macar bilim adamlarının eserleri, pek çok tarihi gerçeği de bilim dünyasının gözleri önüne sermiştir. Bunlardan birisi de Tarık Demirkan’ın çevirisiyle, Yapı Kredi Yayınları arasında, Türk Kütüphanesine kazandırılan Hunlar ve Tanrı’nın Kırbacı Attila adlı eserdir. Daha önce altını çizerek okuduğum bu eseri, kitaplığımda muhafaza ediyordum. Amacım, bu eseri kamuoyuna tanıtmaktı. Şimdi sırası geldi ve bir kez daha gözden geçirdiğim eserdeki, ilginç bilgileri aktarmak istiyorum.
Ünlü Türkolog, Macar bilim adamı Gyula Nemeth’in yayına hazırladığı kitapta tarih bilginleri Lajos Ligeti’nin, “Attila ve Hunlar’ın Tarihi Kökenleri” ve “Asya Hunları”; Peter Vaczy’nin, “Avrupa’da Hunlar”, “Batı Steplerinin Yeni Efendileri”, Avrupa’da İmparatorluğun Kurulması”, “Attila ve Hunlar”, “İmparatorluğun Çöküşü”; Sandor Eckhardt’ın, “Destanlardaki Attila”, “Gog ve Mogog’un Oğulları”, “Hunlar’ın Kimlikleri”, “Hunlar’ın Efsaneleri”, “Gog-Longobard Hikayeleri”, “Efsanelerdeki Attila”, “Germen Attila”, “Macar Efsanelerinde Attila” ve Gyula Nemeth’in, “Hunlar Hangi Dili Konuşurdu?”, “Hunlar ve Macarlar”’ başlıklı, son derece ilginç ve o derecede önemli makaleleri yer almaktadır. Bir anlamda makaleler toplusu olan eser, bir bütünlük arzetmekte, Attila ve Hun Türkleri, bütün yönleriyle gözler önüne serilmektedir.
Görüleceği gibi, yazarların hepsi de Macar bilim adamlarıdır. Bu yönüyle eser, bizim açımızdan daha büyük önem taşımaktadır. Zira bizi biz değil, başkalarının yazmaları ve övmeleri önemlidir.
Söz konusu eseri bütünüyle ele alıp irdelemek, bu yazının sınırlarını zorlayacaktır. O nedenle, tam bir eleştiri yapmak yerine, Macar bilginlerin, Hunlar, Türkler ve Attila ile ilgili bazı tespitlerini aynen almak ve yorumu, okuyucuya bırakmak, daha iyi olacaktır, kanısındayız.
Öncelikle belirtmek isteriz ki; adı geçen bilim adamlarının hepsi de Macarlar’ın, Hunlar’ın devamı olduğunda hemfikirdirler. Bakınız Lajos Ligeti bu konuda ne diyor:
“Macarlar’ın ataları olan Hunlar, Macarların atalarının (Başkır-Başkurt’ların yani Pasukililerin) ataları olan Hiung-nu (Hun)’larla aynı halktırlar… Macarlar Hunların torunları, aynı zamanda Macarlar Başkurtların da torunları ve öte yandan Başkurtlar ise Hunlar’ın torunları, yani Macar halkı, Hunların devamıdır.”
Yani Hunlar Türk’tür; ama bu gerçeği, bazı yabancı bilim adamları ve araştırmacılar inkar etmektedir. Oysa tarihin derinliklerinde yakın akrabalık bağımız olan Macarlar’ın yetiştirdikleri değerli bilim adamları, gerçeği vurgulamaktan çekinmemekte ve yazmaktadır:
“Attila halkının ve boyunun Türk olduğu gerçeği inkar edilemez. Burada çok sayıda Türk kökenli ad kanıt olarak gösterilebildiği gibi, Attila’nın ölümünden sonra egemen hanedan ailesinin erkeklerinin yönetiminde oluşturulan alt imparatorluklar tamamen saf Türk halkları içermekteydi.”
1982 yılında Çin’e yaptığım ilk seyahatte, Çin Seddi’ni geçerken, seddin inşa nedenini sorduğumda, Çinli rehberim, “kuzeyden gelen düşmanlara karşı” diye cevaplamış; “kuzeydeki düşmanlarınız kimlerdi?”, diye sorduğumda da, sessiz kalmıştı. Oysa ben, gerçeği biliyordum ve Macar bilgin de bu gerçeğe parmak basmaktadır. L.Ligeti, Asya Hunları’nı anlatırken, Çin Seddinden de söz ediyor ve bu seddin neden inşa edildiğini Çin belgelerine dayanarak açıklıyor:
“Hun saldırılarının geldiği kuzey bölgelerinde ise surlar sağlamlaştırıldı. Takviye edildi ve eksik yerlere de yeni duvarlar çekildi. İşte böylece onbin mil uzunluğunda olduğu söylenen büyük Çin Seddi ortaya çıkmış oldu. Bu duvarın tek görevi, ülkeyi Hun saldırılarına karşı korumaktı… Bu dönemde Hunların hükümdarı, ya da kendi deyimleriyle şan-yüleri Teoman idi.. Teoman, Çinlilerin adını kaydettikleri ilk hükümdarlarıdır…Teoman yönetimindeki Hunlar…Sarı Nehri geçip, Ordos’u tekrar zaptettiler…”
Yazar bundan sonra, Teoman’ın yerini Mete’nin almasıyla ilgili gelişmelere değinmekte ve o arada bazı Türk gelenek ve göreneklerinden örnekler vermekte; şunları yazmaktadır:
“Hun İmparatorluğunun en görkemli dönemi Mete dönemidir. M.Ö.177 yılında Hun imparatorluğunun sınırları doğuda Kore’ye kadar ulaşıyor, kuzeyde Kerulan, Tola, Selenga, Yenisey, İrtiş ve İsim nehirlerinin vadilerini kapsıyor, Batıda Balkaş gölünü aşıyor, neredeyse Aral’a erişiyor, güneyde Karakurum ve altın Dağı kapsıyor ve Çin bölgelerini de içeriyordu.”
Peter Vaczy’ de Hunlar’ın Türk kökenli olduklarını vurgulamakta ve şöyle yazmaktadır:
“Hunlar Türk’tüler…Ama Türk olan sadece dış görünüşleri değildi, dilleri de Türk idi. Ama Hunların konuştuğu dil, Çuvaş-Bulgarların değil, Türk, Uygur ve Avarların kullandıkları dildi.”
Yazarın altını çizdiği şu görüş ise, iyi niyetli ve Türkler’e karşı olumlu tavır sergileyen dürüst ve namuslu bilim adamlarının ortak düşüncedir:
“…O zamanın kronikleri Hunları, yüksek dağların tepelerinden kopup esen, her şeyi silip süpüren, ansızın belirip, ansızın bitiveren fırtınalara benzetiyorlar.”
Hun İmparatorluğuna doğru gidilen yoldaki gelişmeler de eserde şöyle yansıtılmaktadır:
“…Hun İmparatorluğu’nun batı kanadı ilk olarak sadece bir zamanlar Batı Gotlarının yurdu olan bölgeye yerleşti. Güneyde Tuna’ya kadar uzanıyor, kuzeyde Transilvanya’nın Berces bölgesine giriyor, batıda Sörenyi dağlarıyla sınır çiziyordu…Bu Hun boyları herhalde Dobruca’ya yerleşen ve hristiyanlıkla da tanışan Hunlar’dı…Hunların büyük kralı Karaton, Hun boylarının önemli bir bölümüyle beraber daha Don Nehrinin ötesinde yurt tutmuştu. Batı kolunun lideri, kayıtlara ilk kez 400 civarında giren Uldin idi. Hunlar Karpatlar’ı onun liderliğinde aştılar… Hunlar doksanlı yıllardan itibaren Karpatlar’ın Avrupa tarafında yaşayan halklar üzerinde etkili olmaya başlamışlardı…Bu toprakların yeni fatihi olan Hun halkı, Tuna-Tisa nehirleri arasındaki düzlüğü ele geçirmek için bugünkü Romanya ovasından ilerliyerek geldiler. Tuna-Tisa nehirleri havzasını ele geçirmeleriyle birlikte birçok halk yurtsuz kalmıştı.
…Sonunda Kuzey Denizine kadar ulaştılar. Acaba deniz manzarası steplerin çocuklarında nasıl bir etki bıraktı? Tuzlu ve rutubetli hava onları rahatsız etmiş olmalıydı. Kuru step havasına alışmış çiğerlerde deniz havasının yaratacağı ağırlığı yaşamış olmalıydılar. Buralara yerleşmek için gelmediklerinin bilincindeydiler. Yağmalama gibi bir dertleri de yoktu. Sadece bölgeyi egemenlikleri altına almak, özellikle de ilerisi için bu yöreyi sağlama bağlamak istiyorlardı. Rayna geçitleri ileriki bir Gal saldırısı karşısında ellerinde olmalıydı. Rome limes’i boyunca yerleşen Germen kavimleri Hunların iradesine boyun eğdiler. Bugünkü Çekoslovakya’daki bir takım Markoman kavimleri, İsviçre dolaylarındaki Almanlar, Burgundların bazı boyları, Franklar hep Hun egemenliği altına girdiler. İlerde Attila 251’de Batı Roma’ya karşı sefere çıktığında Almanlar, Burgundlar ve Franklar askerleriyle Hun ordularına katılmışlardı…”
Eser, çok önemli bir tarihi gerçeğe de dikkati çekmektedir:
“…Rusya’nın step alanları, yani Kiev-Perm hattının güneyinde kalan bölgeler Hun egemenliğinde idi…”
Ve fetihler…fetihler…fetihler:
“…Hunlar, Bizansla aralarındaki ittifaka son verip Roma İmparatoru ile ittifak kurdular…İtalya’yı işgalden kurtaran Uldin’in Hunları olmuştu… Hun-Roma ittifakı Germenlere karşı en büyük darbeyi Rayna’da indiriyordu… Bizans açısından artık Hunlar dost değil, korkulan bir düşmandı…Hunlar yeniden Bizans topraklarını kasıp kavurmaya başlıyorlardı…Eğer Bizans rahat etmek istiyorsa bunun bedelini ödemek zorundaydı. Barışın bedeli o zaman yılda 350 libre altındı…Bu anlaşma Bizans devleti için son derece onursuz bir anlaşmaydı.Ama elden ne gelirdi. Korkunun egemen olduğu bu ortamda istenilen vergileri vermekten ve dayatmaları kabul etmekten başka çare kalmamıştı. Şimdi artık herkes biliyordu ki Hunlar Doğu Roma imparatorluğunu bir talan ve yağma bölgesi olarak görüyorlardı… Anlaşmayı Bizans bozdu! .. Hunlar bu kez ordularıyla Tuna Nehrini aşarak Sirmium, Singidunum, Viminacium, Ratiaria gibi şehirleri ve hatta ülkenin daha iç bölgelerindeki Naissus, Philippopolis, Arcaidanopolis ve Constantia (Köstence) gibi şehirlerini yerle bir ettiler! Sicilya’dan geri dönen Bizans Ordusunu ise Trak geçitlerinden Chersoesosan’da bozguna uğrattılar. Tüm bunların ardından barış koşulları doğal olarak Attila ve Bleda tarafından dikte edildi. Bizans’a karşı uygulanan vergi iki-üç katına çıkarıldı. Attila daha önceki dönemlerden kalan vergi borcu için 6000 libre, yani 432000 solidus altını istiyordu.
…Attila 447’de büyük ordusu ile Trakya’ya girdi. Barbar kökenli Bizanslı bir kumandan olan Arnegisclus’un kumandasındaki Bizans ordusunu Dacia’da bozguna uğratan Attila’nın ordusu tüm Balkan yarımadasını işgal etti ve Thermopylak’a ve Kostantinopolis (İstanbul)’e kadar tüm bölge Hun dehşetini bir kez daha yaşadı. Hunlar’ın bu seferinde 70 kent yakılıp, yıkıldı.”
Avrupa’ya hakim olan büyük Hun İmparatorluğu’nun başındaki adamlar kimlerdi? Bir de Macar bilginin belgelere dayanarak verdiği bilgilere bir göz atalım:
“…İsmen de tanıdığımız ilk Hun büyük kağanı Balamber’di…Bir sonraki Hun kralının Uldin olduğunu kaydediyor, tarihçiler… Karaton’un ise tüm Hun imparatorluğunun başında olduğunu kesin olarak biliyoruz… Oktar ve Ruga (veya Rua) Attila’nın babasının yani Mncuk’un kardeşleriydiler. Attila’nın bir diğer büyük amcası ise Aybars. Oktar ve Ruga’nın ülke yönetimini kendi aralarında paylaşmaları da söz konusu olmuş olabilir. Oktar 430’da, Ruga ise 434 yıllarında öldüler. Ruga’nın ölümünden sonra Muncuk’un en büyük oğlu Bleda tahta geçti. Bleda tahta geçer geçmez, ikinci bir kral olarak kardeşi Attila’yı yanına aldı. (Ülkeyi birlikte yönetiyorlardı) Attila, 445’de kardeşi Bleda’yı öldürttü!… Avrupa Hun İmparatorluğu’nun temelleri Attila tarafından değil, ondan önceki Hun kralları tarafından atılmıştı…”
Peki, bütün bu liderlerin içerisinde en şöhretlisi olan Attila nasıl bir adamdı?
“…Attila’ya dair anlatılan şeyler, en küçük ayrıntaya kadar aslında bir göçebe halkın imparatorunun gayet yerinde bir tanımlaması idi. Attila da Avar Bayan veya Türk Silzibul gibi bir kraldı…İhtişamlı bir hava içinde yürüyor, yürürken gözlerini sağa sola çevirerek, gururlu vücudunun çevresinde nasıl bir etki bıraktığını da izliyor. Savaşmayı çok sevmesine rağmen her zaman son derece tedbirli davrandığı ve çoğunlukla akılcı çözümleri tercih ettiği de biliniyor. Aman dilemeyenlere karşı acımasız, ama kendine itaat edenlere,onun iradesini kabul edenlere karşı gönlü büyük. Boyu kısa, omuzları geniş. Başı büyük ve yüzünde gözleri son derece ufak görünüyor. Artık kırlar karışan sakalları çok sık değil. Basık burnu ve çirkin yüz rengi etnik kökeninin damgasını taşıyor. Bu anlatılanlar Attila’nın Moğol türü bir Türk tipi olduğunu tartışmasız ortaya koyuyor. Basık burun, küçük gözler, yüz rengi, kısa boy, boynunun kısa olması gibi özellikler bunu gösteriyor. Köse sakal da Türk kökenli Asya göçebelerinin (Kırgızların vb.) en belirgin özelliklerindendir… Attila sıradan bir Hun gibi yaşıyordu. Konuklarının onuruna verdiği ziyafetti, herkese gümüş tabaklar içinde biribirinden güzel yemekler sunulurken, o tahta tabaklardan sadece et yemeği tercih ediyordu. Konuklar altın ve gümüş kadehlerden içerken, o yine içkisini tahta kadehten içiyordu. Üzerindeki giysiler de son derece basit kıyafetlerdi ve sadece temizliğiyle dikkati çekiyordu. Kılıcının kını, barbarların kullandığı türden sandaletlerinin bağcıkları ve atının dizginleri diğer Skir ileri gelenlerininki gibi altınlarla ve kıymetli taşlarla süslü değildi… Attila’yı kimse gülerken görmezdi…Eğlenmez, gülmez, yüzündeki ciddi ifadeyi bir an bile bozmadan otururdu…Attila falcılara önem verirdi…Batıl inançların tam manasiyle esiri idi…Attila da çevresini din adamlarıyla kuşatmıştı…Falcılara sormadan hiçbir iş yapmazdı…Batıl inançları onu zayıflatıyordu. Roma’yı zaptetmekten de onu alıkoyan bu inançlardı. Roma’yı ele geçirmesine engel olan onun kendi adamlarıydı…Attila 453’de öldü.Yeni karısı İldiko ile gerdek gecesini yaşadığı gece burun kanamasından öldü. (Öldürüldü mü, tam olarak bilinmiyor?) Attila’nın ilk karısı olan Arı-Kağan’dan olan üç oğlu arasında en büyük Ellak olduğu için, tahtın gerçek varisi oydu. Ama kardeşleri; Dengizik ve İrnek de imparatorluktan pay almak istiyorlardı. Sonunda üç kardeş arasında amansız bir taht kavgası başladı. Hun egemenliği altındaki halklar da bunu bekliyorlardı ve ayaklanmalar başladı!…”
Hunlar da Attila da, bugün bile Avrupa’da efsanelerle yaşatılmaktadır. Kitaptan okuyalım:
“Avrupa halklarının efsanelerinde ve masallarında da Hunlar’ ve Attila vardır. Bu efsaneler, halkın belleğinde öylesine yerleşmiştir ki, Attila adeta ilahlaştırılmıştır!… Bunlardan birisi de Attila’nın kılıcıdır. Bu nedenle;“Batı dünyası Attila’yı Tanrı’nın Kırbacı olarak niteler ve günah dünyasına kapılan Hıristiyanlığı cezalandırıp yola getirmek için Tanrı tarafından gönderildiğini söylerGot Tarihi adlı eseri yazan İzidor, Hunlar’ın, Tanrı tarafından, Avrupa’yı düzene sokmak için gönderilmiş olduklarını ima eden, şu görüşe yer vermektedir:
“Onlar, Tanrının gazabının oklarıdırlar ve Tanrı öfkesini ne zaman dile getirmek istese, bizi onlarla kırbaçlıyacaktır. Tanrının amacı, böylece insanoğlunu yola getirmek, günah işlemekten onu alıkoymak, bencilliğinden kurtarmak ve ebedi mutluluğu elde etmesini sağlamaktır. Çünkü bu halk öylesine dehşet vericidir ki, savaşta aç kaldığında, sırtında oturduğu atın damarlarını kesip, açlığını atının kanını içerek giderebilir…”
Hunlar ve Attila, fetihler sırasında, kuşkusuz birçok yerleşim birimini yakıp yıkmıştır; ama, öte yandan yeni şehirler inşa ettirdiği, köprüler ve meskenler yaptırmış olduğu da bilinmektedir. Macar bilgin-yazarlar bu konuda da bilgi veriyorlar:
“Öte yandan Attila’nın diğer yüzü ise inşa ettirici, yapıcı Attila’dır. Almanya’da Trier yakınlarındaki İgel’deki Roma zafer abidesinin Attila tarafından inşa ettirildiği XII.yüzyıl kayıtlarında vardır.Bu arada Attila Köprüsü de vardır. Bu şehirdeki kulelerden birisi hala Attila Kulesi adını taşır.”
“Hun dilinde kumandanlara span (ispan) dendiğinden, bu ülkenin adı daha sonra İspanya olarak kalır.”
Sonuç olarak, ortaya çıkan gerçek şudur: Attila, Avrupa’da bir efsanedir… Kimi Avrupalı ondan nefret ederken; Macarlar gibi, Avrupalılar da, O’na hayrandır ve kendilerini O’nun torunu olarak görürler. Bugün Macaristan’da doğan erkek çocuklarına en çok konulan isim, Attila’dır. Keza pek çok yere de Attila adı verilmiştir. Öte yandan Hun (Macarca Kun) adı da, Macaristan’ın pek çok bölgesindeki yer adıdır. Hunlar ve Attila, bir yandan tarihi gerçekler olarak ele alınmakta; öte yandan, efsanevi imparatorluk ve kişilik olarak değerlendirilmektedir. O kadar ki, Hunlar ve Attila için oluşturulan ve yaşayan efsaneler öylesine fazladır ki, ciltler dolusu kitap haline getirilse yeridir.
Ne yazık ki, Hun-Türk İmparatorluğu ve Attila için ülkemizde, ne roman, ne tiyatro eseri, ne sinema çalışması yapılmıştır!… Saçma-sapan bir TV dizisinin dışında Attila gerçeği, bir sanat eseri olarak Türk kamuoyuna yansımamıştır! Sıradan, sinema filmleri TV ekranlarına defalarca getirilirken, yabancıların yaptıkları Attila filmi ise, nedendir bilinmez, bir daha gösterilmemiştir.
Hun ve Attila tarihi, bizim, yani Türk Milletinin tarihidir. Bunun böyle olduğunu yabancılar dahi yazdıkları eserlerle ortaya koymuşlardır. Öyleyse, bütün Avrupa’ya egemen olan Büyük Hun İmparatorluğu ile O’nun efsanevi imparatoru Attila, artık, lâyıkı ile öğretilmeli ve Milletimize tanıtılmalıdır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER