Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 94

“Dûnillah (müstakilen varım ve muhtarım zannında) olanlar; onları cehennem yoluna yönlendirin (denir).” (Saffat-23) “Siz de, dûnillah (algı ile) kulluk yaptıklarınız da muhakkak cehennem yakıtısınız, oraya gireceksiniz.” (Enbiya-98)
Bazı meâllerde cehennem yakıtı yerine cehennem odunu ifadesi kullanmışlar ki manayı somutlaştıralım. Ama ayette dikkatimizi çekmesi gereken iki grup var: Siz ve kulluk yaptıklarınız; yani etiketleyen ve etiketlenenler. Etiketleyen de etiketlenen de cehennem odunudur. Etiketleyen tamam ama etiketlenen nasıl cehennem odunu olur? DûniHİ algının zannlarının (etiketlenenin) cehennem odunu olması, “müstakilen varım ve muhtarım” zannıyla yaşarken oluşturulan etiketin pişmanlık olarak azaba dönüşmesidir. Lütfen çok dikkat buyurun, ahirette pişman olmayacaklar çok azdır. O gün çok büyük bir “demeseydim, yapmasaydım” pişmanlığı yaşanıyor. Cennet ehli de diyecek ki; daha yapsaydım. Ne işim vardı da çarşı pazar dolaştım durdum? Biraz daha salâvat, biraz daha İhlâs yapsaydım. Pişmanlık orada önemli bir duygu… Elbette cennet pişmanlığı ile cehennem pişmanlığı kıyaslanamaz. Ama şunu anlatmak istiyoruz: O gün sizin “müstakilen varım ve muhtarım” zannınız, Allah’tan başka güç zannınız büyük bir elem, kavuran, yakan bir ızdırap ve pişmanlığa dönüşecek. Muhafaza buyur Allahım. Dünya yaşantısında duyuyoruz, bazen insan bir şeye öyle üzülüyor ki ölüyor. Borcunu ödeyemiyor, o oluyor bu oluyor, dayanamıyor. Yaşanan pişmanlığı ahiret için sonsuzla çarpın. Ölen kişi diyelim ki burada sıkıntıdan kurtuldu, ahirette ölmek de yok…
Cehennem odunu olan kişi bir firavun ise, âyet onlar için diyor ki; ona ve ehline sabah akşam ateş gösterilmektedir. Bu gerçek firavun da olabilir, günümüz firavunları da olabilir: Onlar sabah-akşam ateşe arz olunuyorlar. Hem böyle bir azab, hem de kendisiyle birlikte ehlini de cehenneme sürükleyip götürüşleri çok düşündürücü, çok korkutucu. Putlar, heykeller, Allah’ın yerine güç olarak gördükleriniz, medet umduklarınız, gücünden yararlandıklarınız, “beni koruyor, benim uğurum” dedikleriniz, onların hepsi o gün ateşe dönüşecek. İlla Allah. O ateş nasıl söner, onu söndüren nedir? Cehennemin ateşi cehennemde sönmez, dünyada söner. Onu söndüren “Lâ havle ve Lâ kuvvete İlla Billah” zikridir. Bunu söyledikçe onu söndürüyorsunuz. Bildiğiniz bilmediğiniz ne kadar dûniHİ güç iddianız varsa, ne kadar güç edinmişseniz hepsine Lâ havle ve Lâ kuvvete İlla Billâh…
İnsanların kendileri dışında yaygın olarak edindikleri dûniHi ilah örnekleri düşünüldüğünde akla Hz. İsa aleyhisselâm gelebilir: Ona soruldu: Sen onlara ‘ben ilahım’ mı dedin? “Öyle şey der miyim, Sen Sübhan’sın” dedi. Bu yüzden o bu olaydan muaftır. Ama firavun “sizin ilahınızım” iddiasıyla bu âyetin tam içine düşer. İnsanın kendi dâhil bu tür zâhiri ve zihni ilâhlar edinmemesi ile ilgili olarak şu âyetlere bakabilirsiniz: Al-u İmran; 64, 79, Maide-76, En’am-71, Tevbe-31, Nahl-73, Meryem; 48-49, Enbiya-66, Hac-71, Furkan-17, Ankebut; 17, 25, YaSin-23, Mümtehine-4.
DûniHi ilah edinme konusunda birincil suç ve bir de ikincil suç vardır. Birincil suç, dûniHİ algıyla “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunmak ve bu iddiaya göre hayat tarzı oluşturmaktır. İkincil suç birincil suçtan kaynaklanmaktadır. Müstakilen Varım ve Muhtarım iddiasıyla birincil suçu işleyen insan bir yaratana inanmadan hayatını sürdürüyor olabilir, bir yaratana inanıyor da olabilir. Bu iddiasına uygun olarak bir yaradana yönelmesi veya reddetmesi ikincil suç kapsamına girer. Bir yaratana inanma arzusuna göre insanlar üç gruba ayrılır: 1) Bu arzusunu yerine getirirken yaratan olarak Allah’a inanmayanlar. 2) Yaratan olarak Allah’ı kabul edip ayrıca dûniHİ bir yaklaştırıcı daha edinenler. Efendimiz zamanındaki müşrikler gibi, “biz onlara tapmıyoruz, onlar bizi yaklaştırıyor” bahanesiyle kendilerine bir yaklaştırıcı ilah ilan edenler. Günümüzde de yaklaştırıcı ne kadar put varsa temizlemeniz gerekir. Onlara “mübarek insan” deseniz bile! Eğer onlara “müstakilen var ve muhtar” etiketi yapıştırıp “o beni kurtaracak” derseniz, yani ona dûniHİ bir özellik verirseniz siz bu sınıfa girersiniz. Kalbler (mecazen) Allah’ın parmakları arasındadır; yani insanların kalbi Mukallibel Kulub olan Allah’ın hükmü ve yetkisindedir. Böyleyken, bir insandan hidayet beklemek, hidayeti ondan bilmek, ahirette sizi kurtaracağını düşünmek hep bu konulara girer. Allah’ın kime şefaat izni vereceğini bilemeyiz, nasıl “o beni kurtaracak” diyebiliriz? Ayet “izin verilenler hariç kimse şefaat edemez” diyor. O izin verilen siz de olabilirsiniz. Öyle bir noktada olursunuz ki size inşaAllah “ateşin içinden beş kişiyi al” denir. O çok ayrı bir iştir. 3) İlah edinen bu grup, yaratan olarak Allah’ı kabul eden ama dûniHi algı ve zanlarını devam ettirenlerdir ki şu âyet bu grup içindir: “Onların ekseriyatı ancak müşrikler olarak (dûniHİ algı ve zann’larıyla) Allah’a iman ederler.” (Yusuf-106)
Yusuf Suresi 106. âyet kapsamına girmememiz için Hac-31 uyarır: “Allah’a hanifler olarak, O’na şirk koşmaksınız (iman edin) yönelin.” DûniHi algı ve zannlarına sırtınızı dönün, müstakilen varım ve muhtarım iddiası olmaksızın, her an Billâhi algıda olma gayretiyle yönelin, iman edin.
“Bir şey yaratamayan, kendileri yaratılan, kendi nefsleri için bir zarar ve faydaya malik olmayan; öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen dûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güçler vehmederek bu zannlarını) ilahlar edindiler.” (Furkan-3) Bu âyet ikincil suçu işleyenler için örnektir. İkincil suçun olduğu yerde kendiliğinden birincil suç da vardır, bu yüzden “ilâh” geçen âyetlere bu gözle bakalım. “Benim öyle bir ilâhım yok” deyip âyeti ötelemeyin, o ikincil suç. Oralarda kendimizi önce birincil suç açısından sorgulamalıyız. İster ikincil, ister birincil suç olsun, Fussilet-23 hepsi için diyor ki: “Rabbinizle ilgili beslediğiniz zannınız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz.”
“Eğer şükrederseniz ve iman ederseniz Allah size azabı neylesin (şükrettiniz bir kere). Allah Şâkiran Aliyma’dır.” (Nisa-147) Şükretmek kesinlikle dûniHi algıyla olmaz. Şükretmeyi daha iyi anlamamızı sağlayacaksa ona “teşekkür etmek” diyelim. Allah’a dışarıdan bakıp teşekkür etmek olmaz, yani küfür ehliyken teşekkür olmaz. Bu yüzden âyet uyarıyor: Şükrederseniz yani dûniHİ algıyı atarsanız Allah size azabı neylesin? “Şükrederseniz ve iman ederseniz” deniyor, bu iman kesinlikle Billâhi anlamda olmalıdır. Hep bunu anlattık; dışarıdan (duniHİ) iman olmaz. Kendinizi Allah’ın dışında sanıp “ben Allah’a inanıyorum” demek doğru olmaz, Billâhi algı şarttır. Bu algı keşif kapısından giriştir ve bizzat şükür ve hamd hâlidir. Şükür ve hamd, söylenen bir şeyden ziyade birer hâldir, bulunulan pozisyonun adıdır. Şükür açısından söyleyelim, siz sürekli Billâhi algıda yaşıyorsanız “başka bir veren” düşünemezsiniz. Hamd açısından bakarsak, sürekli Billâhi algıda yaşayan nasıl “bir başka emir veren” düşünebilir? Anlıyoruz ki Billâhi algıda yaşamak şükür ve hamd halidir; dilinizle söylemeseniz de o yaşantı zaten şükür ve hamddir.
Bir uyarı: İnsan dünya ve ahireti için gereken her şeyi verenin Allah olduğunu çok mekanik düşünür. Verenin Allah oluşu, kendiliğinden yürüyen bir mekanizma gibi düşünülür. Meşrubat otomatları gibi! “Allah’a söyledim, alırım, O’na söyleyince gelir. Dünya böyle, güneş şöyle” derken Allah ve Sistemi zihnimizde bir makina gibi mekanik! Bu bizi çok yanlış bir yere götürüyor, bizi şükretmekten uzak tutuyor. Dikkat edin, kimse makinaya şükretmez. Düğmeye basıp su aldığınız makinanın sırtına vurup “teşekkür ederim” demezsiniz. Ama birisi size su verse ona teşekkür edersiniz, çünkü onu mekanik düşünmediniz. Allah’ı makina gibi düşünen O’nun verdiklerinin farkında değildir ki şükretsin! Makineden alır gibi yaşayıp gidiyor. Bir hastaya oksijen uygulasalar, kullanılan makina ve ekipmana teşekkür etmez, doktora ve sağlık ekibine teşekkür eder. Dikkat edin, bir duygu var, kişi o duyguyu yakalamalı. Yakalayamazsa, hele de “duygu şirktir” diyen “yeni” etiketli din anlatımlarının tuzağına düşüp Allah’a karşı duygularını yok ederse şükredemez. Duyguları dûniHi algıda kullanmak şirktir, duygulara “müstakil ve muhtar” etiket yapıştırmak şirktir. Billâhi algıda duyguların hepsi Esmâ’ül Hüsna’dır, onlara siz ‘duygu’ dersiniz. Onların hepsi birer esmadır. Duyguları yok edersek “Esmâ’ül hüsnalarla yönelin, dua edin” âyetleri ne olacak, onlarla nasıl amel edeceğiz? Duygu dedikleriniz Allah’ın kânunlarıdır ve hepsi bizim gibi canlıdır. Bu yüzden, zihnimizde oluşturduğumuz o makina (duygusuz mekanik bir sistem) evrende yoktur, çünkü herşey canlı! Siz Allah’ın ilmindeki bir şeyini, bir yerini nasıl cansız kabul edersiniz? O bizim cahil kafamız! Allah ve sistemini böyle mekanik düşünen insan dûniHi algının zanlarında daha duygusaldır. Bu mekaniklikten ancak Allah’ın merhameti fark edilebilirse kurtulunabilir; merhamet fark edilirse şükrün mânâsı kavranabilir. Bu sebepten, âyetler dûniHİ algı kapsamında merhameti ele almıştır, bu merhamet tanımı “dûnirRahmân”dır. DûnirRahmân iki ayette özellikle belirtilmiştir. Mülk Sûresi 20. âyette “dûnirRahmân” geçer. Ama meâl dûniHİ mânâdan bahsetmiyorsa okuyan bunu fark edemez, perdelenir. Oysa Mülk Sûresi, 20. âyetten son âyetine kadar bizi Allah’ın verdiklerine karşı uyarır, son âyette de vurucu uyarıyı yapar; “suyunuz çekilirse kim verecek?” der. İnsan o kadar suyun içindeki balık gibi ki hiç farkında değil. Ayeti okur, geçer gider, korkmaz. “Çekilirse” denilen su yalnızca içtiğiniz su değil ki, birçok mânâsı var. Mülk Sûresi-20 bize merhameti hatırlatır: Dünunda bir merhamet mi aradınız, dûnirRahmân bir güç mü buldunuz der.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER