Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 79

“Nerede olursanız (olun) ölüm size ulaşır. Buruc-i Müşeyyede’de olsanız bile. Eğer onlara bir hasene isabet ederse; “bu Allah indindendir” derler. Şayet onlara bir seyyie isabet ederse; “bu senin indindendir” derler. De ki; “Küllün min indillah; hepsi Allah indindendir.” Şu kavme ne oluyor ki neredeyse bir söz (bile) anlamıyorlar.” (Nisa 78)
Ayet bize ne diyor, bir bakalım: Her Nefs’in ölümü tadacağını unutmayın. Allah’a hesap vereceğiniz ve dünya hayatı mühletinin biteceği de aklınızdan çıkmasın. DûniHİ algı ve zann’larıyla olaylara bakanlar ileri sürdükleri fikirler yüzünden akılsızlar sınıfındadırlar. İnsan, Allah dışında müstakil varlıklar zannıyla kendisi için müstakil “ind” kullanmakta ve o müstakil indle hüküm vermektedir. Bunu yaparken Allah’tan yana davrandığını sanıp seyyie hükmünü insana uygun görüyor. Bunu yaparken Allah dışında müstakil vücut zannı oluşturup şirk haline düştüğünün farkında değil. Bu yüzden, Rabbimiz zihinlerden dûniHİ algıyı silerek “Allahın dışı var” yanılgısından kurtulmada çok önemli bir yolu bu âyetle öğretmektedir: Her şeyin hükmünü Allah verir. Allah hükmünü paylaşacak bir müstakil varlık yoktur. Her şey Allah ilmi içerisinde ve hüküm de Allah indindendir. Öyleyse “hepsi Allah indindendir” deyin. Nisa-78’in bu kısmının açılımını biraz genişleteceğiz. Ayetin orijinal ifadesinde “ind” geçer, bu aynı zamanda “hüküm” demektir ve “bizzat ben” demektir. Örneğin, “bunu kim yaptı?” denildiğinde “bizzat ben” dersiniz. “Ben” de diyebilirdiniz ama “bizzat ben” diyerek bir vurgu yapıp, muhatabınıza bir ders veriyorsunuz; “bizzat ben yaptım, haddini bil” diyorsunuz. Ama dûniHİ algıyla “bizzat ben” demek dûniHİ yani Allah’tan ayrıca, O’nun dışında, müstakil bir “ind/zat” oluşturur, “benim de müstakil bir indim/zatım var” demiş olursunuz.
Nisa 78. âyette “ind” geçmesine rağmen o pek meâllendirilmez. Oysa “ind” çok önemli bir ifadedir; zata aittir ve hüküm yeridir. Fark ettiğimiz bu bakışla âyetin öğüdü şudur: İnsanlar Allah’ın dışında “müstakil var ve muhtar ind”ler oluşturuyor, sonra da kıyas yapıyor. Bazıları bu kıyası yaparken güya Allah’tan yana tavır takınıp, kişiye bir hasene isabet etmişse, isabet eden onun dünya ve ahireti için olumlu bir şeyse “bu Allah indindendir, bunun hükmünü Allah verdi” diyor; isabet eden şey seyyie ise yani hoşuna gitmeyen olumsuz bir şey ise “Allah’a seyyie yakışmaz, bu senin indindendir” diyor. Yani dûnillah algıyla oluşturulan bir müstakil ind var, bir de Allah’ın indi. Bu âyet işte o müstakil ind/zat zannına, o algıya “hayır” diyor: Böyle müstakil indler yok. Allah’ın indi yanı sıra bir de dûnillah (müstakil ve muhtar) indler, zatlar, hüküm verecekler yok! Öyle bir zannla onların hüküm verdiğini söylemeyin, “seyyie senin indinden” demeyin. Şöyle deyin: Küllün min indillah: Her hüküm Allah indindendir. Nisa-78’de kullanılan ulûhiyet dilidir, insanın olmadığı yerin gerçeğidir, öyle olunca buradan amel çıkaramayız. Ameli bize hemen peşine gelen Nisa-79 öğretir, çünkü orada kesret dili var…
Allah indinden hükümle başlayan kesret âlemi sürecinde insan, Allah’ın hükmettiği hayatını yaşarken ona bir hasene isabet ederse bu Allah’tandır. “Allah indinden hükümle başlayan kesret âlemi süreci” ifadesi aslında bir tariftir; “kesret âleminde nasıl yaşanacaksa bu Allah indinde hükme bağlandı ve kesret âleminde yaşantı başladı” demektir. Kesret yaşantısıyla Nisa-79 başlıyor. Hüküm sürecini yani “İndellah’ı” bize Nisa-78 anlattı. Şimdi bize kesret yaşantısı kesret diliyle anlatılıyor ve biz ne yapacağımızı, nasıl yaşayacağımızı anlıyoruz; Nisa-79: “Haseneden sana ne isabet ederse, Allah’tandır. Seyyieden sana ne isabet ederse, nefsindendir. Seni insanlara Rasûl olarak irsal ettik. Şahit olarak Allah kâfidir.”
Allah indinden hükümle başlayan kesret âlemi sürecinde Allah’ın hükmettiği hayatı yaşarken size bir hasene isabet ederse bu Allah’tandır. Yaşanan hayat içerisinde hidayet ancak Allah’ın ayrıca dilemesiyledir. İsabet eden hasene yani hidayet Allah’tandır. Fakat bir seyyie isabet ederse, bâtıl bir fikir ve fiil seni bulursa bu nefsin(in şerrin)dendir. Sebebi, nefsine verilmiş olan Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini dûniHİ algı nedeniyle muhtar ilan edip, kararlarını muhtarım iddian ile oluşturmandır. Allah’ın dışında ben de müstakilen varım ve muhtarım dersen, bu iddiayla sana isabet eden daima bâtıl olacaktır. Er-Rasûl ancak haber vericidir, bunları söyleyici ve öğretici, iman edenleri de müjdeleyicidir. Üzerinize bir koruyucu, bir düzeltici, bir müfettiş değildir, sizden bir sorumluluğu yoktur, ne yaptığınızın kaydını tutmaz. Yaptıklarınızın hesabı için Allah’ın şahitliği kâfidir. Siz unutursunuz, Allah unutmaz, şahit olarak Allah yeter.
Önce bilin ki Nisa 78 ve 79 birbirine zıt değil, aynı şeyi anlatan ayetlerdir. Nisa-78 tevhid diliyledir ve yönelişi dûniHİ algı olmaksızın yapmamızı öğretir. Nisa-79 ise kesret diliyledir, dûniHİ algı tuzağına düşmeden yaşamayı öğretir. Bunların iki ayrı âyet olarak görünmesi “mânâ ayrıştırma” kapsamındadır. Bu mana anlaşıldıktan sonra Nisa-78 ve 79 çakıştırılarak tek mânâ haline getirilmelidir. Böyle yapılmazsa uyarılırız: Allah âyetlerine karşı Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini haddi aşarak “müstakil ve muhtar” davrananları A’raf-36 şöyle tarif eder:
“Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı müstekbir davrananlar (var ya) onlar ashabun nar’dır. Onlar orada ebedi kalıcılardır.”
Ayetleri duyduğunda, varım ve muhtarım algısıyla yalanlayanlar, manaları ayıramadığı ve çakıştıramadığı için anlamayanlar, “olur mu böyle şey, kendimi ben yönetirim” diye Allah’a karşı kibriya gösterenler nar ashabıdır, nardan kurtuluşları da yoktur.
Görüyoruz ki dünya hayatı gereği ve imtihan olarak insana emanet edilen “Muhtariyeti Tercih Gücü” yetkisinin kullanımı çok hassas çizgiler üzerindedir. DûniHİ algının ne olduğunu fark edip onu reddetmeden, bu reddedişle birlikte Âmentü Billâhi demeden Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini doğru kullanmak, “semi’nâ ve eta’nâ; işittik ve itaat ettik” demek tam olmaz, noksan olur. Bu algı olmadığında hareket/amel doğrudur ama doğru hareket şirk kulvarında yapıldığı için boşa gider, bu hareketten bereket doğmaz. “Semi’nâ ve eta’nâ” demek için, önce Âmentü Billâhi idrakıyla dûniHİ algı kulvarından kurtulup Efendimiz (SAV)’in açıkladığı sisteme girmek şarttır. En azından idraken! Önce idraken, ardından amellerimizle! Önce idrakı, sonra amellerimizi düzelteceğiz. Ama bunu duyunca ertesi gün insanın davranışları, hepsi düzelmez. Önemli olan şudur: Önce yöneliş tam olacak! Sonra bu yönelişe uygun amel gayretine girilecek… Yönelişi tam olanın amel hatalarını, eksiklerini Rabbim silecektir. Bunun için önemli olan muttaki olmaktır, yani korunmaktır, korunmaya çalışmaktır, levm etmektir. Bu ise ancak doğru inanışla, Allah’a doğru şekilde yönelerek yani dûniHİ algıyı reddederek mümkün olabilir. DuniHİ algıyı reddeden kişi “işittik itaat ettik” yaklaşımına girmeli ve en önemli “işittik ve itaat ettik” yaklaşımını İhlâs Sûresi’ndeki açıklamaya göstermelidir. Öce İhlâs Sûresinde açıklanan Allah Bilgisi’ne “işittik ve itaat ettik” demek şarttır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti