Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 201

“Ârife tarif gerekmez.” Bu sözü normal hayatta niye kullanırız? Çünkü kişi arifse anlar, ona tarif etmeye gerek yoktur, tarifi biliyordur. Ama bizim bahsedeceğimiz mana böyle değil. “Arife tarif gerekmez, arif artık tarif işini yani tanrısal tarifleri bıraktı” demektir. Bu durumda kişinin en azından kendisinin ne zaman arif olduğunu bilmesi önemli hale gelir. Öyleyse bu tanımlanmalıdır; kişi ne zaman arif olur? B Noktası’ndan sonra! B Noktası Billahi idrakla yaşantıya geri dönüşsüz şekilde geçiş noktasıdır. Oraya gelene kadar kişi tanrısal tarifleri yıkıp, yok edip bu noktayı geçmişse, o artık esma dünyasında yaşıyor demektir. Esma dünyasında yaşayan artık tanrısal tariflerle meşgul olmaz. Bu yüzden ona tarif gerekmez, o tarif istemez. Esma dünyasında olduğu için, artık tarif onun için günahtır, tarif onun için küfürdür. İşte, arife tarif bu yüzden gerekmez. Değilse, arif tarifi biliyor ve çok seviyor olduğu için değil. Bu tanım bir yönüyle de “arif olmak için tariften kurtulmak lazım” manasına gelir yani tariflerden kurtulunca arif olursunuz.

Zümer 18: “Onlar ki (o kullarım ki), kavli (hakkani sözü) işitirler de onun en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir, onlar Lüb sahiplerinin ta kendileridir.”

Müfredatımız Sadr, Kalb, Fuad, Lüb. Konuyu iyi anlayalım diye sadrı, kalbi, fuadı ve bunlardaki nurları önceki yazılarımızda tefekkür edip, paylaştık. Şimdi Lüb’e, Lüb Sahiplerinin özelliklerini anlamaya ve Lüb Sahiplerini tanımaya başlıyoruz. Lüb sahipleri için Zümer 18’de Rabbimiz, onlar kavli (hakkani sözü) işitirler ve onun en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir ve işte onlar Lüb sahiplerinin ta kendileridir buyuruyor. Ayette geçen Lüb sahipleri Lüb’leri aktif olanlardır, Lüb’leri sadırlarını etkisine almış olanlardır. Lüb nurunun adı tevhid nuru idi. Lübdeki tevhid nuru dâhil tüm nurlar ki sadırda İslam nuru, kalpte iman nuru, fuadda marifet nuru daima çalışır vaziyettedir. Ama önemli olan Lüb nurunun sadrı etkisine almasıdır, o aktifliğe kavuşmasıdır. Lübteki tevhid nurunun kalbi ve sadrı etkisine aldığı kişiye Lüb Sahibi denir, artık o Lüb Sahibi olmuştur, ayet onları bize anlatıyor. Ama dikkat edin, onlar Allah’ın emrini işittiklerinde ona tabi olurlar demiyor. Ayetin lüb ehlini nasıl tarif ettiğine lütfen dikkat edin: Onlar (hakkani) sözü işitirler de onun en güzeline tabi olurlar. Bu ne demek? Onlar en iyisini yapmaya çalışırlar, onlar nafileciler demektir. Lüb sahipleri nafilecidir. Farzı tamamlayıp nafileyi yapıyorlar. “İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir, onlar Lüb sahiplerinin ta kendileridir. Önceki yazılarda ele aldığımız “nafile”nin önemini Zümer Sûresi 18. ayetle de burada vurgulamış olduk. Şunu da ekleyelim: Ayette geçen “en güzel” ifadesi emirleri kıyaslayan bir “en güzel” anlamı değildir. Yani Allah birçok emir vermiş ama onların bazıları güzel, bu kişi onların en güzelini seçiyor gibi anlaşılmasın. “Onlar sözü işitip en güzeline tabi olurlar” demek, “uygulamanın en güzelini seçer, uygulamanın en güzeline tabi olurlar” demektir. Onlar uygularken en güzeline tabi olurlar.

Lüb Sahipleri Ehli Takva’dır. Hatırlayın, “onlar nafilede yarışır” demiştik, nafilede yarışanlar takvada yarışıyorlar demektir. “Nafilede yarışan” olmak öyle enteresan bir şeydir ki bakın: Diyelim ki bir AVM’ye gittiniz, orada çok gösterişli, çok zengin birini gördünüz, buna çok sevinmezsiniz değil mi? Onu çok yakınınız gibi, akrabadan biri gibi görür müsünüz? Aklınıza bile gelmez, değil mi? Bazılarının kıskandığı, bazılarının imrendiği, bazılarının siyasi olarak düşman olduğu o kişi bu kadar azığa sahip olmasına rağmen, siz ona özel bir kardeşlik, özel bir yakınlık hissetmezsiniz. Ama diyelim ki bir mescide, bir camiye gittiniz ki bir adam öyle güzel oturuyor veya kalktı huşu içinde öyle bir salât ikame etti, onu seversiniz, akrabanız gibi gelir size. Oysa sizinle ne ilişkisi var? Sonuçta ne yapıyorsa kendine; salâtı da, duruşu da kendine! Sizin için olursa zaten şirk olur. Onun her şeyi kendine olduğu halde, size hiçbir faydası olmadığı halde, tanışmadığınız halde akraba gibi ısınır, seversiniz onu. Neden? Nedeni çok enteresandır. Onu seversiniz, çünkü o çok önemli, çok makbul, çok övülen bir azık edinmiş. Diğeri dünyaya, bu da ahirete azık yapmış. Bakıyorsun, üstünde ahiret azığı var. O onun azığı ama sen onu seviyorsun, ona için kaynıyor. Hatta hürmet ediyorsun, önünden geçiyorsa muhabbetle bakıp, geri çekiliyorsun. Oysa aynı muameleyi zengine yapmadın. Neden buna yapıyorsun? Onu seven kim, sizde onu seven kim? Siz bilmeden o sevgiye sahip çıkıyorsunuz ama sizde onu seven kim? Bu hürmet neyin göstergesi bakın: Haliniz kendiliğinden, istemsiz olarak Allah yolunda olanı seviyor. Kendiliğinden ona bir muhabbet, bir yakınlık duyuyor olmanız, aslında nafileyi seviyor olmanızdan başka bir şey değil. Onu Zümer 18 öğretti: “Lüb Sahipleri (hakkani) sözü işitirler ve onun en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettikleridir.” Bu ayet Lüb sahiplerinin Ehli Takva olmalarını öğretti. Onlar takva sahibidir.

Bakara 269: “O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayr verilmiştir. Bunu Lüb sahiplerinden başkası anlayamaz.”

Bu ayette bir başka özelliği görüyoruz: O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayr verilmiştir. Bunu Lüb sahiplerinden başkası anlayamaz. Anlıyoruz ki lüb sahipleri Ehli Hayr ve Ehli Hüküm’dür; yani hüküm sahibi ve hayr ehlidirler. Ehli Hayr olmak, düşünceleri, sözleri, fiilleri batıl olan her şeyden arınmış olmak demektir, hayr üzere olup bu halin hayretlerini yaşıyor olmak demektir. Onlara, ikisi arasında çokça nimetler verildiğinden birçok da hayret yaşıyorlar. Ehli Hüküm olmak ise, hikmeti kavrayabilen akıl sahibi demektir. Onlar hikmeti kavrayabilen akla sahip kişilerdir, Allah’ın hükümlerinin hikmetini görebilen kişilerdir. Lüb Sahipleri’nin özelliklerinden üçünü gördük: Onlar ehli takva, ehli hayr ve ehli hükümdür.

Al’u İmran 190: “Muhakkak ki Semavat ve Arz’ın halk edilişinde, gece ile gündüzün birbiri ardına gelişinde lüb sahipleri için elbette ayetler vardır.”

Al’u İmran 191: “Onlar Lüb sahipleri ki, kıyamda ayakta, kuud’da otururken ve yanları üzere oldukları halde Allah’ı zikrederler ve Semavat ve Arz’ın halkedilişi hakkında tefekkür ederler ve şöyle derler; Rabbimiz bunu batıl olarak yaratmadın. Sübhan’sın, bizi narın azabından koru.”

Bu iki ayette Lüb Sahiplerinin yeni bir özelliği var: Ehli Zikr. Onların ehli zikir oldukları anlatılıyor. Ayet “Onlar tefekkür ederler ve şöyle derler” diyor. Demek ki Lüb Nuru Fuad’a Hakk Yol’da bir analiz ve sentez yaptırıyor, Hakk yolda tefekkür yaptırıyor, bu yüzden ayette “onlar tefekkür yaparlar” deniyor. Ve bu tefekkürle Hakk bir sonuca ulaşıyorlar, bu sonuç kalbe tespitleniyor. Bu tespit bir sığınış, sakınış ve dua içeriyor. Yani tefekkürlerinin sonunda mütekebbirlik yok! O tefekkürle El-Hüsna’yı tasdik ediyorlar ve o tefekkürün sonunda sığınış, sakınış ve dua var!

Nurların her birinin verdiği korku ve ümit başkadır demiştik. Lüb nurunun yani tevhid nurunun verdiği korku ve ümit de başkadır. Bu yüzden, onların tefekkürlerinin sonucu sığınış, sakınış ve dua içeriyor. Lüb sahibi tefekkür ediyor, tezekkür ediyor, ittika ediyor; sığınıyor, sakınıyor. Zaten ayetler “Lüb Sahipleri tefekkür ederler, tezekkür ederler” derken “ittika edin” diye de uyarmaktadır.

Bakara 197: “Muhakkak ki azığın en hayrlısı takvadır. Ey Lüb Sahipleri benden ittika edin.”

Ayet bize biriktireceğimiz azığın hayrlısını öneriyor: Azığınız en hayrlısı takvadır. Ey lüb sahipleri benden ittika edin, yani sakın eş koşmayın. İttika etmek sakınmaktır. Bu eş koşmamak için sakınmaktır, eş koşmaktan sakınmaktır. Çünkü eş koşarsanız herşey boşa gider! İttika edin: Yani benden sakının, sakın duniHİ “BEN”lik ortaya koymayın, mütekebbir olmayın, ittika edin!

Al’u İmran 7: “HU ki Kitab’ı sana inzal etti. Ondan ayetler muhkemdir. Ki onlar Ümmü’l Kitap’tadır. Diğerleri (ilk ana, kök olmayanlar) ise müteşabihtir. Ama kalplerinde zey’ (art niyet) olanlar fitne isteyerek ve onun te’vilini arzu ederek ondan sadece müteşabih olanına tabi olurlar. O’nun te’vilini ancak Allah ve ilimde rasih (derinleşmiş) olanlar bilir. Bu âlimler şöyle derler; O’na iman ettik; hepsi Rabbimizin indindendir. Bunu Lüb sahiplerinden başkası tezekkür edemez.”

Lüb sahiplerinden başkası ibret alamaz, ayetteki mana böyle! Bu ayet muhkem ve müteşabih ayetlerin olduğunu, bazı kimselerin müteşabih olanlara yaslandığını, oysa onun manasını yalnızca Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir. Lüb sahiplerinin bir özelliği daha verildi: Onlar tezekkür eder, ayetlerden ibret alır. İbret alan yararlanan demektir. Onlar okuduğunda ibret alır, yararlanır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER