Efendimiz (SAV)’in bize öğrettiği çok önemli bir dua var: “Yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbiy ala diynike.” Efendimiz (SAV)’in bu duayı çok sık yaptığı eşlerinden rivayet ediliyor. “Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy ala diynike; ey kalbleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzerine sabitle.” Aslında orijinalinde “dilediği tarafa” ifadesi yazılı olarak yok, “kalbleri döndüren” diye geçiyor. “Dilediği tarafa” anlamının manaya girmesinin özel sebebi, seslenişin Allah’a olmasıdır. Böyle bir seslenişi, insana yapacak olsanız “dilediği tarafa döndüren” diyemezsiniz. Çünkü insana bir talimat verilmiştir, o onu yapar. Yâ mukallibel kulûb; kalbleri kalbeden demektir. “Kalp etmek” Allah’a mahsustur, ama “çevirmek” insanın da yapabileceği bir şeydir. Burada sesleniş Allah’a olduğu için ve “Yâ Mukallibel Kulûb” özel bir isim haline geldiği için mana verirken “dilediği tarafa çevirir” diyerek bu özelliği orada rahatlıkla kullanıyoruz. “Ey kalbleri dilediği tarafa döndüren” ifadesi duanın idrakını kavrayabilmek için de önemlidir. Buradaki manalar Kasas Sûresi 68 ve İnsan Sûresi 30’da geçmektedir. Bu ayetler “dilediği tarafa” manası için bir delil olarak hatırlanabilir.
Aslında bir şeyi hep söylüyoruz, yeri geldikçe de hatırlatacağız: Allah için kurulan cümlelerle insan için kurulan cümlelerin mutlaka farkının olması lazım, mutlaka! İnsan için ve insana hitap ediyormuş gibi kurulan cümleler Allah için de kullanılırsa çok yanlışlıklar içerir.
Bu hatırlatmadan sonra duamıza dönelim. “Neden bu duayı çok yaparsın ya Rasulallah?” diye sorulduğunda Efendimiz buyuruyorlar ki; “kalbi Allah’ın iki parmağı arasında olmayan insan yoktur. Dilediğini sebat ettirir, dilediğini de kaydırır.” Bu açıklama üzerinden bize lazım olan kulvarda basamak basamak ilerleyip önemli bir kelimeye gelmeye çalışacağız. Bu basamakları dikkatli izleyen konuyu yakalamış olur inşaAllah.
“Mukallibel Kulûb” kalbleri dilediği/istediği tarafa döndürendir. Şimdi cümleyi başka bir şekilde kuralım: Mukallibel Kulûb kalbleri bir halden başka bir hale çevirendir, kalbedendir. “Kalbetmek” ayetlerde gece ve gündüz için de geçer, bazı ayetlerde gece ve gündüzün bir halden bir hale çevrildiği, kalbedildiği anlatılır.
“Kalbleri bir halden başka bir hale çeviren” cümlesini biraz ilerletelim ve “kalbler” ifadesinden şimdilik şunu anlayalım. Tabi biz özellikle insanı ele aldığımız için insanı düşünüp şöyle bir tarif yapalım: Kalp kulda yani Allah’ın dileğinin suretinde idrakı oluşturan esma kompozisyonudur. Surette idrakı oluşturan esma kompozisyonu kalbdir, bir kulda, bir surette idrakı oluşturan esma kompozisyonuna biz “kalp” diyoruz. Bunu ilerleteceğiz, şimdilik bulunduğumuz basamakta böyle diyelim. Bu basamaktaki bu tarif yüzünden meallerde kalb yerine bazen “idrak” yazılıyor. Oysa idrak bir sonuçtur, kalbin karşılığı değildir; kalbi Türkçeleştirelim diye yerine kullanılan “idrak” bir sonuçtur. Kalp yerine mealen “idrak” yazmak yanlış değildir ama idrak “kalb” demek değildir, kalbin tamamı değildir. Kalb idrakı oluşturandır, idrakın oluşmasına sebep olan esma kompozisyonunun tamamının ismidir. Kalpten süzülen sonuçlar vardır, bunlardan birisi idraktir. Mesela, oradan süzülen sonuçlardan biri gönüldür, bir diğeri nefstir. Ama bunlar kalbin kendisi değildir; kalbin dünya şartlarında vehimsel irtibatını sağladıktan sonra görülen sonuçlardır, o sonuçlara verdiğimiz isimlerdir. Meallerde kalble ilgili bir mana verileceğinde o mana gönül sonucuna uygunsa kalb yerine gönül yazılıyor, idrak sonucuna uygunsa idrak yazılıyor. Oysa en güzeli orijinal kalbi değiştirmemektir. Çünkü kalbin ayrı bir manası vardır. Parantez açıp, idrak veya gönül sonucuna göre yorumlar yapılabilir ama bunların hiç biri kalp demek değildir. İdrak, nefs ve gönlün, kalbin dünya şartlarında vehimsel irtibatını sağladıktan sonra görülen sonuçlar olduğunu fark ettik değil mi? Mesela böyle sonuçlardan birisi şuurdur. Şuur da bir sonuçtur, bu yüzden ayetlerde “kalb” yerine şuur yazılırsa mana eksik olur. Çünkü Kur’an şuur kelimesini de yerinde kullanmıştır, Zümer Sûresi 25. ve 55. ayetlere bakarsanız “şuur”u görürsünüz. Demek ki Kur’an “şuur”u biliyor ve kullanıyor. O bir sonuç! Kalp çalışırken o anki işlevine göre bir sonuç. İşte biz bu yüzden kurduğumuz cümlede “ya mukallibel kulub” için “kalbleri bir halden başka bir hale çeviren” dedik.
“Ya mukallibel kulub; kalbleri bir halden başka bir hale çeviren” cümlesindeki kalp için şimdilik şöyle düşünüyoruz: Kalb, surette idrakı oluşturan esma kompozisyonudur. Mukallibel Kulûb ise bu esma kompozisyonunu dilediği bir halden dilediği bir başka hale çevirendir.
“Çeviren” derken, “bir halden başka bir hale çevirme”deki “çevirme” ifadesi normal bildiğimiz bir şeyi çevirmek gibi değildir, halden hale sokmaktır. Hatta buradaki “halden hale sokmak” da farklıdır, buradaki o özel halin ismi kalb etmektir: Kalb etmek, kalıbını çıkarmak, kalıp oluşturmak, bir kalıptan başka bir kalıba çevirmektir ve sonucu farklıdır. Çünkü o surette sonuç o kalıba göre olacaktır. Sonuç suretin kalıbına göre çıkar. Kalıbını değiştirdiğiniz zaman yeni bir kalıp meydana gelir ve suret o yeni kalıbın sonucunu yaşar. Öyleyse geldiğimiz noktada cümleyi şöyle kurabiliriz: Ya Mukallibel Kulûb; ey kalbeden, yani idrakı oluşturan esma kompozisyonunu bir halden başka bir hale çeviren/kalbeden. Neyi? Kalbi! Onu dilediği kalıba sokan…
İdrakı oluşturan esma kompozisyonu meydana gelirken kalb edilerek yani kalıbı dökülerek meydana geldiği için sonuç ürüne “kalb” deniliyor, en son noktadan isimlendiriliyor. “Kalp” son noktadır, ilk nokta değil. Bu kalıba kalp denilmesi, onun meydana geliş prosedürü kalb edilerek olduğu içindir. Kalp, kalb edilerek meydana gelmiş yapı manasına kullanılıyor.
Bu yüzden biz Efendimiz (SAV)’den öğrendiğimiz bu duayı çok yapıyoruz: Ya Mukallibel Kulub, sebbit kalbiy ala diynike: Ey kalbleri dilediği hale çeviren, kalbeden, kalbimi dinin üzerine sabitleyiver (ÂMİN).
Mustafa Yılmaz DÜNDAR