Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

EDEP YA HU – ŞÜKREDEN BİR MÜMİN OLABİLMEK

Mütekebbirlik, mütekebbir olmak… Aslında mütekebbirlik kötü değildir, çünkü “Mütekebbir” Allah’ın ismi. Peki, yanlış olan, kötü olan, suç olan ne? Yanlış olan, kınanan, Allah yerine mütekebbirlik yapmaktır. Kâfir ve nankörler Allah yerine mütekebbirlik yaptıkları için suç işliyorlar. Kâfirlik ve nankörlük budur! Polis değil ama polis elbisesi giyiyor, polislik yapıyor, ceza kesiyor. Bu yaptığı suç; polis olmak değil, polislik taslamak, polis gibi görünüp kandırmak suç. Yaşantıda polise değil sahte polise kızarız değil mi? Mütekebbirlik de böyle bir şey. Dolayısıyla, Allah’a ait bir vasıf olan kibre (mütekebbirliğe, kibriyaya) kızmak, kibri kınamak yanlıştır. Allahuekber! Kibir Allah’ın vasfıdır, Allah’ın vasfını siz nasıl kınarsınız? Kibriya ancak Allah’a aittir. Bunu fark eden bir kul nasıl kalkıp da “kibir kötüdür” diyebilir. Ancak şu denebilir ki ayetlerde kınanan odur: Allah adına (o vasfı suistimal ederek) kibirli davranmak kötüdür. Bunu deriz ama kibri, kibir mevhumunu kötüleyemeyiz. Ama siz o vasfa sahip çıkarak kibriya gösteriyorsanız bu kötüdür. Bir kişi Allah’ın ona emaneten verdiği “BEN” deme yetkisini gasp edip kendi benliğini müstakilen var ve muhtar sanarak “ben de mütekebbirim” diyorsa, bu manaya gelecek duygu, düşünce ve tavırlar sergiliyorsa o kötüdür. Peki, biz bu halde miyiz, bunu nasıl anlarız?
Eğer kişi “Müstakilen Var ve Muhtar” olanın Ehad olan Allah olduğunu bilmiyorsa, Allah’ın dışı var ve orada müstakil ve muhtar olarak kendi de var sanıyorsa (ki “duniHİ idrak” bunu ifade eder), o kişi ayetlerde kibri okudukça normal hayattaki kibre kızar durur. Allah Ekberdir; Mütekebbirdir; kibir Allah’a aittir. Eğer birisi kendini Allah’ın dışı var da orada yaşayan müstakil bir varlık zannederse yani “ben de Ehad’ım” derse ona kızılır, o iddia reddedilir! Ona deriz ki, sen sahte Ehad’sın. Çünkü Kur’an ona “sen asi ve yalancısın, iftira ediyorsun, sen yoksun” diyor. Çünkü başka bir Ehad yok, dolayısıyla o batıl, Hakk değil. Peki, biz bu duruma düşüp düşmediğimizi nasıl fark edeceğiz? Bunun şartı, kişinin “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını bilmesidir, fark etmesidir. Bu iddiayı önemsemeyen, onu uydurulmuş bir kavram zanneden fark edemez. Efendimiz (SAV)’in bunu öğrettiğini göremiyorsa, duniHİ idrakı fark edemiyorsa, kişinin halini anlayabilmesi mümkün değil.
Nisa 147. ayette bir azapla korkutuluyoruz. Korkutulduğumuz o azaptan kurtulabilmek için çalışmak önceliğimiz olmalı. Çünkü eğer korunmaz da algımızı ve halimizi değiştirmezsek o azap garanti! Öyleyse o azaptan kurtulmayı garantilemek için çalışmamız lazım. Bu bakışla, Nisa-147 bize şunu öğretiyor: Siz eğer iman eder, şükrederseniz azaptan kurtulabilirsiniz. Kur’an’dan öğreniyoruz: Kurtuluş, şükredebilirsek ve iman edebilirsek! Öyleyse bu ikisine deli gibi dikkat etmemiz lazım: Demek ki doğru iman ve doğru şükür; bu ikisi bu kadar önemli!
Bu kapsamda olanlar kimlerdir? Velayetin başladığı noktayı Billahi iman için sıfır noktası kabul edip o sıfır noktasını geçmiş olanlar bu kapsamdadır diye düşünürsek doğru ama eksik düşünmüş oluruz. Evet, o sıfır noktasındaki kişi imanı, idrakı yanı sıra halini yani ilmihalini de makbul imana uydurmuştur, o sıfır noktasından itibaren idrak böyledir. Ama biz “doğru iman ve doğru şükür” kapsamında olanları oradan başlatamayız. Doğru imanı, Billahi manada imanı duyup kabul etmiş ama halini o imana henüz uydurmamış olanı, o yolda gayret edeni de “doğru iman ve doğru şükür” kapsamına almalıyız. Bunu Fatır Suresi 32. ayetten ve bu ayet hakkında Efendimizin yaptığı açıklamadan öğreniyoruz. Bu ayette üç sınıf müjdeli sayılıyor: Nefsine zulmedenler, muktesıdler/mutediller ve mukarrebun yani hayratta öne geçmiş olanlar. Bu ayet, o sıfır noktasına gelmeye çalışanları da cennet kapsamına alıyor, Efendimiz (SAV)’in bu ayeti tefsir eden hadisi böyle. Bu yüzden yalnızca sıfır noktası ve ilerisi böyledir dersek çok zorlaştırmış oluruz, çünkü Rabbimiz kapıyı bu üç gruba da açmış; “onların (nefslerine zulmedenlerin) noksanını gidereceğim” diyor. Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Onlar mahşerde hapsedilecekler. Onların noksanını Rabbim rahmetiyle merhametiyle giderecek ve onlar da cennete kavuşacak.”
İman konusunda Nisa Suresi 136. ayet ve diğerlerini hatırlayın. Korkup, sığınan ve “Allahım, nasıl bir iman?” diyene seslenene “ya eyyühelleziyne amenu, aminu billahi…” diyen bu ayeti ve diğerlerini bulup tefekkür edin. Ve bu telaşla önce “nasıl bir imanda olmalıyız”ı önemseyin. İman salih amelsiz olmuyor noktasında devreye ilmihal girecek. Doğru inanmış kişinin hali, yaşantısı ilmihaldir ki bu Efendimiz (SAV)’den öğrenilir. Biz Efendimiz SAV’in haline, yaşantısına bakarak çıkardığımız yaşantıya “ilmihal” diyoruz. Ama o ilmihalin bizden çıkabilmesi için makbul bir imanın olması lazım. Günümüzde de, idraken ve amelen Efendimizi takip eden, doğru imana ait fiiller ortaya koyan bir kişiyi incelediğinizde o ilmihal ortaya çıkar. Zaten ilmihaller, imanı ve hayatı Efendimiz (SAV)’e yani ayetlere, hadislere uygun kişilerle ortaya çıkmıştır. Çünkü onların hallerinin ilmi o! Peki, onların hallerinin şartı nedir? Nisa-147den anlıyoruz ki o halin şartı doğru iman ve şükür! Peki, nasıl iman edelim ve nasıl şükredelim ki bu kapsama girebilelim? Bunu tefekkür ve test edebileceğimiz ayetler var: Mesela İnsan-29 ve İnsan 30, mesela Alu İmran 123: “Andolsun ki, siz zeliller olduğunuz halde, Allah size Bedir’de nusret verdi. Allah’tan ittika edin ki şükredebilesiniz.” Bakın bir şart var: İttika edin ki şükredebilesiniz. Nisa-147’yi okuyan bir mümin “ben şükretmiş birisi nasıl olabilirim?” merakı ve telaşına girmişse, Alu İmran-123 ona “ittika et, Allah’tan hayâ et, utan, sakın; sakın ki şükretmiş olasın” diyor. Kur’an’a bu gözle bakınca birçok ayet bulursunuz, birisi bu: Allah’tan “ittika” ederseniz şükretmiş olursunuz. İttika etmek Allah’tan utanmaktır. Allah’tan nasıl utanılır, onu öğrenmek gerekiyor. O merak rükû halini getirir. Şükürden yola çıktık nerelere geldik… Sizde önce bir hal oluşmalı, bir ilim, bir idrak çıkmalı. İlmihal böyle oluşur. Bu konudaki tehlikeyi göremiyoruz. Onu somut görmemiz için Efendimiz (SAV) buyuruyor: O tehlikenin boyutunu görebilseniz “merhamet, merhamet” diye feryat eder dağlara kaçarsınız… Merhamet diyerek sığınalım, bu merhametin lütfedeceği idrakı isteyelim inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti