Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

EDEP YA HU – ETİKETİ SÖKÜLMEMİŞ NİMETLER…

Kehf Suresi 44. ayet şöyle biter: “Velayet Hakk olan Allah’a mahsustur. Gerçek mükafatı bilen ve veren O’dur, akıbetin en güzelini de bilen ve veren yine O’dur.”
Surenin 32-44. ayetlerindeki vaka takdiminde anlatılan zengin kişinin servetini ona Allah’ın mükâfatı sanmak yanlış olur. O ayetlerdeki yoksul kişinin Billahi anlamdaki imanı ise gerçek mükâfattır, o kişi için onun Billahi imanı gerçek mükâfattır. Bu da bu konuda çok dehşet verici bir ders! Bu ayetlerden alınan bu ders Kur’an’da bize Kasas Suresi 76-82. Ayetlerde de “Karun Kıssası” olarak sunulur. Karun kıssasını okursanız inşaAllah göreceksiniz ki Karun’a imrenenler var, “Ah, bizim de öyle zenginliğimiz olsa, onun gibi malımız olsa” diye iç geçirenler var, muhafaza buyur Allahım (âmin).
Kehf-44. Ayette Rabbimizin verdiği dersin üçüncü noktası ise şudur: Akıbetin en güzelini bilen ve veren de O’dur. İkinci ders neydi? Gerçek mükafatı bilen ve veren O’dur! Çünkü niye öyle? Bir zengin kişi var, bir de yoksul kişi, bunların hangisinin hali mükâfat? Zengininki mi mükâfat, o imanlı yoksulun Billahi anlamdaki imanı mı mükâfat? Gerçek mükâfat Billahi anlamdaki imandır! İşte ayet bize bu Allah misaliyle diyor ki: Bu gerçek mükâfatı bilen ve veren O’dur, bunu anladınız değil mi?
Ayetteki diğer bir ders: “Akıbetin en güzelini de bilen ve veren yine O’dur.” Zengin kişi şöyle demişti hatırlayacaksınız: Ahiretiniz varsa, orada da akıbetin iyisi mutlaka benimdir. Böyle demişti ama gereken dersi şanslı bir kulmuş ki yine dünyada öğrendi: Akıbetin en güzelini bilen ve veren Allah’tır! Bu konuda inananlara Rabbimiz Ta-Ha Suresi 131. Ayette şöyle öğüt verir:
“Sakın kendilerini denemek için bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme. Rabbinin nimeti hem daha hayrlı hem de süreklidir.”
İzin verirseniz parantez açıp bir cümle söyleyeyim. Ayet “Rabbinin nimeti hem daha hayrlı hem de süreklidir” diyor ya, peki, diğer ayetteki “gözünü dikme” dedikleri Rabbinin nimeti değil mi? Hepsi Allah’ın nimeti ama neden burada “Rabbinin nimeti daha hayrlıdır, sizin için daha süreklidir” diyor? Dikkat edin, gözünü dikme dedikleri Rabbinin nimeti olmaktan çıkarılmış nimetlerdir, üzerine yapıştırılan “duniHİ” etiketle müstakillik verilmiş nimetlerdir. Onun “Rabbinin nimeti” oluşunu küffar yani ziraatçi gibi örtüyorlar. “Her nimetin Allah’ın nimeti” oluşuna ait etiketi örtmüşler, üstüne “bu nimet benim ilahlığımındır” yazmışlar. İşte ayet bu farkı anlatıyor, diyor ki: Etiketi sökülmemiş nimetler, üzerinde “Rabbinin nimetidir” yazan orijinal etiketli nimetler senin için daha hayrlıdır ve onlar süreklidir. Diğerlerinin etiketleri sahte! O etiketleri sahte olanlara göz dikme! Onların bir amacı var. Onlar aslında bir imtihan sorusudur…
Geldiğimiz bu noktada Hud Suresi 24. ayet soruyor ve öğretiyor: Okuduğunuz, incelediğiniz bu misallerde iki ayrı tip insan görüyorsunuz. Bir grup insan var ki “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunuyor, ilahlık hissiyatına bürünüyor ve bunları temel alan bir hayat tarzı oluşturuyor. Diğer bazı insanlar ilahlık hissiyatını reddediyor, ilahlık hissiyatından temizlenmek üzere bir hayat tarzı oluşturup Allah’a teslim oluyorlar. Bu iki farklı grup insanın misali kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hala ibret almıyor musunuz?
Hud-24: “Bu iki ayrı grubun meseli, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar hiç eşit olabilirler mi? Hâlâ düşünmeyecek misiniz?”
Öncelikle belirtelim ki ayetlerin indirildiği dönemin yaşantı şartlarında engelli olmak o kadar zor bir hayattı ki o insanlar için. Bu sebepten o günün insanları meseli (misali, meseleyi) kıyas edebilsinler, kolay anlayabilsinler diye onlara böyle bir misal de verilmektedir. Bununla beraber Hac Suresi 46. Ayet, bir adım ileri geçtiğimiz zaman Kur’an’ın kör ve sağır tanımlamasının aslında ne olduğunu açıklamakta ve şöyle demektedir:
“(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? (Dolaşsalardı) muhakkak ki akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz fakat sadrlardaki kalpler kör olur.”
Buradan çıkaracağımız ders kalbin özelliği ile ilgili ama izin verirseniz şunu ekleyelim. Sana karşı çıkanlar hiç Arz’da dolaşmadılar mı? Arz meallerde yeryüzü diye yazılır. Doğrudur, “Arz’da dolaşmadılar mı?” ayetindeki arzın buradaki bir manası yeryüzüdür. Yani dolaşsalardı Allah’ın musibetlerinin kalıntılarını görürlerdi, ders alırlardı. Tabi akılları çalışırsa… Günümüzde de o kalıntılar var; Pompei gibi, Yasin Suresi’ndeki Neccar’a ait yerler gibi. Günümüzde ve yakınımızda da öyle birçok şeyler var. Bu amaçla dolaşılırsa akıllı olanlar o kalıntılardan ders alabilirler… Ama bir ileri gidersek Arz’da dolaşmak bedende dolaşmaktır, bedeni incelemektir. Bakın, günümüzdeki bilimsel çalışmalar bedeni nasıl inceliyor, her boyutuyla! Ayet bize diyor ki: İşte o beden arzında dolaşıyorsunuz da Allah’ı bulamıyor musunuz? Bir hücrenin, bir organın nasıl çalıştığını görüyorsunuz da… O düzeni, o ahengi, o kimyasal akışları, o fiziksel dengeleri görüyorsunuz da bulamıyor musunuz? Niye bulamıyorsunuz? Cevabını da öğretiyor: Çünkü akledecek kalbiniz yoksa bulamazsınız. Ayet diyor ki: Gerçek şu ki gözler kör olmaz ama sadrlardaki kalpler kör olur. İşte Kur’an’ın bize esas öğretmek istediği budur: Kur’an’a göre akledecek, görecek, işitip anlayacak olan kalptir.
O halde duniHi ilahlar bulamazlar, göremezler, çünkü onların kalpleri kılıflıdır, kördür; bu yüzden onlar akılsız, kör ve sağırdır…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti