Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep ya HU -240- Gözlerin Hainliği nereden başlar

Bu Hakk yolda bir de vazgeçenler vardır… İdrakıyla, gayretiyle bir yere gelmiş ama sonra vazgeçmiş… Nahl Sûresi 106 ila 109. ayetler böyle olanların sadır ve kalbleriyle ilgilidir, bakın:
“Kalbi imanla mutmain olduğu halde küfre zorlanan müstesna, kim imanından sonra Allah’a kâfir oldu ve küfre sadr açtı ise işte onlar üzerine Allah’tan bir gadab iner. Ve kendilerine azîm azap vardır.” (Nahl-106)
“Vazgeçmelerinin sebebi dünya hayatını ahirete tercih etmeleridir ve Allah’ın kâfirler kavmini hidayete erdirmemesidir.” (Nahl-107)
Sahibi böyle açıklıyor: Onların bu yoldan vazgeçmelerinin sebebi, onları ikna eden yeni bir bilgi edinmeleri değil. Onlar bile bile dünyayı ahirete tercih ettikleri için vazgeçtiler. Ve devam ediyor:
Nahl-108: “İşte bunlar, Allah’ın kalbleri, işitme kuvveleri ve basiretleri üzerine damga vurduğu (tab’ ettiği) kimselerdir. Ve onlar gafillerin ta kendileridir.”
Nahl-109: “Gerçek şu ki, onlar ahirette hüsrana uğrayanların ta kendileridir.”
İşte vazgeçenlerin durumu! HafizanAllah…
Nahl-106. ayette ‘sadrın küfre açılması’ tabirini gördük, ayet dedi ki; “Onlar küfre sadr açmışlardır.” Bir de sadrın İslam’a açılması var: En’am Sûresi 125. ayette sadrın İslam’a açılması anlatılır, “Allah bir kulunun hidayetini dilerse onun sadrını İslam’a açar.” buyrulur. Burada sadrın İslam’a açılması, Nahl-106’da ise küfre açılması bize anlatılıyor. Anlıyoruz ki; eğer sadr küfre açılmışsa İslam’a daralmış, İslam’a açılmışsa küfre daralmıştır.
Bir de bir korkuyu yaşayanlar var ki Kur’an onları övüyor. O neyin korkusudur bakın:
Nur Sûresi 37: “Onlar o ricaldir ki, kendilerini ne ticaret ne de alış veriş Allah’ın zikrinden, salât ikamesinden ve zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar kendisinde kalblerin ve gözlerin takallub edeceği günden korkarlar.”
Onlar öyle bir günden korkarlar ki, o günde kalbler ve gözler takallub eder. Kalblerin ve gözlerin takallub edeceği (alt üst olacağı, allak bullak edileceği) günden korkuyorlar. Takallub etmek, değişmektir, allak bullak olmaktır, kelimenin normal hayattaki manası böyle. Ama konuya spesifik manası, gözler ve kalbler dünyadaki rahatlıklarını kaybettiğinde, yani Muhtariyeti Tercih Gücü denilen “tasarruf yetkisi” ellerinden çıktığında, bu tasarruf gücü alındığında demektir. Bir çocuk elindeki oyuncağa dalmış oynuyor. Oyuncakla hayaller kurmuşken siz aniden onu elinden alırsanız ne olur? Allak bullak olur, hırçınlaşır. İşte Muhtariyeti Tercih Gücü, bu kalıptan ve onu idrak eden bakıştan, o bakışı fiile dönüştüren gözden alındığında kalbler ve gözler takallub eder (alt üst olur), yeni bir kalıba girer; kalıbı bozulur, kalıbı sallanır. İşte onlar o günden korkarlar. Niye? Eğer hala idraklarında bir müstakillik varsa, müstakil ve muhtar bir benlik varsa, o gün verilecek mükâfattan yararlanamayız diye korkarlar. Öyle korkarlar ki onu bugünden yok edebilmek için çalışırlar. O güne bu yanlışlarla gelmekten ödleri kopar, bu yanlışı o güne taşımamak için korkarlar. Nur Sûresi 37. ayet, “Öyle kişiler vardır ki, bunlar öyle ricaldir ki” derken bunları anlatıyor.
Mü’min Sûresi 19: “O, gözlerin hainliğini ve sadırların gizlediğini bilir.”
Bu ifade her an için geçerlidir; Allah gözlerin hainliğini ve sadırların gizlediğini bilir. Dikkat edin, Nur Suresi 37’de o gün gözlerin ve kalblerin takallub edeceği bildirilir. Ama Mümin 19. ayet şimdiki yaşantıyla ilgili; Allah dünyada yaşarken gözlerin hainliğini ve sadırların gizlediğini bilir. Çünkü dünya yaşantısında “sadır” var ve bu sadır bir şeyi gizler. Neyi? Kalpten gelmesi gerekeni! O hakikati gizler ve örter. İşte Allah onun neyi örttüğünü bilir! Dolayısıyla, burada sadır, içinde kalb manasını da içeren son fiiliyle geçmiştir: Hakikati örten! İnsanların birbirlerinden gizledikleri bilgiler değil, onları örtmek değil! Bu ayette sadır, kalbin ona verdiği hakikati örten, onu gizleyen olarak öne çıkıyor ki, Allah bunu bilir!
Ayette geçen “gözlerin hainliği” nedir ve nereden başlar, bunu da paylaşalım: Gözlerin hainliği, erkeklerde Nur Sûresi 30. ayete, kadınlarda ise Nur Sûresi 31. ayete ters hareket etmekle başlar. Dünyada gözlerin hainliği önemlidir. Bu tabir yani hain kelimesi bizi bir yere götürecek. Gözlerin hainliğine bir de böyle bakalım: “Varım ve Muhtarım Bakış Tarzı” ve “sadra hâkim olan nefsin şerri” gözlerde hainlik oluşturur. Bu hainlik nasıl oluşur? Göz Allah’tan gayrı varlık görmeye başlar, Allah’tan gayrı bir varlığı tanımlayarak hakikate hainlik yapar, Allah’tan gayrı varlık görerek hainlik yapar. Kendini muhtar ilan ettiği için kendisi gibi muhtarları görmeye başlar ki suçta tek kalmasın. Suçta tek kalmamak için suçu organize hale getirir. Hainlik bizi nereye götürecek bakın.
Enfal Sûresi 27: “Ey iman edenler, Allah’a ve er-Rasûl’e hıyanet etmeyin. Ve siz biliyor olduğunuz halde emanetlerinize hainlik etmeyin.”
Gözlerin hainliğini bilen uyarıyor! Allah’a ve O’nun Rasulün’e, ondan size gelen emanetlere hıyanet etmeyin. Ayetlerde geçen kelimeleri İslami prensipler içinde değerlendirmek lazım ki, doğru amel çıksın. Dolayısıyla, “emanetlere hainlik etmeyin”i yalnızca dünya yaşantısındaki emanet verilenler gibi anlar ve onlara sıkı sahip çıkarsak ayeti yeterince doğru anlamış olmayız. Bu yaklaşım güzel bir prensip olmasına rağmen Muhammedî değildir. Çünkü bunu inanmayan birisi de yapar, belki verilen bir emanete daha iyi sahip çıkar, onu daha da iyi saklar. Ama yapılan amel Muhammedî midir, bunu daima araştırmak lazım. Muhammedî değilse yanılıyoruz demektir! Diğerini başkası da yapar. Oysa Muhammedî bir ameli, inanmayan (Amentü Billahi demeyen) yapamaz. Kim “Billahi” idrakıyla yapmışsa o Muhammedî olur. Bir amel tarif ettiğinizde eğer onu Muhammedî olmayan da yapıyorsa o iş İslamî değildir. Muhammedî bir ameli ancak “Müstakilen var ve muhtar olan Allah’tır, Onun dȗnu/dışı yoktur” idrakıyla Amentü Billahi diyen yapar. Kim bu idrakla iş yaparsa o zaten Muhammedî olmuştur, bu haliyle o da sana benzemiş olur. Dolayısıyla ayetteki hıyanet, Risalet ve Nübüvvet’le bize gelen ilim ve marifetle ilgilidir. Buyruluyor: O bilgi ve yaşantıya hıyanet etmeyin!

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER