Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 59

“Şikâyet cümlesi, suçlayan cümle kurmayalım ” demiştik, kendimize bakacağız ancak dikkat edeceğimiz husus şu: Bir konuda ilerliyor olmak şunu şunu bilmekten mi ibaret, yoksa şunu şunu yapmaktan mı? İslami yaşantı için bir konu ile ilgili olarak biriyle yarışılacağı zaman yarışılacak şey bilgi değil fiildir, bilgide yarışılmaz, fiilde yarışılır, ona da takva deniyor. Takva yarışı bilgi yarışı değildir.
“Konuşurken şöyle cümle kurmayalım” dediğimiz maddeler nelerdi? Dilimizle ilgili olarak dikkat edeceklerimizi sıralıyorduk, ilk üçü söyledik, daha sonra detaylandıracağız.
1. Birisini suçlayan cümleler kurmamak.
2. Kendimizi veya bir kayırdığımız kişiyi aklayan cümleler kurmamak.
3. Şikâyet cümleleri kurmamak.
4. Övgü cümleleri kurmamak.
5. Sızlanma ve mağdur hissi uyandırma cümleleri kurmamak.
6. “Ben” hissini yüceltme cümleleri kurmamak.
7. Hakk olmayan kıyas cümleleri kurmamak.
8. Bir iş için emir veren cümleleri kurmamak.
9. Zihin rehberinize bir kulu sözde noksan bir özellik ile etiketlememek.
10. Hakkında bilgi sahibi olmadığımız konuların peşine düşmemek.
11. İlahlığın göstergesi olarak yemin etmemek.
12. Allah’ın hükmüyle didişen cümleler kurmamak.
İnsan bunları uygulamaya çalıştığında yüzde yüz başaramıyor ve zorlanıyor olabilir. O zaman kendimize bakacağız; zorlayan ne, bizi ne zorluyor? Askerde olduğunuzu ve er elbiselerini giydiğinizi düşünün ve dediler ki yalnızca şu kelimeleri kullanacaksınız. Ne kadar dikkatle yapar insan değil mi? Korkuya bakın. Ama burada paylaştıklarımız olsa da olur olmasa da gibi düşünüldüğü için, bunlar magazin gibi, bu bilgilerin hayatımızdaki yeri maalesef çok önemlilik arz etmiyor. Ne kadar enteresan! Bu yolda kişi önce dilini esfele safiliyn idrakla cümle kurmaktan kurtaracak. Dili kurtarınca öyle bir rahatsızlık başlar ki sıra zihne gelir, sonra zihni de kurtarır inşaAllah. Ama önce dil, önce ağızdan çıkan! Onu biz abdesti bozan gaza benzetiyoruz. Gaz karnınızda dururken abdest bozuluyor mu? Çıktığı zaman bozuluyor. Söz de öyle. Beyninizdeyken Rabbim ona günah vermiyor. Oraya günah verse, ne yaparız? Muhafaza buyur ya Rabbi! Çünkü insan dilini tutuyor ama beynini? Onu, düşüncelerini nasıl tutar? Bu yüzden bir düşünce ağzınızdan çıktığı zaman sorun oluyor. Ama siz ilerlemek istiyorsanız, “Rabbim zihinden geçene günah vermiyor” demez, zihninize de dikkat edersiniz. Ama yine de önce dil, sonra zihindekilerle mücadele.
Bazı yabancı filmlerde dikkatinizi çekmiştir, mesela “sigarayı bırakanlar” bir grup kuruyorlar. O grubu kuranlar normalde birbirlerini tanımıyorlar, bir dernek, bir kulüp çatısında buluşuyorlar, devlet veya belediye onlara bir yer veriyor. Onlar orada buluşuyor, oturup sigarayla nasıl mücadele ettiklerini, nasıl başarılı olduklarını anlatıyorlar. Onları orada buluşturan ortak nokta sorunları, hepsi sigarayı bırakmış veya bırakmaya çalışıyorlar. Mesela Amerika’da öncelikli mesele ne? Uyuşturucu! Onu bırakanlar, onunla mücadele edenler oraya geliyor. Veya kişi depresyon gibi bir hastalıkla mücadele ediyordur, bu nedenle bir araya geliyorlar. Orada deneyimlerinden yararlanıyorlar. Anlatarak rahatlama sağlıyorlar. Onları dinleyen rehberlik yapan kişi, onları dinleyip eleştirilerini söylüyor. Böylece oraya gelenler oradan bir yararla kalkıyorlar. Bu yöntem, toplumun tedavisinde kullanılan bilimsel bir yöntemdir. Onlar Esfele Safiliyn hayat tarzları içerisinde rahat edebilmek için araştırıyorlar ve bütün yöntemleri kullanıyorlar. Hâlbuki ileri metotların, yöntemlerin hepsi bizim müslümanların yöntemleri olmalı, güzel ne varsa İslam’ındır. Oysa İslam olmamıza rağmen biz sadece hikâye dinlemeye, duygulanarak gözyaşı dökmeye, gözyaşı dökünce temizlendik zannetmeye, rahatlamaya alışmışız. Çoğu zaman tamamen yanlış algıları okuyup dinleyip onlarla İslam açısından kendimizi tatmine alıştırılmışız. Bu bir kasıtla değil doğru olan böyle sanıldığı için yapılıyor. Günümüzde de öyle, ama bu algının artık bir yerinden kırılması lazım, yani bir gayret lazım. Mesela büyük halk kitlelerine, kalabalık cemaatlere hitap eden vaizler halka dini anlatıyorlar ama o tarz günümüzde yetmiyor. Günümüzün geldiği noktada artık bizi daha ileri götürecek, dini daha iyi anlamamızı sağlayacak bir şeyler yapmak lazım. O çerçevede bizim hem kendimizi hem de birbirimizi zorlamamız gerekiyor. İşte bu bakışla kendimize dönüp, dilimizi yanlıştan, yanlış algıyla cümle kurmaktan kurtarma çalışmaları ile bir başlamalıyız. Hem de her kelimemizi ince, ince eleyerek. Eğer kendimizi düzelteceksek, normal yaşantıda hiç sakıncası olmayan cümleler bile bize sakıncalı gelmeli. Eğer biz “bu kelimenin bir sakıncası yok, o cümlenin bir zararı yok” dersek, düzeltmemiz gereken bir şey kalmaz. Bizim için normal hayatta alıştığımız ne varsa hepsinin sakıncası olabilir yaklaşımı gerekiyor. Çünkü biz normal hayatla ilgili beyin hücrelerini durdurup, yenilerini açacağız. Amacımız bu! Bu sizde gerçekleştiği zaman, kendiniz konuşurken veya birisi konuşurken dinlediğinizde tek tek harfleri, kelimeleri hangisi yanlışsa, hangisinden Allah razı değilse anında yakalarsınız, size onlar normal gelmez. Aksi halde, sakıncasını fark edemezsiniz ve size normal gelir. Niye? Çünkü karşılıklı iletişimde olduğunuz, alışveriş yaptığınız kişilerin beyin hücreleri ve sizinkiler aynı. Kişide esfele safiliyn algıyla beslenmiş hücreler kapalı yani inaktif olsa, ona ulaşan bir yanlış kelime beynine girmez, beyin hemen “bu yanlış” der. Ama ikisinin de esfele safiliyn hücreleri aktifse, onunki size sizinki de ona normal gelir. Diyelim ki, bir arkadaşa bir şey söyledik, o kendisine söylediğimizi anlatırken başka bir şey söyledi diyelim, hemen “beni yanlış anladın” diyoruz. Veya bir söze başlarken “yanlış anlamayın ama” diyoruz. Bütün bu konuşma tarzları hiç yanlış gibi gelmez, çünkü konuşanın da dinleyenin de Esfele Safiliyn beyin hücreleri aktif, bu yüzden bu tarz cümlelerde hiç bir sakınca yoktur. Açık oturumlarda bakın, önemli etiketleri olan kişiler hep bunu kullanırlar, “yanlış anlamayın da” diyerek başlarlar, “yanlış anlıyorsunuz” veya “anlamıyorsunuz” diye sürdürürler. Dikkat edin, niye konuşan yanlış anlatmıyor da hep karşıdaki yanlış anlıyor? Hep karşıdaki anlamıyor, fark ediyor musunuz? Hâlbuki “yanlış anlaşılmayayım, inşaAllah iyi ifade edebilirim” gibi bir cümle kursak hatayı kendimiz üstlenmiş, birini suçlamamış oluruz, yani suçlayan veri tabanını zayıflatmış oluruz. Bir noksanlık verecekseniz kendinize verin, niye karşıya veriyorsunuz. Bu yanlış en çok evde, eşler ve çocuklarla olur. Eşine “sen beni yanlış anladın” der. Niye yanlış anlasın, cümlen öyle gözüküyor. Deyin ki “herhalde anlatamadım, beni bağışlayıver, bir daha deneyeyim.” Oysa “yanlış anladın” ifadesinde bir hücum var. Bunu erkek yapıyorsa, o bayanı düşünün. Eğer çalışıyorsa iş yerinde zaten bu yanlış ifadeyi akşama kadar duyuyor, yolda biri kullanıyor, sonra eve geldi evde de eşi aynısını yaptı, şimdi onun psikolojisine bir bakın. Bu doğru olabilir mi, İslam’a uyabilir mi? Hiç değilse eve gelince medeni bir adam görsün. Çalışmıyorsa da sen işten gelince medeni davranan bir adam görsün. Niye medeni? Çünkü Müslüman Medine’yi bilir. Medine’yi bilen nasıl davranır… Medine’yi bilmek, gökdelenlerini, otellerini, çarşılarını bilmek değildir, Efendimiz (SAV)’i (Risalet ve Nübüvvetini) tanımaktır; O’nun gibi medeni olmaktır; düşünürken, konuşurken ve davranırken de O’na tabi olmaktır…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER