Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

DUA 10

Enbiya Suresi 87: “La ilahe illâ ente subhaneke inniy küntü minez zalimiyn.”
“Senden gayrı, senin dünunda (dışında) müstakilen var ve muhtar yok, ancak sen! Seni tesbih ediyorum. Muhakkak ki ben (nefsine zulmeden) zalimlerden oldum.”
Duasıyla balığın karnında Rabbine sığınan Hz. Yunus (AS) bize ne anlatıyor?
Hz. Yunus (AS) Nebi olarak gönderildiği halkına uzun yıllar irşat görevi yaptı. Halkı Hz. Yunus (AS)’a güvenmesine rağmen ona iman eden olmadı. Hz. Yunus (AS) eğer iman etmezlerse üzerlerine azap ve felaketin geleceğini söylemesine, halkın da Hz. Yunus (AS)’ın yalan söylemeyeceğini bilmesine rağmen yine de davetine uymadılar, iman etmediler. Bunun üzerine Hz. Yunus (AS) halkından ümidini kesti, Rabbine danışmadan bir gemiye binip halkını terk etti.
Saffat Suresi 139-148’den öğreniyoruz ki Hz. Yunus (AS)’ın bindiği gemidekiler, gemide yaşanan sıkıntılardan dolayı içlerinde bir günahkâr olduğunu düşündüler. Bunun üzerine kura çekildi ve tekrarla çekilen kurada hep Hz. Yunus (AS) çıktı. Hz. Yunus (AS) yaptığı yanlışı o anda anlamıştı. Denize atladı, gemiyi terk etti ve bir balık tarafından yutuldu. Hz. Yunus (AS) o pişmanlıkla Rabbini tesbih etmeye başladı; “La ilahe illâ ente, sübhaneke, inniy küntü minez zalimiyn.” tesbihiyle Rabbine sığındı. Rabbi Hz. Yunus (AS)’ı affetti ve karaya çıkardı. Faydalanması için üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdi. Sonrasında Hz. Yunus (AS) halkının yanına döndü. Halkı ise üzerlerine gelen azap ve felaketin farkına vardıkları anda tövbe etti ve Rabbimiz bu tövbeyi de kabul etti.
Hz. Yunus (AS)’ın halkını terk etmesindeki sebep neydi?
Yıllarca Hakk’ı anlatmak için çabaladığı, Nebi olarak gönderildiği halkından ümidini kesti, yani kendine göre bir “hüküm” verdi; nefsinin şerriyle kendisini müstakil bir varlık olarak gördü ve “Bunca yıl Hakk’ı anlattım, inanan olmadı, azap ve felaketin gelmesine çok az zaman kaldı.” zannına kapıldı. Hz. Yunus (AS) bu zannıyla Rabbine danışmadan bir yol seçti ve halkını terk etti. Halkı hakkında zanlarıyla verdiği hükmün yanlış olduğunu gemide çekilen kuranın hep kendisine çıkmasıyla anladı ve itiraz etmeden gecenin karanlığında atladığı denizde onu balık yuttu… O hemen o karanlıklar içinde Rabbini tesbih etmeye başladı; “Senden gayrı, senin dünunda müstakilen var ve muhtar yok, ancak sen! Seni tesbih ediyorum. Muhakkak ki ben (nefsine zulmeden) zalimlerden oldum” diyerek, duasıyla Rabbine sığındı.
Bu durumda onun nefsini zulmete düşüren hal nedir?
“Müstakilen var ve muhtar” zannıyla halkı üzerinde “hüküm” vermesi! “Hüküm” yalnızca “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan Allah’a aittir. Nefsinin bu hakkını doğru şekilde teslim etmedi. Kişi nefsin hakkını teslim etmediğinde nefse zulüm başlar…
Eğer Hz. Yunus (AS) bu idrakle yanlışa düşmeseydi, irşat ve tebliğinde sadece kendi tercihi ve gayretinden sorumlu olduğunu, sonucun Allah’a ait olduğunu bilseydi huzurla Rabbine teslim olacaktı.
Şimdi, gelin biz de yaşantıda kendimizi Allah’ın dışında sanarak verdiğimiz hükümleri bulmaya çalışalım.
Rabbimizin yeryüzünde halifetullah vasıflı kul olarak yarattığı inananlar olarak irşat hepimizin görevi, gayretimiz hep bu yönde olacak… Ancak bunu yaparken birisi hakkında “o kadar anlatıyorum hala anlamıyor, benim gibi inanması mümkün değil” zannıyla hüküm veriyor muyuz? Böyle hüküm vermememiz gerekiyor. Alkol alan bir kapı komşumuza alkolün haram olduğunu sabırla anlattık ancak bir davranış değişikliği görmediysek, bu sonucun Rabbimizden olduğunu bilerek davranırız, doğru olan budur. Bu bilinçle hareket eden bir inanan sadece kendi tercihinden ve gayretinden sorumludur. Sonuç ne olursa olsun o sonucun Allah’ın izniyle olduğunu bilmesi sebebiyle o kişi sonuçtan rahatsız değildir.
Herhangi bir olayda insanın sadece tercihinden ve gayretten sorumlu olduğunu, sonucun Rabbinden olduğunu bilerek teslim olması, ona bu dünyada da cennetin kapılarını açar. Mesela, sınava hazırlanan çocuğumuza elimizden gelen imkânlarla destek olduktan sonra “Yavrucuğum sen elinden geleni yaptın, çalıştın, sonuç Allah’a aittir.” diyebilirsek ne çocuğumuz üzerinde bir baskı oluştururuz ne de veli olarak kendimizi strese sokarız.
Günümüzde hepimizi disipline eden, eski alışkanlıklarımızdan vazgeçiren, yeryüzündeki toplam ağırlığı 1-2 gr bile olmayan yeni tip corona virüsten, Covid-19’dan korunmak için çabalıyoruz. Mecbur olmadıkça dışarı çıkmıyor, çıkacaksak maskelerimizle çıkıyoruz. Sevdiklerimizle buluşurken daha temkinli davranıyoruz. İşte aldığımız bu korunma önlemleri bizim tercihimiz sonucu oluşan gayretimizdir ve bir inanan olarak görevimizdir. Çünkü insan Müttaki’dir, yani korunandır. Neden korunur? Her türlü yanlıştan ve musibetten; inananın tüm bunlardan korunması gerekir. Biz elimizden geleni yapar, her türlü önlemi alırız, bu bizim gayretimizdir. Ancak gayretimize rağmen yine de virüsü kapmış olabiliriz. Bu bizim sorumluluğumuzda değildir; bu durum yani sonuç Allah’tandır.
Başlarken ele aldığımız noktaya dönelim. Daha önce Hz. Âdem (AS)‘ın duasında, bugün Hz. Yunus (AS)’ın duasında geçen “nefsime zulmettim, Rabbim beni affet” yakarışının tek sebebi, vardır: Müstakillik zannıyla yapılan yanlış tercih! Nefse zulmün tek sebebi müstakillik zannıyla yapılan yanlış tercihtir. Onlar (AS) bunu fark ettiler… Fark ettiklerinde tövbe ettiler. Tövbeleri ise kendilerini Allah’tan ayrı düşüren duniHİ yapıyadır, onu reddettiler. İçine düştükleri nefse zulüm yanlışının ve onları Allah’tan ayrı düşüren duniHİ yapının farkına varan Hz. Âdem (AS) ve Hz. Yunus (AS) derin bir pişmanlıkla Rablerine sığınmış ve bize çok önemli bir yol gösterici olmuşlardır…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER