Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Kemal DEMİRKIRKAN

DEĞİŞECEK OLAN SİSTEM Mİ? REJİM Mİ?

Devlet Bahçeli tarafından yeniden ısıtılıp ülke gündemine getirilen “Başkanlık Sistemi” etrafında tartışmalar alevlendi. Tek tek maddeler üzerinde elbet konuşacağız ancak öncelikli olarak önümüze konulan Anayasa Taslağı, sistem değişikliği mi, yoksa rejim değişikliği mi öngörüyor ona bakmak lazım.
Türk Dil Kurumu sistemi; yol, yöntem, bir aracı oluşturan düzen, düzenek, tertibat olarak, rejimi ise; bir devletin yönetim biçimi olarak tanımlıyor.
Osmanlı’nın yönetim biçimi (rejimi) olan Monarşi, hasta adamın mirasının paylaşılması sonrası çöktü. Bu küllerden yeni bir ulus, laik, demokratik, parlamenter, üniter yapıya sahip yeni bir Türk devleti doğdu. Ulu önder M. Kemal Atatürk ve inançlı bir grup insan Anadolu’yu işgalci güçlere karşı örgütleyerek emperyalizme karşı yapılan savaşı kazandı. Ardından M. Kemal’in önerisiyle yeni kurulan devletin rejimi Cumhuriyet olarak ilan edildi. Çok partili hayata geçme denemeleri sonrası devletin rejimi çok partili parlamenter sisteme dayalı Cumhuriyet olarak tescillendi. Bugün şunu asla unutmayalım. Cumhuriyeti ve parlamenter demokrasiyi bizlere kazandıranlar artık aramızda değil ancak kurdukları rejim hala işlerliğini koruyor. Ardından gelen ve ülkemizin yakın dönem siyasal tarihine damgasını vuran İsmet İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Turgut Özal ve hatta Kenan Evren gibi siyaset adamları vefat etti. Kişiler değişti. Biri gitti yerine öteki geldi, ancak Cumhuriyet ve parlamenter demokrasi değişmedi.
Peki bugün durum ne. Yeni anayasa ne getiriyor?
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Bu anayasa değişikliği ile Türk milletine, yüzyılların birikimi olan demokrasimizin çöpe atılacağı bir dikta rejimi dayatılmak isteniyor.
Demokrasi halkı yöneten kişilerin seçimle iş başına gelmesi esasına dayanır elbet. Ancak bir o kadar önemli olan ve asla unutulmaması gereken önemli bir konu da seçimle gelenin halk tarafından denetlenebilmesi ve yine seçimle, halkın tercihiyle iktidardan indirilebilmesidir. Şimdi bu açıdan bakalım.
Yürütme, Başkan ve başkan tarafından atanan başkan yardımcıları tarafından sağlanacak. Bu kişiler her türlü yetkiye sahip olacak ancak iş hesap verme noktasına gelince, orada dur. Herşeye yetkin olsun ancak hiç birşeyden sorumlu olma.
Bu tasarıda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ninTürk Milleti adına kullandığı yasama yetkisini Başkan’la paylaşması önerilmektedir. Yasama yetkisini Meclis’le paylaşan kişi, eğer kötü niyetliyse Meclis tarafından kanun çıkartılmasının da önüne geçerek, paylaşımı da aşarak sadece ben kanun çıkartırım noktasına getirilebilir. Çünkü yeni Anayasa taslağı böyle dizayn edilmiş.
Yargı ile ilgili düzenlemeleri ise konuşmaya bile gerek yok. Önümüzdeki tasarıda Başkanı denetleyecek, gerektiğinde Türk Milleti adına hesap soracak olan Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu gibi yargı kurumları üyelerinin büyük kısmı, Başkan tarafından atanıyor. Yani Başkan’ın atadığı adamlar Başkan’ı denetliyor. Bu uygulama ile ancak adında Cumhuriyet olan ancak demokrasinin işlemediği üçüncü dünya ülkelerinde görebileceğimiz diktatörlük getirilmek isteniyor.
Yasama, yargı ve yürütmenin tek elde toplandığı rejime demokratik demek mümkün mü? Buna olsa olsa örneklerini Suriye’de, Latin Amerika ülkelerinde gördüğümüz “tek adam rejimi” denir.
Ülkemizin demokrasi tarihinin çok da parlak olmadığını, zaman zaman askeri darbelerle, zaman zaman hükümet krizleriyle kesintiye uğradığını, 12 Eylül darbesi ardından gelen ve % 94 oyla halk tarafından kabul gören 12 Eylül anayasasını ülkemizin önünü açmaktan ziyade, antidemokratik uygulamaları dayattığını hepimiz yaşayarak gördük. Hatta son 30 yılımızı 12 Eylül Anayasasını düzeltmekle geçirdiğimizi söyleyebiliriz. Kör topal işleyen demokrasimiz ve parlamenter sistemimizin elbette eksikleri var. Ancak yapılması gereken uzun yılların tecrübesiyle elde ettiğimiz parlamenter rejimi değiştirip, yeni maceralara atılmak yerine parlamenter rejimin eksiklerini giderip güçlendirmektir. Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, şeffaf ve hesap verebilir bir devlet yaratmak, demokrasinin uzun süre ayakta kalabilmesi için toplumun tüm kesimlerini kapsayan ve tüm kesimlerinin ihtiyaçlarına çare olan bir düzenlemeleri hayata geçirmektir. Ülkemizin en önemli eksikliği olan YÖK Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, Seçim Barajı ile ilgili düzenlemeleri yapmayıp, ucu tek adam yönetimine çıkan 18 madde ile anayasayı değiştirdim demek ne ölçüde mantıklıdır.
Her konuda bizlere ışık tutan, son yüzyılın en büyük lideri M. Kemal Atatürk’ün bu konudaki sözleriyle yazıya son verelim. Yıl 1924. TBMM’de Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçilmesi gerektiği konusunda yoğun tartışmalar yaşanıyor. Meclis’in çoğunluğu Cumhurbaşkanı’nın da vekiller gibi halk tarafından seçilmesi gerektiğini düşünüyor. Tüm vekiller ikna olmuş, bu yönde bir karar alınmak üzere. Bu sırada M. Kemal kürsüye çıkar; “Efendiler, Cumhurreisi’nin halk tarafından seçilmesi mahsurludur! Vekillerin seçmesi en iyisidir. Nedenine gelince, yarın birisi çıkar ‘beni halk seçti’ diyerek krallığını ya da diktatörlüğünü ilan ederse, demokrasi tehlikeye girer! Tarihte örnekleri çoktur…” der.
Karar sizin.
Ama önce düşünün.
Ön yargılarınızdan sıyrılın.
Bugünü değil, geleceği düşünün.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti