Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 126

“Hani İbrahim bir zaman; “Rabbim göster bana, ölüleri nasıl diriltirsin?” demişti. Rabbi dedi; “iman etmedin mi ki?” İbrahim dedi; “elbette iman ettim, ama kalbim mutmain olsun için.” Rabbi buyurdu; “o halde kuştan kuş cinsinden dört çeşit al, tut. Onları kendine çek (alıştır, zapt et), sonra onlardan birer cüz alarak her bir dağın üzerine koy. Sonra onları çağır, say ederek (koşarak) sana gelirler. Bil ki Allah Aziyzül Hakiym’dir (Bakara 260).”
Bu ayette bize öğretilen şeylerden birisi de “bilme ve görme” arasındaki farktır. “Bilmek” görmek gibi değildir, “görmek” bilmek gibi değildir. Kalb bilir, fuad görür. Çok benzemese de şöyle bir örnek verelim ama anlayınca örneği silin, çünkü hiç bir örnek kalb-fuad ilişkisine tam benzemez; kalb fuad ilişkisi çok farklı bir şey. Ben pencereden baktığım için dışarıyı görüyorum, içerideki bir arkadaş da bana “Ahmed Bey geliyor mu?” diye sordu, ben bakıp “geliyor” dedim. Gördüm, ona da söyledim. Arkadaş onun gelişini görmedi ama biliyor. Oysa ben gördüm. Görmek ve bilmek böyle birbirinden farklıdır. Görmede gördüğünle ilgili onun gelişi, şekli gibi birçok şey var. Duyan, bilen bunların hiç birini görmedi, ama biliyor. Görme ve bilme farkı biraz anlaşıldı mı?
“Görmek” fuadın işidir. Fuad gördüğünü kalbe bildirir ve kalp de bilir ve o bilgiyi kalbeder (kabul eder, kaydeder). Ama o bilgiyi görüp kalbe bildiren fuaddır. Görme işlevi onundur, o marifet fuadın marifetidir. Çünkü orada Marifet Nuru var. Şunu anlamış oluyoruz ki, “bilmek ve görmek” nasıl farklı ise, bunların yaşantıdaki açılımı da birbirinden farklıdır…
Hz. İbrahim (as)’ın Şuara Sûresi 83. ayetten öğrendiğimiz bir duası var. Hz. İbrahim (as) bunu fark ettiği için; “Rabbi hebliy hukmen ve elhıkniy bis salihıyn; Rabbim bana hüküm hediye et (lutfet, bahşet, ikram et) ve beni salihler zümresine katıver” diye dua ediyor.
Şuara 83’de geçen “hüküm” kelimesinin manasını anlamamız lazım, çünkü ileride “hüküm” önemle geçecek. “Rabbi hebliy hukmen” diye hüküm istemek niçin? Taha Sûresi 114. ayetten öğrendiğimiz bir dua vardı: “Rabbi zidniy ilmen: Rabbim ilmimi artır.” Bu dayı biliyorduk, şimdi bir başka dua daha öğrendik: “Rabbi hebliy hukmen: Rabbim bana hüküm ikram et…” Bu neden önemli bakın. Tanrılık iddiasında olanın üç çarpıcı özelliği vardır. Onun üç temel özelliği nedeniyle o hüküm sahibidir, güç sahibidir, mülk sahibidir. Bu duada istenen hüküm, tanrının “hüküm sahibiyim” demesi değil. “Rabbi hebliy hukmen” demek, “hikmeti kavrayan akıl” istemektir, “Rabbim, Allahım, bana hükmünün hikmetini kavrayan akıl hediye et” demektir. “Ben de müstakilen hüküm vereyim” veya “ben hükümdar olayım” demek değildir.
Hz. İbrahim (as)’la bize öğretilen bir davranış da kurbandır, “Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızda geniş olarak el aldık, oradan bakabilirsiniz. Kurbanın kelime manası Allah’a yaklaştırıcı, nefsi şerrinden temizleyici davranıştır, sunuştur. Her ibadette olduğu gibi kurban ibadetinde de kabul edilen niyettir, müstakilen varım ve muhtarım düşüncesinden uzak hanif idrak taşıyan bir niyet! Bu idrak Allah indinde makbuldür. O idrakla yapılan kurban ibadetinde asıl iş ise kesmektir (o iş için halk edilmiş olan hayvanı kesmek, kan akıtmaktır). Bu iş nasıl başlamıştı? Baba İbrahim ve oğlu İsmail, Hazreti İbrahim aleyhisselam ve oğlu Hazreti İsmail aleyhisselam, Saffat Sûresi 103. ayet ve devamında bize anlatılır:
103: “İkisi de teslim olup O’nu alnı şakağı üzerine yıkınca”
104: “Biz O’na “Ya İbrahim” diye nida ettik.”
105: “Gerçekten rüyanı tasdik ettin. Doğrusu biz muhsinleri böyle cezalandırırız.”
106: “Muhakkak ki bu apaçık bir beladır (idrak ettirici bir tecrübedir).”
107: “O’na Sema’dan zibh-i aziym (büyük kurbanlık) fidye (bedel) verdik.”
108: “Ahıriyn içinde onun üzerine (ona alamet olan bir bakışla anış, yâd ediş) bıraktık.”
Ahıriyn sonrakiler demektir, Vahdet Ehli demektir. Örneğin, zamanımızda bizler…
109: “Selâm olsun İbrahim’e.”
Allah bir Kul’una, ayette ismini anarak; “Selâm olsun İbrahim’e” diyor. Biz işte Hz. İbrahim (as)’a Allah’ın bu muhabbetini sağlayan şeyi anlamaya çalışıyoruz. Bu bakışla Kur’an bize imanı, ikanı, bu olayla da (bu ayetlerle de) teslimiyeti anlatır. Öyle bir teslimiyet ki çok önemli…
Teslimiyet bir insanı Hakk yolda çok hızlı ilerletebilecek bir noktadır. Onu konuşacağız, popüler tabirle bir sırrı konuşacağız. Ama sır nedir? Normal hayatta sır, insanların bilmediği bir şeyi bilmektir. Birisi bir gizli bilgiye sahipse, biliyorsa gider sorarsınız ama dinimizde sır o değildir. “Bu konu sırdır” denilen o cümledeki sırrın manası İslamiyet’te şudur: Onun bilgisi sizde olmasına rağmen siz onun üstünü sırlamışsınız yani örtmüşsünüz. Onun üstündeki sırrı, örtüyü açarsanız siz sizdeki o hakikati, o bilgiyi fark eder, öğrenirsiniz. Tefekkür ve tezekkür meclisleri bu bakışla önemlidir. Çünkü bu dünya yaşantısında bazı kullar, bazı yazılar, bazı tefekkür ve tezekkürler, bazı olaylar, öğrendiğiniz bazı bilgiler sizdeki o sır haline gelmiş bilginin üstünü açmanıza yardımcı olur, onun üstüne çektiğiniz sırrı, örtüyü kaldırmanıza vesile olur. Ancak bilin ki aradığınız “sır” denilen bilgi sizdedir. Bu yazılarda biz hep bir sırrı ele alıyoruz; Allah’ı hakkıyla tanımaya gayret ediyoruz. O konuda öyle bir sırdır: Bilgisi sizdedir o ama üstü örtülüdür. Esfele Safiliyn yapı o onun üstünü öyle bir örtmüştür ki… İşte hep onun üstünü açmaya çalışıyoruz, inşaAllah açacağız, o zaman sır kalmayacak inşaAllah. Sırrı yani üstündeki örtüyü çeker kaldırırsak Hakk bilgi, gerçek bilgi ortaya çıkacaktır…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER