Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

DUA-9

A’raf Suresi 23. Ayet bize Hz. Âdem’in duasını öğretir: “Rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn.”
“Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik! Eğer Sen bağışlamazsan, merhamet etmezsen(mahvoluruz) hüsrana uğrarız.”
Bu duada geçen nefs nedir?
Ahseni takviym halde yaratılmış insan kendine “ben” der, işte “ben” dediği onun nefsidir. Demek ki nefs bizim için bir tuzak kurucu değil, kurtulmamız gereken de değil! Kurtulmamız gereken hal nefsimizin şerridir. Tasavvuf yolunda ilerleyen bir inananın nefs mertebelerinde ilerlemesi nefsi hakikatine ulaştırma çabasıdır. Bu çabayla şerrinden temizlendikçe, insanda ahsen-i takviym halde yaratılan nefs hakikatine ulaşmış olur.
Nefs ve nefsin şerri nasıl oluştu?
Ahsen-i takviym yapıda yaratılmış insanın esfele safiliyn hale indirildi ve bu dünya hayatı başladı. Nefisin hakikati ahsen-i takviymdir. Dünya standartlarında, esfele safiliyn yapıda nefsin şerri ortaya çıktı ve “Aşağıların Aşağısı”na indirilen insan kendisini nefsin şerrinden dolayı Allah’tan ayrı gördü. Ayrı gördüğü her halle de zulmete sürüklendi; “Benim gücüm var, mülküm var, hüküm sahibiyim” dediği, kendinde müstakillik var zannıyla olan yaşantıyı nefsin şerriyle harekete geçirdi. Bu zulmet dünya hayatıyla başladı. Billahi idrakda Rabbini bilen nefis, Rabbinin yasakladığını yapınca aşağıların aşağısına düşerek nefsin şerriyle dünyaya geldi. Yani bu dünyaya geliş hali nefse zulüm halidir. Bu sebeple bizim kurtulmamız gereken “nefis” değil “nefsin şerri”dir.
Hz. Âdem ve Hz. Hava’nın duasında geçen “nefsimize zulmettik” ne demektir?
Zulüm, bir şeyin hakkını vermemektir. Nefse zulüm de nefsimizin hakkını vermemektir. Burada bahsedilen “hak” insanlar arasında birbirimize göre farklılık gösteren bir durum değildir; Rabbimizin “hak” dediğidir: Nefsin hakikati Allah’tan ayrı değildir. Öyle olunca, kendini Allah’tan ayrı görüp “müstakilen varım ve muhtarım “diyen her hal nefse zulümdür.
Nefse zulmü biz çok masum gördüğümüz hallerde de yaşarız. Mesela evlat sevgisi! Her ebeveyn evladını sever, onun iyiliği için birçok şey yapar, başına gelebilecek tehlikelerden onu koruyup kollamaya çalışır, ebeveyn olarak doğru bir model olma gayretindedir. Bu idrakda bir evlat sevgisi yaşamak fıtrattandır. Ancak evlat sevgisini put haline getirip nefsimize zulmetmemiz de mümkündür. Evladımızın bize Allah’ın bir emaneti olduğunu unuttuğumuz an nefsimize zulüm başlar. “Bu okulu okumalısın, çok iyi basketbol oynamalısın, piyano çalmalısın…” Kendimize göre koyduğumuz bu hedeflerin temelinde, aslında kendimizde güç ilan etmemiz ve evladımız üzerinde hüküm sahibi olduğumuzu zannetmek vardır. Bu hal kendimizi Allah’tan ayrı görmekle başlar, bu da nefse zulümdür. Bu halleri yaşayan ebeveynlere baktığımızda onların bu dünyada da kendilerine zulmettiklerini fark ederiz. Hep bir tedirginlik yaşarlar, kaygı düzeyleri çok yüksektir, çocukları huzursuz ve mutsuzdur, çocuklarının iyilik hallerini sadece dünya şartlarına bağlı düşündükleri için, bu şartları sağladığında ebeveyn olarak görevini başarıyla yaptığını düşünür. İşte bu hallerle yaşanan evlat sevgisinin hakkı tam olarak verilmediğinden, çok masum olarak görünen bu davranışla bile, nefsimize zulmetmiş oluruz. Oysa ‘evladım bana Allah’ın emaneti’ diye düşünüp “Rabbim, rızan doğrultusunda evlat yetiştirmeyi bana kolay ve mübarek eyle” duasıyla Rabbimize sığınsak, bu sığınış ve bu gayret, bizi hem bu dünyada hem de ahirette zulmete düşürmeyecektir.
Hz. Âdem’in bize örnek olması için yaşadığı durumda dikkat etmemiz gereken noktalardan biri de, yaptığı yanlış sonucunda onun “Bunu bana şeytan yaptırdı, beni şeytan kandırdı” diye Rabbine savunma yapmamasıdır. Hz. Âdem müstakil sandığı bir varlığı suçlayarak kendini aklamaya çalışmadı. Yanlış yaptığının farkına vardığı anda hemen Rabbine sığındı.
Hz. Adem’i bu yanlışa sürükleyen neydi?
Fiil olarak görünen yanlış, onun yasak olan ağaca yaklaşmasıdır. Ancak temelde onu yanlışa götüren haslet, kendisini Allah’ın dışında sanması, kendisinde Allah’ın dışında bir müstakillik görmesidir. İşte Hz. Âdem bu hali kendisinde fark ettiğinde hemen tövbesine sarıldı. Eğer biz, yaşantıda yanlış yaptığımızı fark ettiğimizde o olayın sonucunu “ama” deyip birçok sebebe bağlıyorsak Hz. Âdem’in kabul olunmuş tövbesinden yararlanamıyoruz, o tövbeyi edemiyoruz demektir.
“Namazı kılmam gerektiğini biliyorum ama yoğun çalıştığım için kılamıyorum” diyen biri Hz. Âdem’in tövbesini edebilir mi? Bu idrakiyle elbette edemez. Dikkat edin, “ama”dan sonra gelen cümle kişinin tanrısını belirler; kime hizmet ettiğini, kimden yardım dilediğini ortaya çıkarır. Örneğimizde bu iş hayatıdır. Kişinin kendisinde namazını kılmadığı için gerçek bir pişmanlık oluşmadığı için, oluşan pişmanlık kendi tanrısını rahatlatacak bir duruma hizmet eder. O kişi pişmanlığını itiraf eder ama kendisindeki bu yapıdan billahi anlamda ve derinden rahatsız olmadığı için namaz kılmamasını sadece yapılmayan bir fiil olarak görür. “Namaz kılmam gerekiyor, kabul ediyorum, ancak çok yoğun çalıştığım için kılamıyorum” der. Bu itiraf onu rahatlatır. Burada rahatsız olunması gereken sadece bir fiilinin gerçekleşmemesi değildir, bizi bu fiile götüren yapıdan rahatsız olmak ve ondan kurtulmak gerekiyor. İşte Hz. Âdem’in tövbesi burada vücut bulur. Hz. Âdem fiil olarak yasak olan ağaca yaklaştı. Ancak tövbesini ederken, yasakları kendine cazip kılan nefsin şerrini fark etti; nefsinin şerrinden dolayı kendini Rabbinden ayrı görmesi sebebiyle “nefsime zulmettim” itirafıyla Rabbine sığındı.
Öğrendik ki: Kabul olunmuş bir tövbeye giden yol Billahi anlamda bir pişmanlıkla başlıyor. Biz de bu pişmanlıkla Hz. Âdem’in tövbesine sıkı sıkı sarılıyoruz: “Rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn.”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti