Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

DÜNYA PROSEDÜR, ASLOLAN AHİRETTİR – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Nisan 2017 Pazartesi 12:57:44
 

-76-
Kalıbın kişilik kazanmış hali olan Nefs’e “Kul Zat” demiştik. Kul Zat ifadesi önemli bir bilgi içeren tanımdır. İşte o Kul Zat, “Rabbiniz ben değil miyim?” emrini bir düşünme, bir itiraz, bir ikilem olmaksızın behemehâl aldı. Meleklere; “Âdem için secde edin” denildiğinde nasıl behemehâl secde ettilerse, nefsler de bir dûniHİ algıları olmadığı için Ahseni Takviym özellik kazanmak üzere behemehâl yani bir düşünme, bir itiraz, bir ikilem söz konusu bile olmaksızın bu emre uydular. Böylece, aslında “Ne olduğumuzu öğrendik” dediler, “Yaratanımız ve öğretenimiz SENSİN” deyip bir söz verdiler, “Bütün bu gerçekleri yaşayarak ve görerek öğrendik” dediler, “Bil fiil şahidiz” şehadetinde bulundular; yaratılışlarına şahitlik ettiler.
Dünya hayatı da bir prosedürdür,
esas âhiret hayatıdır

“Yaratılışına şahit olması” insan için çok önemlidir. Daha yaratılmamışken bir kul yaratılışına nasıl şâhit olabilir? Bunu dûniHİ düşünürseniz çözemezsiniz. Billâhi anlamda düşünürseniz çözmeye çalışılacak bir şey yok demektir. “Bütün bu gerçekleri yaşayarak, görerek öğrendik, bu gerçeklere göre tertip aldık” dediler ve Ahseni Takviym hale geldiler. Onların “Evet, bil fiil şahidiz” demeleri buydu. Bütün bu olaylar fıtri akışı içerisinde geçti. “Rabbiniz ben değil miyim?” sorusuna muhatap olan nefs henüz “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” hissini bilmiyor, böyle bir iddia onun için söz konusu bile değil. O biliyor ki “Müstakilen VAR ve Muhtar” Rabbidir, kendisi O’nun yarattığı kuludur.
Bu noktada kesret diliyle bir cümle kuralım: Söylediğimiz bu alt yapı o nefsin dünya hayatındaki imtihanı için elzemdir; dünya hayatı imtihanı dediğimiz hâl için nefsteki bu alt yapı, bu sözleşme elzemdir. Çünkü dünya hayatında onun bir tercih yetkisi, Muhtariyeti Tercih Yetkisi (MTG) olacaktı. Esas hedefimiz bu yetkiyi tanımak olduğu için MTG’ye doğru geliyoruz. Dünya hayatında onun bir tercih yetkisi olacak ve “İmtihan” denilen hayatın içerisinde bu tercih yetkisini kullanarak Rabbini doğru bilmesi, O’na ulaşabilmesi böylece sağlanacaktır. Amaç âhiret hayatını oluşturmaktır. Kesret diliyle dedik ki dünya hayatındaki imtihan için nefslerdeki bu alt yapı, bu sözleşme gerekliydi. Çünkü tercih yetkisini kullanarak Rabbini tercih edebilecek. Bunu Rasûl ve Nebîlerden öğrendiği şekilde kullanarak Rabbini tercih edebilecek, O’nu tanıyabilecek, O’na ulaşmasını bu alt yapı sağlayabilecektir. Ancak bütün bunlar dünya hayatı için değil. Bu durumda dünya hayatının imtihan olmasının bir açıklaması da şudur: Dünya hayatı da bir prosedürdür, esas âhiret hayatıdır. Nefslerin esas yaşayacağı yer, esas hayat âhirettedir. İnsan, âhirette nasıl yaşanacağının pozisyonlarını oluşturmak üzere, âhiretteki yaşantısını oluşturmak üzere dünyada yaşar. Bu yüzden, “Esas olan dünya hayatı değildir” diye öyle çok uyarılırız ki… “Esas olan dünya hayatı değildir, bu yaşantı fanidir, siz âhireti ihmal etmeyin, esas hayat âhirettedir” diye Kur’ân uyarır… Dünya hayatında bir prosedür var. Özellikle Birbirinize Göre Var haliniz olan bedeninizin prosedürü on dört buçuk milyon yıl sürdü. Böyle bir süreçle bir bedene ulaşıldı. O süreç gibi idrakta da bir yere ulaşılması gerekiyor. İdrakta bir yere ulaşılması için de çeşitli değişimleri sağlayacak Nebî ve Rasûller gelmiştir. En son değişimi, değişimin son noktasını koyacak olan, değişimin esasının imzasını atacak olan Rasûlullah Efendimiz (SAV) idrakla ilgili hamleleri tamamlamıştır. Diğer tüm Nebî ve Rasûllerin hamleleri Efendimiz’in hamlesine zemindir. Bütün bunlar, bu bedende idrak oluştuktan sonra, o oluşan idrakın uygun olanlarının ileride yaşayacakları yere hazırlanma yerleridir. Bu imtihanda, bu sözleşme bilgisinin açılması için Nebî ve Rasûller gelir, ayrıca nefsimize fücûru ve takvâsı da ilham edilmiştir:
“Sonra da ona (nefse) hem fücûrunu (Hakk’tan sapmanın ne olduğunu) ve hem de takvâsını ilham edene ki.” (Şems-8)
Demek ki, Hakk’ı dinlemediği zaman nefsin dünya ve âhirette nasıl bir yaşantısı olacağı, Hakk yoluna girerse dünya ve âhirette nasıl yaşantısı olacağı kalıbımıza/kalbimize ilham edilmiş. Âyet nefsin fücûrunu (yanlışa düşmesini) ve takvâsını (doğruya ermesini) bu iki kelimeyle ayırmış; fücur ve takva. Ona fücûrunu ve takvâsını ilham ettik, bu iki bilgi onda var. Duyduğu zaman ne yapacağını kendinde var olan bu bilgiden çıkaracaktır. Hesap günü bir mazeret ileri sürmesin diye. Çünkü hesap günü bir mazeret süreci var.
Hesap zamanı bir mazeret süreci var
Hesap Günü, adı “gün” olmasına rağmen, çok uzun süren bir yaşantının ismidir, aslında o gün yıl, süreç demektir. O bir döngüdür, hesap döngüsüdür, bir an olup bitecek, bir seferlik bir şey değildir. Hesap Günü bir yaşantının ismidir, başka bir yaşantının ismidir. İşte o gün bir mazeret süreci de var. Yanlış yapanların toplanıp toplanıp, kurtulmak için mazeret ileri sürdükleri bir süreç var. Ayet onlara, “Orada hakikati duyunca, ‘Hakikat adına açılacak bir idrak dosyamız yoktu. Bu sebeple, neyin doğru olduğunu nereden bilebilirdik?’ demeyesiniz diye size bunları verdik” diyor. Bu alt yapıyı size verdik ki orada böyle demeyesiniz. Çünkü:
“(O) yaptıklarından sual edilmez, onlar (yaratılanlar) sual edilirler.” (Enbiyâ-23)
Bu âyete rağmen bir mazeret olamaz. Kişi ne kadar mazeret ileri sürerse sürsün Allah yaptıklarından sual edilmez. Eğer dûniHİ bakarsanız bu çok anlaşılmaz. Ama dûniHİ algı ile bakmazsanız, Allah’ın dışı kavramı olmadığına göre, kim sorabilir? Muhal! “Niye böyle yaptın?” sorusu muhal! Ama kullar sual edilebilir. Bunu âyet söylüyor. Sual edilemez olmasına rağmen Allah kendi nefsine, kullarına karşı merhameti farz kıldı. Bu merhameti yani Rahman vasfı gereği, Rahmaniyeti gereği bu mazeret sürecinde böyle bir sebep öne sürmesinler diye bu alt yapıyı vermiştir. Sebeplerden birisi budur. Bir diğeri de, “Atalarımızın yanlışları bizde o yanlışlara uygun algılar yerleştirdi, doğruyu göremedik, ne yapabilirdik?” dememeleri için bu alt yapı oluşturuldu. Bir de Kehf Sûresi 49’daki; “Rabbin hiç kimseye zulmetmez” gereği Allah kullarına zulmetmeyeceği için bu sözleşme, bu emir, bu alt yapı nefslere oluşturulmuştur.
“Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez” âyeti de kesret diliyle bir anlatımdır, uluhiyet yani tevhid dili değildir. Çünkü “taraf” var; Rabbimiz Allah ve kullar. Allah’ın diğer tarafa zulmetmeyeceği, adâletli davranacağı söyleniyor. Örnek vermiştik, âyetlerde hangi dilin kullanıldığını fark etmek gerekiyor. Mesela, Nisâ Sûresi 78 ve 79 bizim ders yapmamız için çok önemli âyetlerdendir ve birisi uluhiyet diliyle, diğeri kesret diliyledir. “Rabbin hiç kimseye zulmetmez” kuralı Nisâ-79 çerçevesindedir, kesret dilidir. İnşâAllah benzerlerini göreceğiz.
Hakk Yol’dan sapmak,
Allah’ın hakkını vermemektir

Bu alt yapının insana verilme sebeplerinden birisi, bu alt yapının insanı Halifetullah yapmasıdır, bu verilenler onun Halifetullah olmasını sağlayan önemli alt yapıdır. Bu alt yapı sayesinde onda Halifetullah özellik açılır. Halifetullah özellik ne demektir, konumuz kapsamında bakalım: Âdemoğlu, yani insan bu alt yapı sayesinde halifeliği gereği Allah adına “BEN” diyebilmeyi öğrenir. Bu alt yapı olmasa hep kendi adına “BEN” der, İblis gibi. İnsanda bu alt yapının “Tercih”e yönelik bir yanı vardır. Meleklerde bu alt yapı bir tercih yanı olmadan vardır, bu yüzden behemehâl “Allah adına” davranırlar. Şeytanlıkla görevli İblis ise böyle bir alt yapısı olmadığı için “Müstakilen VAR” hali için davranır. Çünkü bu bilgilerden habersizdir, onda böyle bir sözleşme yoktur; vazifesi gereği. Meleklerinki de vazifeleri gereğidir. Ama insan “tercih” şerhi bulunan bu sözleşme onda açıldığında bu sözleşme sayesinde Allah adına “BEN” diyebilme vasfını kazanır. Fakat insan bu sözleşmeden habersiz yaşadığı için, bu alt yapıyı gömdüğü için, dûniHİ algıda ve zann’larında olduğu için kendi namına “BEN” der ve Kur’ân’a göre Mütekebbir sınıfına düşer.
“Ben onları (iblis ve soyunu) Semâvat ve Arz’ın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şâhit tutmadım. Ve hiçbir zaman mudıll olanları yardımcı edinmiş değilim.” (Kehf-51)
A’râf 172 ve 173. âyetlerde gördüğümüz bu sözleşmeye, Kehf Sûresi’nde şeytan için açıklanan bilgiyle de bakarsak yaptığımız tespitleri daha kuvvetli anlarız. Aslında Kehf-50’den cinleri de anlıyoruz. Asıl konu İblis olduğu için Kehf-51’de meâl “İblis ve soyunu” diye parantezlendirilebilir. Çünkü “Ben onları” derken cinleri kapsayan bir tanımla gelir. Diyor ki; Ben iblis ve soyunu Semâvat ve Arz’ın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şâhit tutmadım. Ama Halifetullah olan insan için böyle bir şâhitlik var.
Ve “hiçbir zaman mudıll olanları yardımcı edinmiş değilim.” Mudıll Hakk Yol’dan sapmış demektir. Hakk Yol’dan sapmak, tarif edilen dünyevi amelleri yapmamak değildir. Hakk Yol’dan sapmak tek bir şeydir; Allah’ın hakkını vermemek. Hak vermeyene zalim derler. Allah’ın hakkını vermeyip Hakk Yol’dan sapan Allah’ın verdikleriyle kendi adına “BEN” diyendir, yani “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyendir. Ve bu Mudill’lin bir özelliğidir ki insanları da saptırmaya çalışır. Kendi sapmıştır ama doğruluğuna çok inandığı için insanları da saptırmaya çalışır. İşte ayet diyor ki; böyle olanları ben hiç bir zaman kendime yardımcı edinmiş değilim. “Yardımcı” kesret dilidir. Tevhid diliyle bakarsanız, Allah’a yardımcı olunur mu? Buradaki yardımcı ne demektir, onu da anlamaya çalışacağız. Ama buradan anlıyoruz ki Hakk Yol’dan sapmamak için iki özellik gerekiyor, çünkü ayet şu iki şeyi birleştiriyor: İblis ve soyunu Semâvat ve Arz’ın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şâhit yapmadım. Bir de Mudıll’leri, yani Hakk Yol’dan sapanları yardımcı edinmiş değilim. Demek ki ancak Hakk Yol’dan sapmayanlar yardımcı olabilir. Hakk Yol’dan sapmamak için de böyle bir şehâdet gerekir, yani nefsin bu alt yapıya sahip olması gerekir.
Hak yola çağırabilenler
“Onları yardımcı edinmem” âyeti meâllerde “Onlara görev vermem” şeklinde yazılabiliyor. Âyetin kelime meâli “Ben Mudıll olanları yardımcı edinmem” şeklindedir. Onu meâllendirirken anlaşılsın diye “Ben Mudıll olanlara görev vermem” denirse çok doğru olmaz. Çünkü İblis görevli! Değil mi? O bir görev yapıyor. Aslında her kul kulluk sebebiyle ilgili olarak görevli değil mi? Demek ki “Görev vermem” cümlesi “Yardımcı edinmem”in karşılığı değil. “Onları yardımcı edinmem” âyeti bazen de “Mudıll olanlar bana hizmet vermezler” diye çevriliyor. Bu da yeterli değildir. Allah’ın emrini yerine getirmek hizmet değil midir? Herşey bir hizmette, bütün kullar Allah’a hizmettedir. Yalnızca insanların inanmayanları Allah’a hizmette olduklarının bilincinde değiller, o kadar. Bütün yaratılanlar kulluk sebepleri çerçevesinde Allah’a hizmettedir. O zaman “Yardımcı edinmem”i şöyle anlayabiliriz: Hakk Yol için onlara görev vermem. Onlar Hakk Yol’a çağırma konusunda hizmet edemezler. Hakk Yol’a çağırma konusunda onları görevlendirmem; yani onlar Hakk Yol’a çağırma konusunda kulluk yapamazlar. Çünkü onlar kendilerini “Müstakilen VAR ve Muhtar” sanıyorlar. Buradan çıkardığımız bir ders de şudur ki; bir insan kendisini “Müstakilen VAR ve Muhtar” sanıyorsa, bunda da ısrarlı ve iddialı ise Hakk Yol’a çağıramaz. “Onlara görev vermem” diyor. Aslında burada bu şehâdetle ilgili konumuzu ilgilendiren bir mânâya da ulaşabiliriz: Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen ve buna göre hayat tarzı oluşturan insanlar şâhit olmuş olanlardır, bu bilgiye şehâdet edenlerdir.
Buyuruyor: Şâhit kılmadıklarım böyle bir hayat tarzı oluşturamazlar.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti