Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 165

Kendimizdeki kavgacı ve suçlayıcı dosyanın tehlikesinin boyutunu belirtebilmek için şu söyleyeceğime lütfen dikkat edin. Bunu çok önemseyin, çok korkun lütfen. Bu öyle bir dosya ki kişinin onu dünyada kullandığı yetmiyor, ahirette de kullanmaya devam ediyor. Bir kişi bu dosyayla ölürse ahirette de o dosya aktif olarak devam eder. Dünyada Allah’a karşı olmuş inkârcı ve yalancılar, ahirette korkunç ve çaresiz bırakan o ortamda kurtulmanın yolunu yine suçlamakta bulurlar, suçlamalar yaparlar, dünyada olduğu gibi. Öyle ki Allah’a karşı anne ve babalarını bile suçlarlar. Yeter ki kurtulsunlar. O hale gelirler ki Allah’ı da suçlarlar! Nasıl mı? “Sen diledin böyle oldu, sen dileseydin bu olmazdı, sen bize de hidayet verseydin olmazdı” diyerek nihayet Allah’ı da suçlarlar. Böyle bir dosyadır suçlama dosyası! Suçlama cümleleri ile dünyada kârlı gibi çıkmış olabilirler, ancak ahirette durum hiç öyle olmaz. Çünkü neticede her türlü hallerine şahitlik ederler. Nur Sûresi 24. ayet buna örnek ayetlerden birisidir. Ayette buyrulmaktadır ki onların dilleri, elleri, ayakları aleyhlerine şahitlik eder.
“Müstakilen varım ve muhtarım” iddialı insanların bir tanrılar kavgası olarak yaşadıkları ve adına da hayat mücadelesi dedikleri bu yaşantı içerisinde en önemli silahları birini veya birisini hatta bir şeyi suçlamaktır. Böylece ne olur? Küçük düşürmek, susturmak, çaresiz hale getirmek, itibarsızlaştırmak, pişmanlık yaşatmak, kafaları karıştırmak, konuyu saptırmak; daha da ileri olursa kendi itibarlarını korumak, kurtarmak veya yükseltmek gibi böyle halleri hedefleyerek bu suçlamaları yaparlar ve buna da “hayat mücadelesi” derler.
Rasulullah (SAV) Efendimiz bir gün devesinin terkisinde kendisiyle birlikte seyahat eden bir kimseye öğüt veriyordu. Şöyle buyurdular: “Sen üzerindeyken bineğin olan hayvan tökezleyecek olursa sakın ‘kahrolası şeytan! Sen yaptın’ deme.” Bakın hadiste kişi kimseyi suçlamıyor, inanan olduğu için hayvanın tökezlemesi ve yol aksiliğini şeytana bularak şeytanı suçluyor. Bu aksiliği başıma sen çıkardın şeytan senin oyunun, diyor. Ama Efendimiz (SAV) bize neyi öğretiyor: “Kahrolası şeytan sen yaptın deme. Çünkü böyle söylersen o şeytan bir ev oluncaya kadar büyür ve kendi kuvvetiyle yaptığını söyler. Ancak sen şöyle söyle: Bismillahir Rahmanir Rahiym. İşte şimdi o şeytan muhakkak ki bir sinek oluncaya kadar küçülür.” Arkadaşlar dikkat edin, suçlamamamız ve şikâyet etmememiz gerektiği ne kadar, ne kadar açık! Şikâyet etme; şeytanı bile suçlayacaksan şikâyet cümlesi kullanma; Bismillahir Rahmanir Rahiym de, diyor Efendimiz (SAV). Şikâyet etme; nefsin şerrinin dilini kullanma. Kullanırsan ne olur? Kullanırsan, şeytan bir ev gibi büyür. Bunun manasını günümüze, halimize çevirelim: Eğer, siz öyle suçlama yaparsanız nefsinizin şerri gereği yaptığınız bu suçlamalarda sadrınızdaki duniHi algı ve zannları büyür bir ev gibi. Yani göğsünüzü onun evi düşünün, onu kaplar. Göğüs kafesi evini kaplayacak kadar büyür, kocaman olur o şeytan. Böylece sizin sadrınıza, kalbinize hâkim olur. Eğer sen “Bismillahir Rahmanir Rahiym” dersen o zann, o şüphe, sendeki o hücum, o kavgacı damar sadrında küçülür, küçülür, küçülür; bir sinek gibi küçülür, senin sadrına hâkim olamaz.
Suçlamayla şikâyet birbirine çok yakındır, cümle olarak da mana olarak da. Eğer suçlamaları, suçlama cümlelerini yakınma ve kınama içerikli cümleler haline getirirseniz o cümleler şikâyet cümlelerine dönüşür. Yani hem şikâyettir hem içerisinde suçlama vardır. Ama o suçlamayla beraber bir yakınma ve kınama var. Şikâyet şekavet ehlinin yani şakinin dilidir; şakinin konuşma tarzı manasınadır. Lügat manası da böyledir. Suçlama, yakınma ve kınamaya dönüşür de şikâyet haline gelirse şekavet ehlinin dili olur, şakinin dili olur. Şikâyet şakinin konuşma tarzıdır. Bu nasıl olur; siz hem her şeyden şikâyet edeceksiniz hem Amentü Billahi diyeceksiniz. Her cümleniz şikayet içerecek, şükürden uzak, kalbi tatminden uzak, huzurdan uzak cümleler kuracaksınız, bileceksiniz ki bu şakinin dilidir, bu Allah’a karşı bir dildir, hem de Billahi manada iman ediyoruz diyeceğiz. Doğru olmaz. Yan yana gelmez; bir kalpte ikisi yan yana nasıl durabilir? Olabilir mi? Şikayet kişinin tarzı olmuşsa; manalı manasız, konu ne olursa olsun konuşmaları gizli veya açık şikayet temalıysa, bilin ki bu son ürün olan “şikayet ahlakı”nın arkasında mutlaka tatminsizlik, huzursuzluk, geçimsizlik, mutsuzluk, şükürsüzlük gibi ana konular yatar. Yine bu konuların arkasındaki esas sebep Allah’tan, O’nun düzeninden, O’nun yarattıklarından nefret etmektir, arkasında bu vardır; şikâyetin de arkasında Allah’tan nefret etmek vardır. Kesin, bu kesin!
Şikâyet, duniHi algı ve zannlarıyla gerilmiş olan bir sadrı ne yapar, bakın: Eğer duniHi algıyla ve zannlarıyla ev gibi büyümüş, kocaman olmuş zann evi artık o sadra sığmadığı için kişi şikâyet etmekle o sadrı ferahlatır; şikâyetle o sadr nefes alır, tazelenir. DuniHİ hayat tarzında şikâyet, sadrın ferahlama, nefes alma yöntemidir. Ama dikkat edin; sen bir şeyi şikayet ettiğinde sadrın senin ağzından sana der ki: “Ohh, Allah’a hücum ettim de kendime geldim.” İnsan elbette bunları bu derece fark edemiyor olabilir. Çünkü kişi esfele safiliynin oyuncağı olmuş, küfrüne âşık hale getirilmiştir. Kendisini çok doğru yolda zanneder, haklı zanneder. Bütün bu sebeplerden bu işleri fark etmez…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER