Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 110

Arz’da halifetullah dilenen insan, esfele safiliyn yapısı gereği hayata kalbinde maraz ile başlıyor. Onun kalb-i selime ulaşması için bu marazdan kurtulması şart. Kalbteki bu maraz sebebiyle insan, yaşarken “Allah Yokmuş” gibi veya sanki “Allah Vahidül Ehadüs Samed Değilmiş” gibi inanır ve buna göre yaşar. Peki, insan bu marazdan nasıl kurtulacak? Kurtulmak yalnız ve yalnız Amentü Billahi ve Rasulihi ve Salih Amel ile mümkündür; kurtuluş reçetesi ise Kur’an ve Efendimiz (SAV)’in açıkladıklarıdır. Kalpteki marazı/hastalığı gidermek için kalbi ve “Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb organizasyonunu” tanımak gerekiyor. Bunları ayetler, hadisler çerçevesinde bir reçete şeklinde dikkatinize sunmak istiyorum ki Allah bizleri kendisine kalb-i selim ile ulaşanlardan eyler İnşaAllah (Âmin).
Kalb, Fuad ve Lüb’ü barındıran genel çerçeve olan Sadr İnşirah Suresi’nde şöyle geçer; mealen: “1) Senin için sadrını inşirah etmedik mi? 2) Böylece yükünü senden almadık mı? 3) Ki o senin zahrını çatırdatmıştı! 4) Ve senin için zikrini yükseltmedik mi? 5) Bundan ötürü o zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 6) Muhakkak ki, bu zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 7) Boş kaldın mı hemen başka işe koyul. 8) Ve Rabbine rağbet et.” Sadakallahul aziym.
İleride gelecek açıklamaları birbiriyle kolay ilişkilendirebilmek ve bizim için önemli manaları hızlı ve anlaşılabilir olarak çıkarabilmek için bazı tanımlar yapacağız. Lütfen anlamaya, size yeni gelen kelime ve tanımlardaki manaları sabırla yakalamaya gayret edin.
VahidülEhadüsSamed olan Allah, Nefs-i Vahide’den (Vahidiyet’in Ehad ve Samed olan Kendini Hissetmesi’nden) dileğini suretlendirdikten sonra onun kendisini bilmesi için ona nazar ederek “Kün” demiştir. Şimdi bu cümleyi daha iyi anlamak üzere kısım kısım ele alalım.
Vahidül Ehadüs Samed olan Allah: VahidülEhadüsSamed, Vahidiyet’in kavramamız gereken önemli bir özelliğidir. “Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızda VahidülEhadüsSamed özelliğini ve Nefs-i Vahide’yi, ayetlerle ve detaylıca ele aldık, merak edenlere okumalarını öneririm. Bu kapsamda, size yabancı gibi gelen kelimeler olursa onlara da “Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızdan bakın lütfen.
VahidülEhadüsSamed olan Allah Nefs-i Vahide’den…: Nefs-i Vahide Vahidiyet’in kendini hissetmesi demektir. Kendini hisseden, Vahidiyet’te kendini hisseden: Nefs-i Vahide! Nefsin kendinizi hissetmenizle ilişkisini daha önceki yazılarımızda kurmuş ve nefsi özellikle “kendini hissetme duygusu” üzerinden tanımlamıştık. Yazılarımızda tanımlar yapılırken Kendini Hissetme Duygusu çok geçecek, bu yüzden hem o duyguyu hem nefsi kolay yakalayabilmek bağlamında Kendini Hissetme Duygusu’nu şöyle bir bakışla hatırlatalım: Kendini Hissetme Duygusu’nun açılım ve ortaya çıkış hallerinden birisiyle yaklaşırsak, biz bizde bulunan Kendini Hissetme Duygusu’na “can” da deriz. “Can, bir şeyin canı, bir insanın canı” dediğimizde kastettiğimiz şey aslında ondaki “Kendini Hissetme Duygusu”nun bir halidir. Siz “canım sıkılıyor” demekle Kendini Hissetme Duygusu’yla ilgili çok önemli bir bilgiyi itiraf etmiş olursunuz. Hatta siz “canım sıkılıyor” dediğinizde, aslında ileride gelecek konulara uyan bir tanım yapmış da olursunuz.
Nefs-i Vahide’den (Vahidiyet’in kendini hissetmesinden) Allah dilediğini suretlendirdikten sonra, o surete “kendini bil” demiş, suretin kendisini bilmesini istemiş, böylece çokluk âlemi başlamıştır. O suretin kendisini bilmesi için, bu dileği için Allah o surete nazar ederek “Kün” demiştir. “Kün”den hemen sonra “fe yekûn”, o dilenen hemen olur: OL der ve olur. Dolayısıyla Allah ilmi surete (ilminde dilediği surete) kendini bilmesi için “Kün” deyince”feyekün” sonucu Allah’ın o kuldaki dileğinin şartları neyse, o şartların kaydı altında kul kendisindeki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile kendini bilmiş, hissetmiş ve bu halini “BEN” diyerek kendi kaydı dışına takdim etmiştir. Cümledeki manayı şöyle toparlayalım: Allah’ın dileği suretlendikten sonra, Allah o surete “kendini bil” dediğinde o surette, o kulda ne dilemişse, o suret o dileğin şartları altında kendisindeki “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” ile kendisini bilmiş ve bu hali kendi kaydı dışına “BEN” diyerek takdim etmiştir.
Kulun “BEN” derken kendisindeki kastının alanı o kulun sadrını oluşturur. Bu cümle ile “sadr”ı tarif etmiş olduk. Göğüs diye de anlamlandırılan sadr, kul “BEN” derken kendisindeki kast ettiği şeyin alanıdır; “BEN” derken kast ettiği şeyin alanı kulun sadrıdır. Bir kul Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla “BEN” dediğinde, kayıt yüzünden kulda o kaydın oluşturduğu alan, yani kişinin “BEN” derken takdim ettiği, kast ettiği şeyin alanı onun sadrıdır. Kul bu kastettiği alanla ilgili hissiyat dalgalanmalarını sırtı ve göğsünde gözleyebildiği için bu alana sadır diyoruz. “BEN” derken kast edilen alanda meydana gelen hissiyat dalgalanmaları esas itibariyle göğüs ve sırtta gözlenebildiği, toplanabildiği, bulunabildiği için bu alanın genel ismi sadırdır.
Bir alan var, bu alanın tümüne sadır diyoruz. Kişi “BEN” dediğinde o alanı kastediyor. “BEN” derken kast edilen bu alanı oluşturan şey kulun kaydıdır; kaydını kapsayan alan onun sadrıdır. Bu geniş alanın tümüne “sadır” veya “göğüs” isminin verilmesi, bu alana ait hissiyat dalgalanmalarının göğüs ve sırtta hissedilmesi nedeniyledir. Bu alanın tamamına ait hissi göğüs ve sırt bölgesinde hissettiğimiz için alanın tamamına sadr denilmiştir. Bu yüzden, ayetlerde geçen “sadır” bazen doğrudan göğüs kafesini, bazen de alanın tamamını ifade eder.
Sadır, kayıtlı kendini hissetme duygusunun (nefsin) hissetme alanını içeren genel çerçevedir. Sadır bir genel çerçevedir ve kalbi yani kalıbı barındırır. Genel çerçeveyi oluşturan sadrın içinde kalp vardır. Kalp, işlevlerinden birisine atfen “Fuad” olarak da adlandırılır. Aslında kalp “Fuad”ı barındırır. İşlevleri yüzünden meallerde, tefsirlerde “fuad” yerine kalp” ismi kullanılabiliyor; aslında “fuad” kalbin bir işlevidir. Bu öyle bir işlevdir ki kalbin tamamını kaplar. Kalbin tamamını kaplayan bir işlev olduğu için kalb de fuadı barındırır. Demek ki genel çerçeve sadır; sadırda kalp, kalpte fuad… Kalb ve Fuad’ı kavramak, manasını yakalamak için bir örnek verelim ama örnekler hiçbir zaman tam oturmaz. Şu şekilde düşünebiliriz: İngilizce’de bir “house/ev”, bir de “home/yuva” vardır. Biz “ev”e bazen “yuva” da deriz değil mi? İşte “ev” derken kalbi, “yuva” derken de onun bir işlevini düşünmeniz gibi, kalpteki bir işlev yüzünden ona, kalbin o işlevine “fuad” deriz.
Kalpte bir de “Lüb” var. Kalbin özünün, esasının öyle bir özü var ki onun adı Lüb’tür. En dıştan başlayarak sıralayalım: Sadır içinde kalp; kalpte fuad, fuadda da lüb. Bu kavramlar farklı isimlerle tarif ediliyor olsalar da aslında farklı şeyler değillerdir. Organize çalıştıkları için onları “sadır, kalp, fuad ve lüb” diye adlandırıyoruz; organize bir mekanizma vardır. “Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb” isimleri bir mekanizmanın, bir organizasyonun fonksiyonel isimleridir. Bu kavramları yazılarımızda gittikçe daha iyi, daha somut tanıyacağız inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti