Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

BİZİM ADAM MİSKİEWİCZ

Aslında yazıya, “İstanbullu Adam Miskiewicz” diye başlamak da doğru olabilirdi. Zira Polonya tarihinin önemli şahsiyetlerinden birisi olan Miskiewicz’in hayatında, bizi ilgilendiren husus onun Osmanlı Devleti’ne sığınmasından sonraki dönemdir.
Dünyaca ünlü Leh devlet adamı ve şairi Adam Mickiewicz’in, ülkemize yerleşen öteki Polonya’lılara nazaran, ayrı bir yeri ve önemi vardır. O nedenle bu değerli insan hakkında ayrıntılı bilgilerin verilmesi yararlı olacaktır.
Miskiewicz, ülkesindeki ezilmiş insanların davası için Avrupa’daki 25 yıllık gurbet yaşamının sonunda ulusal amaçlar için İstanbul’a geldi. Amacı Rusya ile yapılmakta olan Kırım Savaşı’nda Türk hizmetinde çalışan Polonyalı’larla ilişkileri geliştirmek ve onları güçlendirmekti.
Uluslararası bir üne sahip olan Adam Mickiewicz’in, Türkiye’de yaşamış ve İstanbul’da ölmüş olmasına rağmen, Ülkemizde yeteri kadar tanındığını söyleyemeyiz. Oysa O’nun ünü, kendi ülkesinin sınırlarını aşmıştır.
Mickiewicz, Polonya’nın komşu ülkeler tarafından parçalanmasından birkaç yıl sonra, 1798’de Novogrodek kentinde doğdu. Daha küçük yaşlarda, ezilen, sömürülen yurttaşlarının sorunlarının ele alındığı şiirler yazdı. Duygusal bir insandı. Yüreğindeki acıları, dizeler halinde şiirleştirmeyi seçti ve o yolda yürüdü. Tutsak ulusların, çiğnenmiş topraklarının savunucusu oldu. Yazıp yayımladığı şiirler, elden ele, dudaktan dudağa, ülkesinin her yanına yayıldı. Gençlik toplantılarında şiirleri okunduğu zaman, şu dizelerin üzerinde tok sesle durulurdu:

“Doğmuşum kölelik içinde,
Zincire vurulmuşum daha beşikte.
Selam sana istiklalin fecri,
Ardından doğacaktır özgürlük güneşi.”

Adam Mickiewicz, ulusuna gerçekleri anlattığı için yaygın bir okuyucu kitlesi tarafından sevildi ve küçük yaşlarda şöhret basamaklarını tırmanmaya başladı. Bu bakımdan onun şiirleri, işgal altındaki Polonyalı’ların manevi gıdası gibi, aranır ve gizliden gizliye okunurdu.
Uzun yıllar Rusya’da anlamsız bir şekilde dolaşıp durdu. Ezilen ulusunun acılarını “Atalar” adlı destanında dile getirdiği zaman henüz 21 yaşındaydı. Bu manzum destan ile öteki bazı eserleri bugün dünya klasikleri arasında yer aldı ve yaygın olan batı dillerine de tercüme edilip yayımlandı.
Adam Mickiewicz, delikanlılık çağındaki hareketli yaşantısını ölümüne kadar sürdürdü. Ne var ki, herkesle anlaşması mümkün olmuyordu. O’nun için ideal insan, kendisi gibi sürekli vatanını düşünen ve onun bağımsızlığı için mücadele eden kişiydi. Polonya’nın bağımsızlığı için mücadele etmek amacıyla 1819 yılında, okuldaki arkadaşlarıyla birlikte, gizli bir örgüt kurma girişiminde bulundu. O gizli toplantılarda şunları söylüyordu:
“Kutsal vatanımızı kurtarmak için, sonucu ölüm bile olsa, çabalarımızı birleştirmeliyiz. Hep birlikte ulusumuz ve vatanımız uğrunda, enerjimizi harcamalıyız. Daha üstün bir biçimde tüm engellere ve tehlikelere karşı koyma gücünü bulmalıyız. Despot bir yönetime karşı böylesi örgütlerin havasında tatlı bir sihir vardır.”
Arkadaşlarının çoğu, oradaki yeminlerine bağlı kalarak, çeşitli ülkelerde verdikleri mücadele ile ,yaşamlarını sürdürdüler. Kimi arkadaşı Amerika’ya, kimi İran’a, kimileri Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağıldılar. Kendisi, Çarlık Rusya’sının ağır baskısı altında kaldığı için önce Almanya’ya, sonra Fransa’ya geçti. Çünkü Polonya’da başarısızlıkla sonuçlanan bir isyan denemesi olmuştu. Kimi arkadaşları Rus’lar tarafından gönderildikleri Sibirya topraklarında yaşamlarını yitirdiler!…
Mickiewicz, yüreği yana yana ülkesini terk etti, ama yaşamının her anında yurdunu ve ulusunu düşünerek, çözüm yolları aradı. İtalya, Almanya, Macaristan ve Romanya’daki Polonyalı mültecilerin yaptıkları toplantılara katıldı.
Gerekli giderlerini karşılayabilmek amacıyla Paris’te öğretmenlik yaparken de, Polonyalı devrimcilerle temaslarını sürdürdü ve onlarla işbirliği yaptı. Fakat, partizanların oluşturdukları örgüte katılmadı; çünkü o, birtakım katı fikirlerle değil, asgari müştereklerde birleşilerek, özgürlük yolunun açılabileceğine inanıyordu. Partizanlar, işgalci üç devletin Polonya topraklarından çekilmelerini, Allah’ın lütfuna terk ediyorlardı. Oysa Mickievicz, o üç devletle her türlü mücadelenin yapılmasından yanaydı. Bu düşünceyle, dünyanın her yanına dağılan Polonyalı devrimcilerle yazışmalar yapıyor; onları birlikte hareket etmeye davet ediyordu. Kanayan yüreğini, bağlı olduğu vatanının kurtarılması ve soydaşlarının yüceltilmesi uğruna adamıştı. Şiirlerinde sürekli olarak gençliğe sesleniyordu. Behçet Kemal Çağlar tarafından Türkçe’ye tercüme edilen “Gençliğe İthaf” şiirinde şu dizelere yer veriyordu:

“Çevreni kuşatsın da birleşen ellerimiz,
İhtiyar dünya! Senin sarsalım temelini;
Bu eskimiş boşluktan koparalım da seni
Var gücümüzle yeni imkanlara itelim.”

İlk gençlik yıllarında sevdiği bir kadın yüzünden hayal kırıklığı yaşaması, onun kalbi gibi kafasını da vatanına bağladı. Artık kalbi aşkı için değil; vatanı için çarpıyordu. Burada bir parantez açarak; büyük şairin aşkına da değinelim:
Şair, çocukluk yaşlarında Marie Wereszczaka’ya aşır olur. Ancak o dönemin geleneklerine göre, asil bir ailenin kızı olan Marie, halk tabakasından birinin oğlu olan Adam Mickiewicz ile evlenemezdi. Kızın ailesi, Marie-Adam evliliğine şiddetle karşı koydular. Biribirlerini temiz bir aşkla seven gençler, toplum kurallarına boyun eğmek mecburiyetinde kaldılar ve gözyaşları içinde ayrıldılar. Adam Mickiewicz, içindeki burukluğu, aşkını şiirlerine aktararak, Marie Wereszczaka adını, Polonya edebiyatında ebedileştirdi.
Marie, babasının seçtiği bir gençle evlendirildi. Çünkü Polonya’da babaların sözü dinlenir ve babalara son derece saygı gösterilir. Bizde olduğu gibi, Polonya’da da babaların eli öpülür ve yanlarında sigara içilmezdi. Adam Mickiewicz bir şiirinde, 16 yaşındaki bir Polonya’lının, ailesine haber vermeden, evden kaçarak Varşova savaşına gönüllü olarak katıldığını ve büyüklerine haber vermeden bu işi yaptığı için günlerce, pişmanlık hisleri içerisinde kaldığını anlatır. Şair, yazılarında daima aile büyüklerine sevgi duyulmasını, onlara son derece saygıyla davranılmasını öğütlerdi. Mickiewicz söz konusu şiiri belki de sevdiği kızın hareketini, kendi kalbinde mazur göstermek için yazmıştır?
Adam Mickiewicz, burjuva sınıfına mensup Marie ile evlenemeyince, büyük sarsıntı geçirdi. Daha sonra kendini toplayıp, Paris’te, kendisi gibi Polonya’dan kaçıp, Fransa’ya sığına bir Leh kızla evlendi. Bu evlilikten iki oğlu, bir kızı dünyaya geldi. Eşi özverili bir kadındı; hem ev işlerini görüyor, hem de dışarıda çalışarak, ailenin giderlerine katkıda bulunuyordu.
Miskiewicz, 29 kasım 1830 tarihindeki ayaklanmanın başarısızlığı üzerine, gelenekleri de çiğneyip, ebeveynlerine haber vermeden temin ettiği bir pasaportla, Rus egemenliği altındaki topraklardan kaçarak Fransa’ya gitti ve kendisinden önce giden Polonyalı gençlerle buluştu. 32 yaşındaydı. Fransızca’sı mükemmeldi. Devrin Eğitim Bakanı Victor Lausen, Üniversitede bir Slav Dili ve Edebiyatı Bölümü açtırıp, başına Miskiewicz’i geçirdi. O bölümdeki öğretim üyeleri Michelet ve Quinet’le birlikte yaptıkları başarılı çalışmalardan dolayı, Fransız Hükümeti tarafından ödüllendirilip, taltif edildiler.
O arada, “Polonyalı Göçmenler” adıyla yazdığı kitap, ona Paris’te üstün bir şöhretin kapısını açtı.
Polonyalı gençlerin Fransa’da örgütlenmeleri ile yetinmeyip, önce İsviçre’ye, sonra 1838 yılında İtalya’ya giderek; hem çeşitli üniversitelerde dersler verdi; hem de Polonyalı gençlerin vatan ve ulus sevgisiyle mücehhez örgütlenmelerini sağlamaya çalıştı. O hareketli bir fikir savaşçısı olduğu gibi, aynı zamanda bir örgütçüydü.
28 Eylül 1855 Tarihinde İstanbul’a geldi. Amacı gezip dolaşmak, İstanbul’un turistik yerlerini görmek değildi. 1848 yılında Türkiye’ye sığınan Polonya’lıların durumunu incelemek ve 1853 yılında başlayan Kırım Savaşında onların Türkiye saflarında aldıkları yeri güçlendirmek amacıyla, Osmanlı Devleti’nin başkentine gelmişti. Kırım Savaşı Polonya’lılar için de bir fırsattı. Fransızlar, İngilizler, Sardunyalılar, Rusya’ya karşı Türkler’i desteklemek amacıyla, asker göndermişlerdi. Rusya’ya karşı açılan büyük savaşta Polonya’lıların da yer almaları, vatanlarını işgal altında tutan Ruslar’ı hezimete uğratmak düşüncesinden kaynaklanıyordu.
Paris’ten ayrılmadan önce Mickiewicz’e, Napolyon III’un imzasını taşıyan bir belge verildi. Bu belgede Fransa İmparatoru, şaire her yerde saygı gösterilmesini, gittiği yerde kendisine kolaylık sağlanmasını rica ediyordu.
Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Türkiye’de, Polonyalı’lardan oluşan bir ordu teşkil edilmişti. Bu Birliğin komutanlığına sonradan İslam dinine girip, Sadık Paşa adını alan, Polonyalı Michel Czazkowski tayin edildi.
İstanbul’un Tarlabaşı semtinden Dolapdere’ye inen yolun sonlarına rastlayan Tatlıbadem sokağında, köşe başında, 29 numaralı küçük, sade bir ev vardır. Bu ev, o sıralarda devam eden Kırım Savaşı’nda, Polonyalı devrimcilerin toplandıkları, ateşli konuşmalar ve tartışmalar yaptıkları bir fikir merkeziydi. Polonyalı gençler bu evde toplanır; yemeklerini kendileri yapardı. Bu gençler arasında Polonezköy’ü kuran Prens Adam Czartoryski de vardı.Miskiewicz’in İstanbul’daki günlerinin çoğu, Avrupa’daki Polonya’lılarla, Türk Ordusunun yanında Kırım Savaşı’na katılan Polonya’lılar arasında bağlantı sağlamakla geçti…O srada İstanbul’da kolera salgını vardı ve halk kırılıyordu! Bir gün Kurtuluş sırtlarında geçici barakalarda yatırılan hastaları ziyarete gitti. Koleralı hastalara geçmiş olsun dileklerini söyleyip, onlarla sohbet ederken, hastalığı kaptı!…
Şair, gerçekten bir ülkü uğruna İstanbul’a gelmişti. Amacı dünyanın her yanına dağılmış olan Polonyalı gençler arasında işbirliği sağlamaktı. Ölürken de belirttiği gibi, Türkiye’deki bir tabur kâtipliğini, Fransa’daki son görevi olan Bilimler Akademisi Genel Sekreterliği’nden daha önemli ve kutsal sayıyordu.
Adam Mickiewicz’in ölümü, soğuk ve kapalı bir güne rastlar. Tarih 28 Kasım 1855’dir. Yazar arkadaşı F.F.Fej’in cenaze töreniyle ilgili yazısından öğrenildiğine göre, gurbette ölen bu hürriyet kahramanı ve ulusal şair için İstanbul’da çok sessiz bir tören yapılır. Bu töreni siyahlar giyinmiş olan Müslüman Türkler de hüzünlü bir biçimde izlemişlerdir. Şairin oda arkadaşı yazısında şu cümlelere de yer vermiştir:
“Beyoğlu’nun çamurlu yolları arasında, bir çift öküzün çektiği sade bir arabayla ilerliyordu. Araba üzerinde siyah örtüye sarılı bir tabut vardı. Polonya’lılardan başka kimse yok sanıyorduk. Yanılmış olduğumuzu az sonra anladık. Arkamızda, sokağı kaplamış, başlarına siyahlar sarmış, sel gibi bir kalabalık akıyordu. Cenaze alayında her milleti temsil eden kişiler vardı. Sırplar, Dalmaçyalılar, Karadağlılar, Arnavutlar, İtalyanlar gördüm. Bulgarlar daha çoktu. Ölenin şahsında, Slav şiirinin dehasına duydukları saygıyı böylece gösterdiler.
O artık, Leh ulusunun olduğu kadar bizim Adam Miskiewicz’imizdi…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER