Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu: Ve Allah Bir Misal Verdi -3

MÜNAFIKLAR KARANLIKTA KALDILAR VE FARKINDA DEĞİLLER
Münafıkların en önemli ortak yanları, Muhtariyeti Tercih Gücü yetkilerini “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasından yana kullanmaları ancak ağızlarıyla da Allah’a “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Sensin” diyerek Allah’a ve inananlara karşı ikiyüzlü davranmalarıdır; yani yalan söylüyor, iftira ediyor ve batılı tercih ediyorlar. Bu konuda Bakara-8’de “İnsanlardan bir kısmı ‘Allah’a ve ahir güne iman ettik’ derler, mü’min olmadıkları halde” buyrulmaktadır. Bu tercihlerindeki ısrarları sebebiyle Allah münafıkların her türlü ateşlerini söndürmüştür. Yani Rasulullah (SAV) Efendimiz’in ateşi ile oluşan aydınlıktan yararlanamamaları için gözlerini kamaştırmış ve bir münafık ateş yakıyorsa da o ateşi tehlikesi sebebiyle söndürmüştür. Böylece münafıklar her türlü karanlıkta kalmışlardır. Bu öyle bir karanlık ki, münafıklar bu karanlıkta kalışlarının şuurunda değillerdir, hiç de olmayacaklardır. Münafıkların Muhtariyeti Tercih Gücü yetkilerini batılı tercih yönünde ısrarla kullanmalarını şöyle anlatır; Bakara-10: “Onların (münafıkların) kalplerinde maraz (hastalık) vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır. Yalancılık etmeleri sebebiyle onlara eliym azap vardır.”
Allah münafıkların batılda ısrarları sebebiyle onlara müdahale eder ve yaktıkları ateşi de gözlerinin nurunu da söndürür. Böylece, münafıklara Allah’ı anlama, tanıma ve O’na doğru inanma yolları kapanmıştır. Batılda ısrarcı münafıklar artık sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık doğru yolu bulamazlar. Sağırdırlar, yani Rasulullah (SAV) Efendimiz’in tebliğini duysalar da anlamazlar; dilsizdirler, çünkü dilleri sevap olacak sözlere kapalıdır; kördürler, çünkü Allah onların ateşini ve gözlerinin nurunu söndürmüştür, doğruyu göremezler. Sonuç olarak sağır, dilsiz ve kör olanın Fuad’ı Hakk sonuçlar üretemez, bu tür kişilerin sadrını zann’lar geri dönüşsüz işgal eder. Bakara-257 bu konuda; “Fiilen küfür halinde olanlara gelince onların evliyası Tağut’tur (kendi ilahlık hissiyatları ve hissiyatlarının putlarıdır). (Tağut) onları Nur’dan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ashabun nar’dır, onlar bu narda ebedi kalıcılardır” buyurmaktadır.
MÜNAFIĞIN İÇİNDE OLDUĞU PSİKOLOJİ
Gökten bardaktan boşanırcasına sağanak halinde yağmur yağıyor; gökyüzü koyu renkli bulutlarla tamamen kaplanmış, dolayısıyla etraf karanlık ve gök gürültüsü sık sık bu durumu daha korkunç hale getiriyor, yıldırımlar ise her düştüğünde ölümü yaşatırcasına insanın içine ölüm korkusu salıyor. İşte böyle yağmura tutulmuş bir insanın misali gibidir münafığın hayatı. Münafık bu yağmurda karanlıklarla karanlık olmuş, gök gürültüleriyle kıyameti yaşıyor, yıldırımların insanın sadrına saldığı ölüm korkusunu hissetmemek için kulaklarını tıkıyor, her şimşek çaktığında şimşeğin parlaklığı münafığın gözlerini neredeyse kör edecek. Münafık ne yöne yürüyeceğini de kestiremiyor, şimşeğin ışığıyla ve bu ışığın bulunuş süresi içerisinde biraz yol görüyor ve yürüyor, ancak şimşeğin ışığı kesilince olduğu yere korku içerisinde mıhlanıp kalıyor.
Bir insan böyle bir yağmurda bulunsa bilir ki, nihayet yağmur duracak ve etrafa bir sakinlik gelecektir. Ancak durum münafık için böyle değildir, çünkü münafığın içinde bulunduğu bu yağmurlu hava daimidir; bu tablo münafığın hayatının psikolojik yanını tanımlıyor, münafık bu psikoloji ile hayatını sürdürmektedir.
Münafık için verilen bu misal öncelikle zahiri manasıyla da geçerli olup münafığın aslında hayatının bir anlamının bulunmadığını ve ilahlık hissiyatıyla bir mücadelenin içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu anlamsız mücadele münafığın hayatını karanlık, içini karamsar, ilerisini amaçsız ve hedefsiz yapmaktadır. Bütün bunların yanı sıra birçok şey de ona ölümü hatırlatmaktadır, bu hatırlatıcılardan kaçınsa da biliyor ki, korku ölüme çare değildir. Bu konuda Nisa-78’de “Nerede olursanız (olun) ölüm size ulaşır. Buruc-i müşeyyede’de olsanız bile” buyrulmaktadır.
ÖLÜM KORKUSUNUN İNKÂRCIDA, MÜNAFIKTA VE İNANANDA SEBEPLERİ DE, AÇILIMI DA, SONUÇLARI DA ÇOK FARKLIDIR
Bir inananın ölümü aklından çıkarmaması, ölüm korkusu yaşaması önemli bir kulluk görevidir. Söylerken aynı cümledir, yani “ölüm korkusu” tanımı imanlının da münafığın da kurdukları her iki cümlede de kullanılır. Ancak ölüm korkusunun inkârcıda, münafıkta ve inananda sebepleri de, açılımı da, sonuçları da çok farklıdır.
İnanan ölümü unutmamaya çalışır ki, hesap gününü unutmasın ve hesap gününden önce kendisi kendisini daima hesaba çeksin diye ölüm korkusunu yaşar, çünkü hesap için kendisini yeterli bulmaz.
İnkârcı kâfir ölümü unutmaya ve hatırlatacak şeylerden kaçmaya çalışır, ancak ölüm korkusundan kendisini sıyırıp çıkaramaz. Çünkü inkârcıya göre ölüm her şeyin sonu ve bitişidir; ölüm tam bir yok oluştur. İnkârcı dünyaya doyamadan, yapılması gerekenleri tamamlayamadan ölüp yok olmaktan korkar. İnkârcı için hayat zaten anlamsızdı ama ölüm daha da anlamsızdır.
Münafığın ölüm korkusu çok farklıdır ve tam bir psikolojik vakadır. Çünkü münafık ölümün ne olduğunu tam tanımlayamaz ve bu tanımlayamadığı şeyden de çok korkar. İşte bu korku biçimi bir ruh hastalığına dönüşür. Münafık yaşadığı bu ölüm korkusu takıntısını belli etmeden hayatta dik durabilmek ve ilahlık hissiyatının gereği tuğyan içine girebilmek için de ayrı bir özel gayret sarf eder. Çünkü bir yandan karanlık, bir yandan gök gürültüsü, yıldırımlar, şimşekler ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur içerisinde yaşanan amaçsız bir hayat söz konusudur. Allah’a ve inananlara hile yapma yarışına kalkışan, “Amentü Billahi” deyip sonra da ilahlık hissiyatını hayat tarzı yapanın dünya hayatı da zordur. İslam’ın oluşturduğu hayat tarzı öyle bir haldir ki; doğru iman ile batılı birbirinden ayıran tavizsiz bir belirteçtir. İşte, münafık da ağzıyla “Amentü Billahi” dediği halde onun münafıklığını açığa çıkaran onun hayat tarzıdır. Bu konuda Rasulullah (SAV) Efendimiz’in bir hadisi bulunmaktadır: “Münafıklar Kafirun Sȗresi’ni okuyamazlar” buyurmuşlardır. Hadiste geçen “okuyamazlar” uyarısını doğru anlamak gerekir. Ana dili Arapça olmayanlar ezberden sȗreyi okuyup okumadıklarına bakarak hadisi değerlendirmektedirler. Eğer sȗreyi okurken bir hata yaparsa “yoksa ben münafık mıyım?” diye korkmaktadırlar. Bu yorum ve davranış doğru değildir. İlk münafıkları ana dili Arapça olanlar içerisinde tanıdık. Ana dili Arapça olanın sȗreyi okuyamaması çok mümkün görülmemektedir. O halde hadisi nasıl anlamalıyız? Kafirun Sȗresi tamamen hayat tarzı üzerine kuruludur. İmanlı, inkârcıya der ki: “Ben senin hayat tarzını asla kabul etmem, sen de benim hayat tarzımı kabul etmezsin.” İşte münafık kendi hayat tarzını çok iyi bildiği için kalbi mutmain olarak kendi hayat tarzına “bu yanlıştır, ben bu hayat tarzını kabul etmem” diyemez. Dolayısıyla sȗrenin bu ayetlerine okuma sırası gelince münafığın kalbinin reddi diline yansır ve dilini kekelettirir. Çünkü onlar laflarının kastından anlaşılırlar (Muhammed-30).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER