Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

DUA 4

Dua iki çeşittir; kavli yani sözlü dua ve fiili dua. Önceki yazılarımızda kavli duayı anlattık, peki fiili dua nedir?
Fiili dua, kavli olarak yaptığımız duanın gerçekleşebilmesi için bu dünya standartlarındaki şartlarını yerine getirmektir. Doktor olmak isteyen bir öğrenci düşünelim, her gün Rabbinden bunu diliyor. Bu dilemesi onun kavli duasıdır. Fiili duası ise onu doktor olmaya götürecek yol için gayret gösterip ders çalışmasıdır. Bir babanın evi için helal rızk kazanmak üzere her sabah işine gitmesi babanın fiili duasıdır; bir çiftçinin tohumu ekip, gereken şartları sağladıktan sonra hasadı beklemesi çiftçinin fiili duasıdır; öğrencinin koyduğu bir hedefi için ders çalışması, öğrencinin fiili duasıdır. Fiili duada dünya şartlarında isteğimizin olması için samimiyetle, ihlâsla çaba ve gayretimiz önemlidir. Bir öğrenci sınava hazırlanıyorum deyip kitabın sadece ilk bölümünü okumuş bırakmışsa, o öğrenci samimiyetle gayret göstermemiştir. Aynı durum kavli dua için de geçerlidir. Bir arkadaşımızla hasta ziyaretine gittik ve “Allahım acil şifa ver” diye dua ederek çıktık. Sonra arkadaşımıza dönüp “halini hiç iyi görmedim, bence iyileşemez” demek kavli duanın samimiyetsiz olduğunu gösterir. Samimiyetle Rabbimize yönelmek hem kavli hem de fiili dua için çok önemlidir.
Şimdi dualarımıza bakalım, acaba ne kadar samimi?
İnanarak tüm samimiyetimizle mi istiyoruz, yoksa daha kendimizin bile inanmadığı şeyi Rabbimizden istediğimizi mi sanıyoruz?
Sınırlı olan biz kullar sınırsız olan Rabbimizi doğru şekilde idrak edemiyoruz. Bu sebepledir ki isteklerimiz, yakarışlarımız hep kendi algımıza göre… Bazen Rabbimizi hakkıyla tanımadığımız için günahlarımız aramıza set çekiyor ve şeytanın çok hoşlandığı dunihi bir algıyla “Ben hakkıyla namaz kılmıyorum, oruçlarım eksik, Allah beni affetmez ki, neden duamı kabul etsin?” gibi düşünebiliyoruz. Bu hal tam bir çıkmazdır, bu halle hiçbir zaman Rabbimize tam bir yönelişte olamayız. Yönelişimiz olmadığı için daha çok hata yapar, hata yaptıkça Rabbimizden ayrı düşeriz. Bu hali kendinde yakalayan bir inanan Rabbimizin “El-Afüv” ismini tanımış olsaydı yani “günahları bir çırpıda silen, bağışlayıcı olan, çok affeden, kullarına karşı sürekli bağışlayan” anlamlarını içeren El-Afüv esmayla Rabbine yönelseydi şeytanın tuzağından kurtulmuş olurdu.
Dua Rabbimizle kurulan irtibattır, özü de samimiyettir. Bu dünyada diyelim ki işimizle alakalı bir sıkıntı yaşıyoruz, bu sıkıntıyı aşabilmek için en yüksek makama gittik, ne yaparız? Derdimizi tek tek ve doğru şekilde anlatmaya çalışır, bunları yazılı anlatmak için dilekçemizi veririz. Bu problem sonucu yaşadığımız sıkıntıları, bu sıkıntıların doğuracağı sonuçları anlatır ve bu makamdan problemi çözmesini ister, bekler, sonra da rahatlarız; “Bu problemi çözebilecek en doğru yere derdimi anlattım ve çözüme ulaşmasını bekliyorum.” deriz. Bakın, dünyalık bir sıkıntı için hangi kuruma başvuru yapacağımızı biliyor, müracaatımızı oraya yapıyoruz. Ama hem dünyamızı hem de ahiretimizi feraha, selamete erdirecek tek makam olan Rabbimizle irtibata geçişimiz her zaman bu kadar kolay olmuyor.
Her şeyin tek hükümdarı olan Rabbimizden isteklerimizi bizim kalıplarımız sınırlar. Sınırlı bir idrak sahibi olan biz kullar sınırsız olan Rabbimizi yeterince tanımadığımız için dualarımızı da idrakımıza göre yaparız. Bazen duayı eder ama ettiğimiz duanın olacağına inanmayız. Oysa bu dünyada bir prosedürle talepte bulunduğumuzda öyle düşünmeyiz. Dua edeceğimiz zaman da onun prosedürlerini önemsemek ne güzel olur. Seccademizi serip, Allah rızası için iki rekât salât ikame edip, tövbe istiğfar ettikten sonra samimiyetle (Rabbimizin duamıza icabet edeceğini bilerek) irtibatımızı kurabiliriz. Zaten bu halle gönlümüz ferahlar “Rabbime ben durumumu anlattım, O’ndan gelecek her hale razıyım.” der, teslim oluruz.
“Dua ibadettir, kulluktur” demiştik. Her ibadet gibi, ahiretimiz için çok önemli olması yanında dünyada da bizim için faydalıdır. Bir kere dua eden bir inanan “müstakilen var ve muhtar olanın, gerçek var olanın ancak Allah olduğunu” idrak ederek acizliğini bilir ve bu düşünce dünyadaki birçok sıkıntıdan onu korur. Dünyadaki her şeye hükmedeceğini, güç ve mülk sahibi olduğunu zanneden insan, zamanla kendinde bu potansiyelin olmadığını fark eder ama edindiği hasletleri de bırakamaz. Dolayısıyla, fıtratından uzaklaştığı, edindiği formata da uygun davranamadığı için ruhsal sıkıntılar yaşamaya başlar, işlerin içinden çıkamadığını düşünür, o olmasa hiçbir işin yürümeyeceğini zannettiği için kendini vazgeçilmez görür, geçmişte yaşadığı şeylerle ilgili hesabı bir türlü kapatamaz, kendine haksızlık yapıldığını düşünür, gelecekle ilgili hep bir kaygısı vardır… Yani “anda yaşama”sını bilemez. Bunlar günümüzde yaşadığımız ruhsal sıkıntılardan bazılarıdır. Hastalıkların isimleri değişebilir, depresyon veya anksiyete diyebiliriz ancak hastalığa sebep olan hep aynıdır. Oysa “Müstakilen var ve Muhtar ancak Allah’tır” diyen bir mümin için bütün sıkıntı kapıları kapanmıştır. O “tek hüküm, güç ve mülk sahibi”nin Rabbi olduğunu bilir ve Rabbiyle olan irtibatındaki bu öz, onu dünyada kimseye bağımlı olmadan yaşatır; o artık “İyyake na’budu ve iyyake nestain” sırrınca yaşar; bu sebeple Fatiha Suresi onun sürekli sarıldığı sığınağı ve duası olur:
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillâhi rabbil’alemin. Errahmânir’rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na’budu Ve iyyâke neste’în. İhdinessirâtal mustakîm. Sirâtallezine en’amte aleyhim. Ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn.(Âmin)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti