Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AZERBAYCAN -10-

EBULFEZ ELÇİBEY
1992 yılında Azerbaycan’a birkaç kez gittim. Halk hayatından memnun değildi. Ekonomideki çöküş bir yana, herkes geleceğinden endişeliydi. Ülkenin her yerinde Ebulfez Elçibey rüzgârı esiyordu. Yapılacak ilk seçimde onun cumhurbaşkanı seçileceğine muhakkak nazarı ile bakılıyor; yerli yabancı basın mensupları onunla bir söyleşi yapabilmek için randevu üzerine randevu talep ediyorlardı. Değerli dostum Abbas Abdullah’a rica ederek beni Elçibey’le görüştürmesini istedim. Zira Abbas, Elçibey’in yakın kadrosunda yer alan, Halk Cephesi’nin ağır toplarındandı. Nitekim çok geçmeden, özel mekânında Elçibey’le buluştuk.
Çalışma odasına girdiğimde gördüm ki; bir düşünürün, bir bilginin çalışma odasıydı. Duvarlarda Atatürk, Türkan Şoray ve Şehriyar’ın fotoğrafları; Bozkurt resmi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı ve İslamiyetle ilgili resim ve fotoğraflar göze çarpıyordu. Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı şiirinin tam metni de poster hâlinde sergileniyordu. Her yer kitaplarla doluydu.
EDİNDİĞİM İZLENİM
Ebulfez Elçibey, üzerimde olumlu izlenim yaratmıştı. Gerçek bir halk adamı ve son derece mütevazı bir insandı. Düşüncelerini açıkça söyleyen dürüst bir kimliği vardı. Asla bir politikacı görünümü yoktu. Öyle olsaydı; “Üç yıl cumhurbaşkanlığı yaparak devlet çarkını döndürecek ve tekrar Halk Cephesi’nin başına geçeceğim. ” der miydi?… Örneğin; “İki Azerbaycan’ı birleştireceğim; Afganistan gibi ülkelerde yaşayan insanların mutluluğu için çaba harcayacağım. ”der miydi?… Benim bir gazeteci olarak onun bu sözlerini yazacağımı düşünerek, yüreğindeki tüm sevdayı açıklamaması gerektiğini düşünmüştüm.
Odası darmadağındı. Bir kenarda duran yer yatağını göstererek; “burada yatıyorum” gibi bir tevazu gerekir miydi? Kısa bir süre sonra cumhurbaşkanı koltuğuna oturacak bir insan, özellikle Batılılar tarafından küçümsenmez miydi?…
Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü yürekten destekliyordu. Kısacası Ebulfez Elçibey, cumhurbaşkanlığının en güçlü adayı idi. Türkçü, Atatürkçü ve Türkiye âşığı bir insan olarak, Türkiye kamuoyu da onun seçilmesini arzu ediyordu. Ve seçilmişti…
NİZAMİ 850 YAŞINDA
Büyük Türk şairi Genceli Nizami’nin doğumunun 850. yıl dönümü, Azerbaycan’da devlet düzeyinde kutlanacaktı ve ben, bu kez bu kutlamalar için davet edilmiştim. 28 Kasım 1992 tarihinde çeşitli ülkelerden davet edilenler, Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey tarafından kabul edilecekti.
Kabulde Cumhurbaşkanı’nın yanında danışmanları vardı. Başkan, yorgun ve solgun görünüyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, yanındaki kişiler de pek güven vermiyorlardı. Ayrılırken, evindeki ziyaretimde çekilen iki fotoğrafımızı imzalattım.
GENCE
Özel bir uçakla Gence’ye gidildi. Nizami adına inşa edilen görkemli makberenin öterenle açılışı yapıldı. Makberenin etrafı, çimler ve çiçeklerle süslenmiş, tam 850 tane ağaç dikilmişti. Bu işin, Azerbaycan Yurtseverler Derneği tarafından yapılmış olduğu söylendi. Sonra müzeyi gezdik.
Program arasındaki zamandan istifade ederek, şair Hazangül hanımın kaynatasının evine giderek çay içip bir şeyler yedik.
O geceyi bütün grup Gence’de geçirecekti. Bizim için de otelde yer ayrılmış ve çantalarımızı oraya bırakmıştık. Fakat Fazıl Bey’le Hazangül Hanım beni bırakmayıp evlerinde konuk ettiler.
AZERBAYCAN-1999
Azerbaycan İlimler Akademisi’nin Nizami adına Edebiyat Enstitüsü’nden peşpeşe iki çağrı aldım. Çağrılar üç ayrı etkinlik içindi ve peşpeşe şu etkinlikler yapılacaktı:
– Dede Korkud Sempozyumu
– Irak Türkmen Folkloru Paneli
– Doğumunun 100.Yıldönümünde Ahmet Caferoğlu’nu Anma Toplantısı
Gidip gitmemek hususunda tereddüt içinde iken, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Namık Kemal Zeybek; “Gidin, masraflarınızı biz karşılarız” deyince; Bakü’deki dostlarıma, “geliyorum” dedim.
12 Haziran 1999 Günü Azerbaycan Hava Yolları’nın Tupolev uçağı ile ikibuçuk saatlik bir uçuştan sonra 16. 15’de Bakü’ye ayakbastım. Bakü, Avrupai bir terminale kavuşmuş, giriş çıkışlar daha düzenli hâle gelmişti.Havaalanından, Bakü merkezine gelişte, göze çarpan en önemli değişiklik, yolun sağında ve solunda bulunan bütün panolarda, Aliyev’in resimleri ve çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalardan seçilen veciz sözlerin görünümüydü.
Bakü’deki oteller özelleştirilmiş; fiyatlar Avrupai boyutlara yükselmişti. Bu nedenle dostlarım bana, özel bir oda kiralamışlardı. Bundan da anlaşılıyordu ki, irili ufaklı özel sektör kavramı gelişiyordu. ABD ve Avrupa’nın ünlü bütün markaları, Bakü’den, Azerbaycan’a ayak basmışlardı.
EDEBİYAT GAZETESİ
Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin sahipliğinde yayımlanan Edebiyat Gazetesi, her seyahatte mutlaka uğradığım ve göremediğim nüshalarını alıp dikkatle incelediğim bir neşriyattır. Zira üyesi de olduğum Yazarlar Birliği, yıllarca Edebiyat Gazetesinin yazı kurulunda benim adıma da yer vermişti.
Bakü ile birlikte Azerbaycan’ın bütün kentlerinde Dede Korkud ile ilgili düzenlemeler yapılıyordu, dergilerde ve gazetelerde her gün bununla ilgili haberler ve makaleler yayımlanıyordu. Çünkü 1999 yılı, UNESCO kararı ile “Dede Korkud Yılı” ilan edilmişti.
Bir akşam Şehriyar Adına Tiyatro’da, “Deli Dumrul” oyununu seyrettim. Bu oyunun danışmanlığını, Türkolog dostumuz Dr. Güllü Yoloğlu yapıyordu. Hemen belirtmeliyim ki; Azerbaycan’da başta tiyatro olmak üzere, sahne sanatlarında büyük aşamalar kaydedilmiştir. O kadar ki bugün Çin Operası gibi bir de “Azerbaycan Operası” vardır.
ODLAR YURDU
Son Azerbaycan seyahatimde, ilk olarak Şehitler Hiyabanını (Şehitlik) ziyaret ettim. Sonra Haydar Aliyev ile Ebulfez Elçibey’in de anıt mezarlarının bulunduğu Ünlüler Mezarlığı’na giderek karanfiller koydum ve ruhlarına birer fatiha okudum.. Elbette bu mezarlıkta medfun bulunan kadim dostlarım Refik Zeka Handan, Feramez Maksudov ve diğerlerinin kabirlerini de ziyaret ettim.
Asya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Celil Nagiyev bir Çin lokantasında öğle yemeği verdikten sonra, Ateşgâh’a gittik. Bilindiği gibi Zerdüştlüğün doğuş yeri Azerbaycan’dır ve Ateşgâh, ateşe tapanların ibadet yeridir. Onbin yıldan bu yana sürekli yanmakta olan Ateşgâh, Yeni Surahan köyünün sınırları içerisinde yer almaktadır.
Bakü’de mutlaka ziyaret edilen Yanardağ ise, Mehemmedi-Dübendi sınırı içerisindedir. Kuşkusuz böylesine önemli olan arazi devletin malıdır ama; Elbaba Rehimov adlı şahsın elinde, arazinin tapusu vardır. Elbaba defalarca devlete müracaat ederek “ya satın alın ya da bırakınız ben burada bir restoran yaparak para kazanayım” der. Ama devlet izin vermez.
Gerek Ateşgâh, gerekse Yanardağ nedeniyle, Azerbaycan’a “Odlar Yurdu” da denilmiştir.
Gala Kenti, daha önce görmediğim bir kadim kent. Daha önce görmedim, çünkü, önceleri metruk bir halde olan kentte görülecek fazla bir şey de yoktu! Oysa burası 5000 yıl önce hayatın var olduğu bir yerdi. Halen bu Gala (Kale) köyünde 3000 kişi yaşıyor ve ibadete açık 5 camisi bulunuyor. Başkanlığını Mihriban Aliyeva’nın yaptığı Haydar Aliyev İrsini Araştırma Vakfı 2008 yılı içerisinde, 3 ayda restore ettirdiği tarihi alanı “Gala Arkeolojik Etnografik Müze Kompleksi” haline getirmiş.
Apşeron bölgesinin tam merkezinde bulunan kadim Gala kenti, bir açık hava müzesi olduğu gibi, bu kentte tarih içerisindeki yaşantı da gözler önüne serilmektedir. Örneğin eski tip bir ağıl…develer…koyunlar bulunuyor. Buradaki bir karakoyunun 100-110 kilo eti ve 40 kilo kuyruğu var.
14.Yüzyıldan kalan mezarlık ise kompleksin dışında bulunmaktadır. Kompleksin dışında kadim Gala ile ilgili başka mekânlar da var ama; zaman içerisinde yapılacak olan kazılarla bunların da ortaya çıkarılacağı kesindir.
ASYA ÜNİVERSİTESİ’NİN FAHRİ DOKTORASI
Bağımsızlığın kazanılmasından sonra Azerbaycan’da özel veya yarı özel üniversiteler açılmaya başladı. Bunlardan birisi de Asya Üniversitesi idi. Rektörlük görevini de Türkoloji dünyasının iyi tanıdığı, kadim dostum Prof. Dr. Celil Gariboğlu Nagiyev yapıyordu. Çok çalışkan ve üretken bir kişiliğe sahip olan Celil bey, Bakü Devlet Üniversitesindeki kürsüsünü de muhafaza ediyordu.
Asya Üniversitesi bana fahri doktora payesi verecekti. Bunun için Rektör Prof.Dr.Celil Nagiyev, birkaç kez davet etti ama gidip diplomayı alamamıştım. Bu kez bu onuru da yaşayacaktım.
Üniversite Senatosu üyelerinin yanısıra, Azerbaycan’ın tanınmış bazı ilim adamlarıyla yazarları, TRT de dahil yazılı ve görsel basından da birçok gazetecinin katıldıkları toplantı. Prof. Nagiyev’in sunuş konuşmasıyla başlamış, söz alanlar, benim, özellikle en sıkıntılı dönemlerde Azerbaycan’la Türkiye arasında köprü görevi üstlendiğimi ve yıllardır Türk dünyasında dolaştığımı söyleyerek fahri doktora kararının isabetli olduğunu vurguladılar.
Daha önce, Bakü Mehmet Emin Resulzade adına Devlet Üniversitesi, Azerbaycan İlimler Akademisi ve Moldova-Komrat Devlet Üniversitesi de bana fahri doktora vermişlerdi, hatta Komrat Devlet Üniversitesi’nden Fahri Profesörlük, Romanya İlimler Akademisi ile Romanya-Sibiu Halk Sanatları Akademisi’nden üyelikler almıştım. Ancak içtenlikle ifade edeyim ki, bu son doktora töreninde hakkımda söylenenler beni çok duygulandırmıştı.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER