Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 60

Efendimiz (SAV) ashabına buyuruyor: “Ateşe gelen kelebekler gibisiniz.” Bunu yanındakilere söylüyor, bize değil. Bizim halimizi düşünün artık… Onlar Risalet nurunun içinde olan kişiler oldukları halde, onlara “ateşe gelen kelebekler gibisiniz, sizi ateşten uzağa gönderiyorum, siz ölmek için koşup ateşin içine giriyorsunuz, bu nasıl iş?” diyor. Ben sizi ateşten kovalıyorum, siz ise ona koşuyorsunuz, hani lambaya, ışığa, üşüşenler var ya, onlar gibisiniz diyor. Çünkü ne yapıyoruz: Namaz kılıp, servetimizin hiç umursamadığımız bir kısmını bir yere zekat veya sadaka diye verip, oruç tutup, Umreydi, Hacdı deyip turistik bir iki gezi yapıp “ne kadar rahatladık” oluyoruz. Öyle bir şey yok, öyle bir kurtuluş yok yani! Hatayı büyük işlerde arıyoruz, büyük görünen hatalarımız yoksa bu iş tamam diyoruz. Hâlbuki öyle konuşmamızı, davranışlarımızı tek elekten geçirip bu yanlış olabilir mi, bu Allah indinde suç olabilir mi, dememiz gerekiyor. Mesela devamlı eşimizi, çocukları, komşuları, çalışanları, yönetenleri suçlayan bir konuşma tarzımız, düşünce yapımız olabilir mi? Siz hiç fark etmezsiniz, normal konuşuyorum zannedersiniz ama… İslam böyle bir şey işte, İslam’ın insana getirdiği tekâmül böyle bir şey! Esas ilmihal bu, “ayağını böyle tut elini şöyle tut” değil. Bu yüzden, Efendimiz (SAV) onları farklı farklı yapmış, bize uyanı seçelim diye. Dönelim konuşurken nasıl konuşacağımıza:
Olay ne olursa olsun, konu ne olursa olsun düzgün cümle kurmayı yani İslam’a uygun cümle kurmayı öğreneceğiz. Haksızlığa uğramıştım, şu vardı, bu vardı demeden… Ne olursa olsun, göreceksiniz ki hepsinde kullanılabilecek düzgün bir cümle vardır. Haksızlık için de, öteki için de, beriki için de bu böyle. Mesela bir konuyu anlatırken mazeret ileri sürmeden durum tespiti yapmak lazım; eğer bir işi, bir olayı mazeret gibi göstererek söyleseniz, o kendinizi aklamak olur, mesela “bana yapılan bir haksızlık var, ne yapayım” derseniz o kendinizi aklamaya girer. “Nasıl cümle kurmayalım, nasıl konuşmayalım?” diye bir liste oluşturmuştuk, o listenin birinci maddesi “suçlayan cümle kurmayalım”, ikinci maddesi “kendini veya suçluyu aklayan cümle kurmayalım” idi; mazeret içerikli cümleler oraya girer.
Tekrar birinci maddeye dönelim, suçlayan cümle kurmamanın “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ile ilişkisini kurabilir misiniz? Birini suçlayan cümle kurmanın Müstakilen Var ve Muhtar iddiasıyla irtibatını kurabilir misiniz? Mesela kendimize bakacağız, suçlayan cümlelerimizi bulacağız ve bir de bu cümlelerin bizdeki Müstakilen Varım ve Muhtarım iddiasıyla ilişkisini kuracağız. Kendinizde fark ettiğiniz “suçlayan cümle”ler ile ilgili olarak kendinize şunu söyleyin: Bendeki Müstakilen Varım ve Muhtarım iddiası olan idrak niye suçlayan cümle kurar? Veya bir başka kişi suçlayan cümleyi niye kurar? Bu ikisinin ilişkisini kurun. Bu sorgulamayı yapmak için kendinizi zorlamadan konuşun. Rahat konuşun ki açık veresiniz. Mesela bir kişi niye suçlayan cümle kurar? Kendini kurtarmak için diyebilirsiniz. “Kendini kurtarmak” demeyin, öyle derseniz o hali hoş görürler, adam kendisini kurtarıyor derler. Dışarıdaki dünya zaten kendini kurtar diyor. Hele kapitalist dünya, emperyalist dünya “kendini kurtar” diyor. Bakın Amerika kendini kurtarmak için ne dolaplar çeviriyor. “Kendini kurtarmak için başkasını suçluyor” demeyin, gerekçe cümlesini “Müstakilen Var ve Muhtar” iddiasıyla ilgili kurun. “Kendini kurtarmak için birini suçluyor” dediğiniz zaman orada genellikle bir suç görmezsiniz. Çocuğunuz bir böyle bir şey yaptığında “ne yapsın, kendini kurtardı” diyorsunuz. Size o suç gelmiyor, duniHİ algı nedeniyle siz onu suç görmüyorsunuz. Zaten sizdeki duniHİ idraka ait beyin hücreleri oradan besleniyor, bu yüzden size o cümleler suç gelmiyor. Biz şimdi o cümleleri suça çevirmeye çalışıyoruz ki, beyin hücreleri o yanlışı yapamasın, o hücreler etkisini yitirsin, dumura uğrasın. Bunu yapmaya çalıştığınızda göreceksiniz ki suçlayan bir cümle kurarken hiç zorlanmayan sen şimdi zorlanıyorsun. Birini suçlayan cümle kurarken zorlanmıyorsunuz, sizdeki o işe uygun hücreler ne kadar kolay çalışıyor, diğerleri ne kadar kapalı, açamıyorsunuz. Yanlış cümle kuran yapıyı örtmeye ve etkisiz hale getirmeye çalıştığımız halde o hemen ortaya çıkıyor, diğer hücreler ise bir türlü cümle kuramıyor.
“Kendimi kurtarmak için” dediniz mi o cümle size yanlış gelmiyor, suç oluşturmuyor. Oysa “ben o cümleleri ilah yapımı korumak için kuruyormuşum” derseniz doğru olur. İşi sizdeki ilahlık iddiası ile bağlantılı görürseniz, bir daha suçlayıcı cümleler kurmazsınız, beyniniz o zaman bu cümleyi kurmaz. İttika yani takva neydi? Utanmaktı değil mi? O cümleler beyninizde bir suça dönüşürse beyin hücreniz utanır, ittika eder. Kimden? Allah’tan. O zaman o hücre utanır ve bir daha çalışmaz. Başkası öyle bir cümle kurduğunda da hemen onu anlarsınız. Bu devamlı olacak! Şimdi de bu yazılarla onu yapıyoruz. Nefes alır gibi olacak, devamlı. Yoksa olmaz bu iş!
Efendimiz (SAV) bir sahabenin defninde bulunuyor, tahtaları koyarlarken tahtanın birisi eğri kalıyor. Ama toprak atmak üzereler. Efendimiz (SAV) sahabeye gösteriyor, “o tahtayı düzeltin” diyor. Sahabe “Ya Rasulallah, toprağın altında kalacak” diyor. Efendimiz (SAV) “Sen yine de düzelt” diyor. Bu hassasiyet insanın hayatını öyle bir hale getirir ki… Mesela, evdesin düzgün olmayan, eğri duran bir şey gördün o seni rahatsız eder veya bir iş yapıyorsun “bu da böyle olsun” diyemezsin, hiç bir şey için “rastgelelik, nasıl olursa olsunluk” manasında “bu da böyle oluversin” diyemezsin. Ama biz nasılız? Orası eğri, şurası eğri, şunun şurası çıkmış biz de oradan geçiyoruz, onu görüyoruz, o hali fark ediyoruz ama bizi rahatsız etmiyor. Bu hadis insanın zihninde yer etse “o da öyle olsun, öyle kalsın” diyemezsiniz. Diyelim ki bir şey eğrilmiş, “bu niye eğri, bunlar niye tertipli değil, burası niye dağınık?” dersiniz. Efendimiz (SAV), üstü örtüleceği halde toprağın altındakini düzelttiriyor. Bu bakışla yaşadığınız zaman hayat bize nasıl olur, bir düşünün. İnsan “duyup dinlediğim ayetleri, hadisleri nasıl fiile yaşantıya çeviririm?” diye telaşlanarak ayet ve hadis dinleyince iş çok değişiyor. Fark ettiniz mi?
Allah’ın izniyle şu çok önemli bir şey bakın, bu söyleyeceğime çok dikkat edin lütfen, izahta zorlanabilirim. Diyelim ki bir kişi gelirken yolda ayağına taş takıldı. Ne yapacak? Hemen kalbimizi yoklayacağız, “ayağıma neden taş takıldı?” diye. Kalbime ne oldu, kalbimde ne var ki ayağıma taş takıldı deyip kalbimizi yoklayacağız. Bu kuraldır ama bu kadar değildir. yaptığımız her hata, mesela birini suçlamak ayağımıza takılan bir taştır, böyle bir duygu, konuşma ve hareketi varsa kişi hemen kalbini yoklayacak: Kalbimde ne var ki ayağıma bu taş takıldı diyecek… Lütfen çok ince düşünüp, çok dikkat edin. Ayağınıza taş takıldığını fark edip diyeceksiniz ki “eyvah, ya Rabbi bağışlayıver, kalbimde bir leke mi oldu acaba? Ne oldu da ayağıma bu taş takıldı?” Bunu dediğinde sana Rabbinden bir ikramiye kutusu iner. Bunu dediğiniz an ikramiye kutunuz önünüze gelir. Şimdi ikinci adımı atmalısınız. Kalbinizi yokladınız ama “hikmeti nedir acaba?” demediyseniz kutuyu açamazsınız. Kutu ikinci adımla açılır ki o şöyledir: Bir yanlışınızı fark ettiğinizde kalbinizi yoklamanız kutuyu getirir. Kalbinizi yoklamanın akabinde “bunun hikmeti ne ola ki?” derseniz, o zaman bu kutu açılır, hikmetini arıyorsunuz çünkü. Diyelim ki iş yerine girerken beklediğiniz bir şey vardı, onu bulamadınız ve beklentiniz yerine gelmediği için hemen bir çalışanı suçladınız, yani ayağınıza taş takıldı. Bunu fark edip mahcup oldunuz, hemen kalbinizi yoklamalısınız: “Ne yaptık, ne oldu, birini mi kırdık, ne oldu ki biz daha kapıda birini suçladık?” dediğinizde, tövbe ettiğinizde ikram kutusu önünüze gelir. Şimdi “bunun hikmeti nedir acaba?” diyeceksiniz… “Bir şeyin hikmeti” demek, bir şeyin neye yaradığını bulmak, bilmek demektir. Lokman Hekim’e hikmet verilmiş. Ne hikmeti? Tabiat eczanesindeki bir şey neye yarar, Hazreti Lokman’a öğretilmiş. Bir şeyin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmek, onun hikmetini bilmek demektir. Dolayısıyla, siz bir hatanızda kalbinizi yoklayıp arkasından hikmetini aramalısınız. Hikmetini de aradığınız zaman o kutu açılır, ikramiyenizi alırsınız. İkramiye ne? O işin hikmetleri! O işin hikmetlerini alırsınız. Kalbi yoklamak ve hikmetini aramak, ikisi beraberdir. Kalbinizi yoklamadan hikmetini ararsanız da olmaz, çünkü ortada kutu yok. Önce kalbinizi yoklayın ki kutu gelsin. Çünkü kalbinizi yokladığınız zaman saflaşırsınız, o bir tövbedir. Kalbinizde o konuyla ilgili bir şey olsun olmasın, siz korkup teslim oldunuz mu, tövbe ettiniz mi paketiniz gelir. Hikmeti nedir dediğinizde o size açılır. Yani önce tövbe edin, yanlışa yol açan halinize tövbe edin, sonra da onun hikmetini arayın inşaAllah ve böyle yapmak size nasip edildiğinde Rabbinizin sizi daima izlediğini görün lütfen.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti