Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu -15-

GÖNÜL NEDİR?
Yunus Emre Hazretlerinin bir şiiri var, orada “gönül çalaba baktı, Çalap gönüle baktı, iki âlem bedbahtı, kim gönül yıkar ise” diyor. Bu şiirde özellikle gönül kelimesi geçtiği için, onu nasıl düşünmeliyiz. Bir örnekle anlamaya çalışalım. Önünüzde iki tane mandalina var, birisini seçeceksin ama birine “hangisini alayım?” diye soruyorsun, o da sana “gönlün hangisini isterse onu al” diyor. “Gönlün hangisini isterse” demek ne demek acaba? Onu “canın hangisini istiyorsa” gibi anlarsak o seni ötelemek gibi olur, “Canın ne istiyorsa onu yap” gibi anlamak biraz öyle bir manadır. Ama “gönlün hangisini çekiyorsa onu yap” demek daha başka bir mana! Bunun içinde “can” da, “nefs” de, “kalp” de hepsi var, ama gönül kelimesiyle kastedilen mana “can”a başka bir elbise giydiriyor. Sana birisi “Gönlün hangisini isterse” dediğinde senin neyine sesleniyor? O cümlede bunların hepsini içeren bir mana var. Bu yüzden, gönül derken genellikle kalbi kast etmişlerdir. Ama yine de “kalb” manası olarak “gönül” yazmak çok doğru olmaz. Kalbi anlatırken onu hissettirmek için “gönül” kelimesini kullanabiliriz ama kalbin yerine gönül yazdığımızda mana dar bir mana olur. Buna rağmen kalple ilgili bir konuşma yapacaksanız gönülden bahsedebilirsiniz. Çünkü gönül bir nevi kalbin dilidir, kalbin dillenmiş halinin ismidir gönül. Bu bakışla, “gönlün hangisini istiyorsa” demek, “kalbine sor” demektir. Kalbinize sordunuz, kalbiniz bir cevap verecek, işte sizdeki o cevap veren gönüldür, kalbin o cevap veren halinin adı gönüldür. Hükümet sözcüsü gibi, gönül de kalp sözcüsüdür; kalp adına konuşur, kalbin sözcüsü gönüldür. Böyle diye siz hükümet sözcüsüne bakıp hükümet kelimesine meal olarak “hükümet sözcüsü” ifadesini yazamazsınız. O hükümetin içinde bir mekanizmadır. Gönül de, gönül gözü de öyle bir şeydir, hepsi kalp dilini anlatıyor, bu yüzden gönül kalbin dile gelmiş halinin ismidir. Dolayısıyla, anlıyoruz ki Yunus Emre orayı konuşturmuş ve bizi uyarıyor; “o konuşana çok dikkat edin” diyor. Eğer o konuşanı “Müstakilen Var ve Muhtar” sanarsanız, yani o konuşana (gönüle) duniHİ idrakla bakarsanız hata edersiniz diyor. Gönül öyle ayrı müstakil ve muhtar bir şey değil, o da “ya HU” çerçevesinde diyor. Eğer onu, o merkezi incitirseniz, kalbi veya kalbin sözcüsünü, gönlü kırarsanız karşılığı iyi olmaz diyor. Gönül biraz fark edildi mi? Hazreti Yunus’un seslenişinde olduğu söylenen “çalap” kelimesine de bakalım. O dönemde toplumda tanrı manasına gelen “çalap” gibi kelimeler bazen kullanılmış. Nedenini dil bilimcilere sormak lazım, neden acaba? O zaman belki günümüzdeki gibi yanlış anlaşılmıyordu. Oysa günümüzde o kelimeler doğru bir idrak oluşturmuyor ve yanlış anlam oluşturuyor.
“MEDİTASYON” DEDİKLERİ NEDİR? “UYUSAM AMA
AKLIM BAŞIMDAN GİTMESE” HALİNİ İSTİYORLAR
Huzur vermenin önemli olduğunu önceki paylaşımlarımızda görmüştük. Bu fark edildiği için göz bandı, kulaklık gibi malzemeleri meditasyoncular kullanıyorlar. Onlar bizim mutluluk dediğimiz huzuru verebilirler mi? Mümkün değil. Onların gayesi, kişiyi, özellikle CEO’lar gibi yoğun hayatın içinde koşuşturan iş adamlarını, borsacıları rahatlatmaktır. Özellikle bu meslekler tercih edilir çünkü o viziteyi onlar ödeyebilir zaten, hem de onların ihtiyacı var. Meditasyonlarda onların beyinlerini, sanki o gün hiç işe güce gitmemiş gibi bir hale getiriyorlar. Bir nevi sıfırlıyor gibi, o günkü hayatı sanki hiç yaşamamış gibi bir hale getiriyorlar. Böylece kişi nefes alıyor. Çünkü bir türlü hemen gerçekleşecek işlere ait planlar, yarınki planlar, ödemeler, çekler, süren işler, yapılmayanlar, aksayanlar derken işler bitmiyor… Planlarda aksaklık olması da şart değil, normal giden işler de bitmiyor. Dolayısıyla, kişi istiyor ki ben bir uyusam ama aklım başımdan gitmese. Bu dediğinin olması için ilaç alsa olur ama o zaman aklı başından gidiyor. Bu yüzden, hem aklım başımdan gitmese, hem de uyandığımda daha sağlıklı olsam diyor. Bunu yapan hiç bir ilaç henüz yok! İlaçlar ancak uyuşturuyor, uyandığı zaman da kişi daha sersem oluyor. “Uyusam ama aklım başımdan gitmese” halini onların yolunda ancak meditasyon yapıyor. O kişi o seanslarda beynini boşaltmayı, orada beynini ve vücudunu kıpırdatmadan tutabilmeyi öğrenmesi gerekiyor. Onun için de mesela karanlık gerekiyor, sessizlik gerekiyor veya çeşitli kokular, belki ortamın nemini bile önemsiyorlar… Bilmiyoruz, o ortamların oluşturulması için şartları vardır. Çok üzücüdür ki, bizim yolumuz olan İslam’ın hedefini anlamayanlar, namazı da bir meditasyon gibi zannedebiliyorlar. Eğer siz namazı anlatırken onlara bir meditasyon sunmuyorsanız, sizin namazı gerçekten bilmediğinizi sanıyorlar. Oysa fark etmiyorlar ki salât bir şahitliktir ama meditasyonda şahitlik olmaz, yapılamaz, hatta oraya gidenler şahitlikten (yani somut olarak algıladıkları görüntülerden) kurtulmaya çalışıyor. Kişi dünyada dünyaya şahit olarak yaşarken gidip oradakilere diyor ki beni şu şahitlikten çıkarın da bir kendime geleyim, bir nefes alayım. Bu kişi için hayat öyle bir boksör ki durmadan yumruk atıyor. O da bu hali kabul ediyor ve diyor ki, tamam hayat bu ama şu kenarda biraz durayım, şu meditasyonla biraz soluklanayım ve tekrar geleyim. Bunu şuna benzetebiliriz. Suyu çok sıcak havuzu olan kaplıcalar vardır, 80-90 dereceye kadar olan. Ayağınızın ucunu sokamazsınız. Bazıları girer oraya ama kolay değildir. Girdiniz diyelim, kıpırdamamanız gerekir. Kıpırdadığınız an kıpırdadığınız yer yanar. Orada kıpırdamadan durmayı öğrenirseniz, onu başarırsanız havuzda yanmadan durursunuz. Kıpırdadınız mı yanarsınız çünkü o havuzun içindesiniz. Orada kıpırdamadan durmayı size meditasyonlarda öğretirler. Dünyanın bu sıcak havuzunda kişiyi kıpırdatmadan durdurmayı başarırlar. Aksi halde kişi havuzdaki işler ve oradaki sıcaklık yüzünden kıpırdayınca yanıyor. Onu o havuzda kıpırdatmadan durduruyorlar ki kişi bir nefes alıyor, sıcağın etkisiyle gevşiyor, havuzdan çıkınca da “ben çok iyi tedavi oldum” diyor. Dikkat edin, o kişi hala o havuzda! Hâlbuki biz bu paylaşımlarımızda o havuzu reddediyoruz. Bu çok önemli! Bizim o havuzla işimiz yok. Hatta biz o havuzu değiştirmeye çalışıyoruz. O havuzun sonu cehennem… Yanıltan ne peki? Kişi o havuzda yanmayınca onu bir kurtuluş sanıyor, ahirette de yanmayacağını düşünüyor. Hakikati, sünnetullahı anlayamayanlar da meditasyon gibi çok farklı bir yöntemi getirip İslam’la, İslami amellerle kıyaslıyorlar. Bunu yapanlar imanı ve salih ameli tam tanımlayamadıkları ve bilmedikleri için yapıyorlar. Kişi gidip muhtar olan bedenine, muhtar yapısına nefes aldırıyor, onu rahatlatmaya çalışıyor. Bedenini ve muhtar olan kendini rahatlatıyor, o muhtara nefes aldırıyor. Onun elinden müstakilliğini, “Müstakilen Var ve Muhtar” oluşunu alırsanız, işiyle ilgili hiç bir hırsı kalmaz. O yüzden o kişi böyle bizim paylaştığımız bir konuya yanaşmaz. Onlara pazarlama kurslarında, liderlik kurslarında neler önerildiğine baksanız şaşar kalırsınız. Tamamen, “Müstakilen Var ve Muhtar” iddiası nasıl kuvvetlenir, nasıl savaş yapar, nasıl kazanır, pazarlamada bir tanrı olarak nasıl ikna eder, onları anlatıyorlar. Peki, bu cenderede yani böyle bir hakikat varken, inanan bir insanın başarılı olmaya gayret etmesini nasıl değerlendireceğiz? Bir şirket düşünün veya ülkenin yönetimini düşünün, oralarda birinin olması ve bunun inananlardan olması lazım ki halka doğru dürüst hizmet etsin. Fakat bu cenderenin içerisinde o mevkiler için hırsla, talepkâr olarak değil de hayra hizmet etmek için olmak gerekiyor. Talepkâr olmamak da doğru anlaşılmalı. Talepkar olmamak bir lokma bir hırkaya razı olmak demek değil, ondan anlaşılan bu olmamalı. Talepkâr olmamak demek, “Müstakilen Var ve Muhtar” iddiasıyla bir işi istememek demektir. Bir işe talepkâr olmamak, onu, o işi istememek değildir. Eğer imanlıların hepsi “istemem” deyip kenara çekilirlerse o işi kim yapacak? Yanlış olan mı? Eğer siz bir işi, bir konumu, bir rolü “Müstakilen Var ve Muhtarım” iddiasıyla istemezseniz talepkâr olmamış aksine hizmetkâr olmuş olursunuz. Çünkü B imanı hizmetkârdır, duniHi idrak talepkârdır, o ilah, kendi talep ediyor, kendini talep ediyor. Oysa “B iman”da olan kuldur, o hizmet eder. Bu dünyada ikisi de isteyecek… “Böyle bir durumda ne yapacağız?”a gelecek olursak, talep konusunda yapacağımız şey şudur: Biiznillah yani Allah adına, halifetullah olarak talepkâr olmaktır. Ve bir de çalışırken, bir işi yaparken mümkün olduğunca hak yememe gayretinde olmak gerekiyor. İnanan, inanmayan, kim olursa olsun hak yememek, hakkı muhafaza etmek, hatta yetkinize göre, insanların haklarını onların haberleri olmadan takip edip koruyan olmak lazım. Ama önce hak yememek şarttır. Çünkü ancak hak yemediğiniz zaman bütün işler rayına oturur. O zaman kandıramazsınız, ters plan yapamazsınız, birisinin elinden kandırarak servetini, parasını, malını mülkünü alamazsınız, projesini alamazsınız, 800 litre yakıtı ihalede bir ton diye satamazsınız. Her halükarda hak yememek, ilk ve en önemli kriterdir. Kimsenin hakkını yememek sizi “emin” kılar, emin yapar. Risaletten önceki en önemli şey emin olmaktır.
SALÂ DİNLERKEN NE YAPMALI?
Paylaşımımızı bir tavsiyede bulunarak bitirebilir miyim? Cuma günleri salâ okunur ve biz de dinleriz değil mi? Daha önce sizlerle ezan dinlemeyi ve onun nasıl çok, çok önemli olduğunu konuştuk, Elhamdülillah, bu yazıları okuyanlarda inanıyorum ki o hassasiyet oluştu. Şimdi bir de salâ dinlemeyi ele alalım. Cuma için salâ okunuyor ya, o salâ okunurken Efendimiz (SAV)’e salât-ü selam gönderiyoruz, Rabbimizden Efendimize salât ve selam diliyor ve onun hoşnutluğunu istiyoruz. Salâ esnasında bunu yaparken birkaç defa da olsa “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed ve alâ âli seyyidina Muhammed” dedikten sonra, “kad dâkat hıyletiy, edrikniy ya Rasulallah” diye seslenmek güzel olur İnşaAllah. Sayısı hiç önemli değil. Bu hal duyguyla ilgilidir, salâ süresince ne kadar yapabilirseniz… O salâ anında enteresan bir atmosfer var, seslenilen… İşte o esnada siz diyorsunuz “kad dâkat hıyletiy, edrikniy ya Rasulallah, Biiznillah” kelimesi de eklenebilir, bunu kendi idrakımızı korumak için ekliyoruz: “Kad dâkat hıyletiy, edrikniy ya Rasulallah, Biiznillah.” Yani “ben Biiznillah bu duayı yapıyorum, gelecek yardımın da Biiznillah olduğunun bilincindeyim” diyoruz. İnşaAllah salâ sırasında bunu söylerseniz hayrlısıyla güzel olur. Efendimiz (SAV) cemaati seviyor. Cemaati sevdiği için diyelim ki bir okuyanımız öyle bir dua yaptı, ona bu yardım geldiğince o kişi camiye, cemaate gider, kendini kurtarır inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti