Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

AZERBAYCAN -4-

BEYNELHALG HALÇA KONGRESİ
Kongre çeşitli seksiyonlar hâlinde devam ediyordu. Azerbaycanlı gençler, Türkiye’den gelen bilim adamlarının konuşmalarını izleyebilmek için, seksiyondan seksiyona koşuşturuyorlardı. Benim bildirim ikinci seksiyonda idi. Benden önceki kişi bildirisini okurken, salon dolmuş, birçok kişi ayakta kalmışlardı. Önceden duyurulduğu için tüm konuşmalar Rusça veya İngilizce yapılıyordu. Ben bildirimi hem Türkçe hem de İngilizce hazırlamıştım. İsteyenler, kulaklıklarla, konuşmaları İngilizce ya da Rusça takip edebiliyorlardı. Divan başkanı Özbek profesör beni kürsüye davet edince; konuşmamın İngilizcesini, spikere verdikten sonra şöyle dedim: “Sayın Başkan; konuşmamın İngilizcesini spikere takdim ettim; arzu edenler kulaklıkla takip edebilirler. Ancak, görüyorum ki, salonda bulunanların tamamı Azerbaycanlı gardaşlarımdır; bu sebeple ben, onların dilinden, Türkçe metni okuyacağım…”
Salonda müthiş bir alkış koptu!… Ve “Türk Halı Sanatı” konulu bildirimi Türkçe okurken; konuşmamı slayt gösterisi ile de destekledim.
Öğleden sonra da Kültür Sarayında, Niyazi Takizade yönetiminde muhteşem bir konser vardı. Konseri müteakip, topluca Gülistan Şadlık Sarayındaki yemeğe gidildi. Yemekte Azerbaycan protokoluna mensup zevat da vardı… Bir yandan yenilip içiliyor; öte yandan birbirlerinden güzel Rus kızlarının varyeteleri, konserler, sazlar ve rakslar seyrediliyordu.
Sekiz kişilik Türkiye delegasyonu, toplu hâlde bir masada oturuyorduk. Bir ara, Faruk Sümer hocanın yanına bir görevli gelerek konuşma yapmasını istedi. Hoca, bana dönerek; “Nasrattınoğlu konuşsun…” dedi. Şeki’de de delegasyonumuz adına ben konuşmuştum. Yine konuştum ve sanırım, öteki konuşmalardan çok daha fazla alkış aldım. Hatta kimileri masamıza kadar gelerek, tebrik ve teşekkür ettiler.
GOBUSTAN
11 Eylül 1983’de Ferman Eyvazlı’nın otomobili ile Gobustan’a gittik. Ramiz Asker ve Ferman’ın oğlu Azer de yanımızdaydı. Abbas Abdullah ile Hüseyin Arif, bizden önce Gobustan’a gitmişler ve Âşık Rıza’nın evinde mükellef bir sofra hazırlatmışlardı. Rıza yoktu; anası, karısı ve iki kızı evde idiler. Âşığın evi, sarayı andırmaktaydı; ya da dayalı döşeli; görkemi, büyüklüğü ve geniş bahçesiyle bir derebeyi konağı!… Karısının bileğinden kollarına kadar bilezik sıralıydı. Sofrada ise sadece kuş sütü eksikti… İşte bir Azeri âşığın yaşantısı…
Gobustan, tipik bir Türk kasabasıydı. Ama tarihî önemi ve değeri son derece büyüktü. Zira burada, kayalar üzerine işlenmiş olan şekiller, kadim Türk tarihinin somut belgeleriydi.
MERDEKAN’DA NİYAZİ’YLE
Gobustan’da fazla kalamadık. Çünkü aynı gün Merdekan’a giderek Niyazi Takizade’nin malikânesine konuk olacaktık. Bir süre Ankara’daki SSCB Büyükelçiliğinde diplomat olarak görev yapan Asildar Hüseynov da gelmişti. İkisi arasında ciddi bir samimiyet vardı ve sık sık şakalaşıyorlar; Asildar, Niyazi’yi konuşturuyordu.
Örneğin şu anekdotu hemen kaydetmiştim:
Niyazi, eşi Hacer Hanımla birlikte Türkiye’ye gittiğinde, bir ara A. Adnan Saygun’un evine konuk olmuşlar. Evde kadın olmadığını gören Hacer Hanım, Saygun’a sorar;
-Adnan bey, siz subay mısınız?
-Hayır ben bestekârım, müzisyenim.
-Bütün işleri siz yapıyorsunuz da!…
Azerbaycan Türkçesi’nde “subay”, bekâr anlamını içermektedir. Saygun bunu bilmediği için Hacer Hanıma safiyane bir yanıt vermiştir.
Merdekan Azizbeyov kasabasında, varlıklı ve ünlü kişilerin dinlenme evlerinin bulunduğu bir yerdi. Niyazi’nin buradaki mekânı ise, saray yavrusuydu. Azerbaycan’ın bu müstesna sanatçısı, özel yaşamında son derece mütevazi, hoşsohbet, babacan bir adamdı. Yaklaşık beş saat kadar oturup onun sohbetini dinleme onurunu elde ettik. Daha sonra, özel arabasıyla bizi otele gönderdi. O esnada Bakü’de top atışları yapılıyordu. Meğer o gün “Tankçılar Bayramı” imiş…
SOFRADAN SOFRAYA KOŞUŞTURMA
Azerbaycan’da gördüğüm konukseverleri, yazı ile ifade edebilmek oldukça zor. Yaşamak lazım. O kadar ki; öğle yemeği için oturduğunuz masadan kalkmadan; akşam yemeği için verdiğiniz randevu saati geliyor. Dolayısıyla bir sofradan kalkıp öteki sofraya oturuyorsunuz. Davetlere icabet etmezseniz üzülüyorlar, kırılıyorlar.
Örneğin, Edebiyat Enstitüsü’nden çıkınca Hüseyin Arif yakalayıp evine götürdü. Piti hazırlatmıştı. Samimi arkadaşı olan Dış Turizm Bakanı Tevfik Agayev de gelmişti. Bakan mütevazı, iyi bir insandı.
Bir yemekte Ferman Eyvazlı, Refik Zeka Handan ve bestekâr Cihangir Cihangirov’la beraber olduk. Restoranda kimi ozanlar ve yazarlar da vardı. Kimileriyle bu vesileyle tanışma fırsatını bulduk. Daha sonra da Refik Zeka’nın evine giderek kahve ve konyakla sohbeti sürdürdük. O arada Refik’in evlatları Aydan ve Handan’ı da görmüş oldum.
Ertesi gün Edebiyat Enstitüsü’ne uğrayıp ricam üzerine benim için hazırlattıkları 50 şairin biyografileri ve seçilmiş şiirlerini aldım. Oradan APN ofisine giderek görkemli âlim Abbas Zamanov’la buluştum. Abbas Bey, beni esaslı bir sınava çekti; sorular sordu; çapraz sorularla benim kim ve nasıl bir insan olduğumu saptamaya çalıştı. Olumlu izlenim bırakmış olmalıyım ki söyleşiden sonra beni yemeğe götürdü.
Daha sonra Nizami Edebiyat Müzesi’ne gittik. Bu çok önemli ve yararlı bir müze idi. Ün yapan bütün Azerbaycanlı şair ve yazarlarla ilgili bölümler bulunmaktadır.
Televizyonda defalarca görünmem, radyoda röportaj üstüne röportajlar yayımlanması, beni Bakü’de popüler bir adam hâline getirdi. Nereye gidersem gideyim; “Seni televizyonda gördük veya radyoya intervü (röportaj) veren Türk sizsiniz?… ” gibi sözlerle karşılanıyordum.
O akşam Hacı Hacıyev odama gelerek “Hadi gidiyoruz. ” dedi ve beni alıp otelin 16. katındaki salondaki bir düğüne götürdü. Prof. Arif Hacıyev’in yanında oturuyordum ve gözler üzerimdeydi. Sağdan soldan, ruhumu okşayan, güzel sözler söylüyorlardı…
Dış Turizm Bakanı Tevfik Agayev, beni sevmiş olmalı ki, Hüseyin Arif vasıtasıyla öğle yemeğine davet etti. İnturist otelinin özel bir odasındaki masaya oturduk. Bakanın yanında yardımcısı İsfendiyar Muharremov da vardı.
Aynı akşam yemeğini de Refik Zeka, Ahmet Elbrus, Cihangir Cihangirov, Halil Rıza ve Rüstem’le birlikte, Hazar sahilindeki çimerlikte yedik. “Çimerlik”, plaj karşılığı kullanılan, öz Türkçe bir kelimeydi ve Anadolu’da da kullanılan “çimmek” yani yıkanmak sözcüğünden mülhem güzel bir sözdü. Keşke bizde de bu sözcük kullanılsaydı…
Halil Rıza, az konuşan, konuşulan her şeyi not defterine kaydeden müstesna bir insandı. Zaman zaman okuduğu şiirlerden anlaşılıyordu ki, millî duyguları son derece yüksek bir Azerbaycan Türk’ü idi.
HÜSEYİN ARİF
Âşıklar Birliği Başkanı Hüseyin Arif, sık sık otele geliyor ve beni yemeğe çağırıyordu. Hatta kimi zaman sabahın çok erken saatlerinde geliyor; “Hadi aşa gidelim. ” diyordu. Bir gün bunu da yaptık. Gittiğim yerde, akşamdan kalanlar (!) vardı. Bir yandan ayılmak için; kelle paça, ayak paça içiyorlar; öte yandan acı acıyı, su sancıyı söker misali, votka içiyorlardı!… Sabahın köründe votka içmek falan bizim yapabileceğimiz şeyler değildi; ama kimi zaman insan, dost için çiğ tavuğu bile yiyor!…
ŞAMAHI’DA ÂŞIKLARLA
17 eylül (Kurban Bayramı’nın ilk günü) sabahı Ramiz Asker’le Şamahı’ya hareket ettik. Şirvanşahlar’ın başkentine varınca şehrin valisi konumundaki Feyruz Mustafayev’le buluştuk. Devlet konuklarının ağırlandıkları konakta büyük bir sofra hazırlatmıştı. Benim isteğim üzerine de bölgenin ünlü ve usta âşıkları çağırılmışlardı. Bir yandan yeyip içiyor; öte yandan âşıkların geleneğe uygun şekilde çalıp çığırmalarını izliyorduk. Feyruz Bey de zaman zaman güzel sesiyle, âşıklara eşlik ediyor; güzel türküler okuyordu.
O arada, âşıklarla ilgili şu iki özdeyişi not etmiştim:
-Âşuglar el (halk) anasıdır
-Âşugluk Âdem’den icat olunup.
Gecenin ilerleyen saatlerinde konağın muhteşem yatak odası açıldı; ben odaya girip elbiselerimle yatağa uzandım ve sızdım!…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti