Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

EFENDİMİZ’İN (S.A.V) OKUDUĞU ÖNEMLİ ŞEY, O İLAH YAPININ YOKLUĞUDUR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 11 Aralık 2017 Pazartesi 13:19:59
 

– 49 –
Paylaşımlarımız, Kelime-i Tevhid’e yüklenen mana ve kader anlayışı ana temaları üzerinedir. Bu kapsamda, önceliğimiz ise tanrılık iddiasından kurtulmaktır. Bunu çok tekrar ediyoruz, çünkü kafamızı tanrılık iddiasına takmamız gerekiyor. Bütün mesele Kelime-i Tevhid’de. Efendimiz (SAV) cennetin kapısında bunun yazılı olduğunu söylüyor; La ilahe illallah. Cennetin bedelinin “La ilahe illallah” olduğunu buyuruyor. Artık “La ilahe illallah” ile şunu anlıyoruz: Ey kendisini ilah edinen, ey tanrılığını ilan eden, ey kendisini müstakilen var ve muhtar zanneden, sen yoksun, illa Allah. Demek ki Kelime-i Tevhid, ilahlığını ilan edene böyle sesleniyor: Sen yoksun, illa Allah.
ŞİRK-İ HAFİ, KİŞİNİN KENDİ
ZANNIYLA ÜRETTİĞİ TANRILIĞIDIR

Tanrıyı fark edip ondan kurtulmak için gerekli bilgiye “tanrı ilmi” diyoruz. Bu ilme başlanırken zihin önce uzaktaki tanrı inancından temizlenir. Sonra kurtulması gereken esas tanrı fark edilir: O bizzat kendimizdeki müstakillik zannıdır. Çevredeki tanrılardan kurtulmakla yetinen yarı yolda kalmış olur, devam etmesi lazım. Çünkü “La ilahe” denilen tanrı/ilah bizzat insanın kendi ilahlığıdır. Bu yüzden “La ilahe” bize o iddianın yokluğunu söylüyor: Ey, müstakilliğini ilan ettiği için “ben de bir ilahım” idrakıyla yaşayan insan, sen yoksun. Kişi diliyle “ben ilahım” demiyorsa tanrılığının farkında olmayabilir. Ama yaşayışı, olaylara bakışı, algılayışı hep ilah penceresindendir. Kelime-i tevhid ona diyor ki: Ey, ilahlığını/müstakilliğini iddia eden, La ilahe, sen yoksun, illa Allah.
Şirk-i hafi özellikle hadislerde çok geçen ve çok uyarıldığımız bir durumdur. ŞİRK-İ HAFİ ifadesini gördüğümüzde “ben buradaki manayı kelime-i tevhid ile nasıl bağdaştırabilirim, nasıl bağdaştırmalıyım?” demeliyiz. Bizim bu paylaşımlarımızı takip edenler, “ilahlığını ilan eden yapı, tanrılık ilan etmek” vurgularımızı fark etmişlerdir. Bizim “ilahlık/tanrılık ilan etmek” dediğimiz şey hadislerde ŞİRK-İ HAFİ diye geçen manadır; şirki-i hafi yani gizli şirktir. GİZLİ ŞİRK diye üstü örtülü anlatılan mefhum, tanrılık iddiasındaki “A” yapıdır, yani müstakilliğini iddia eden asi yapıdır. Şirk-i hafi bu zanndır, kişinin kendi zannıyla ürettiği tanrılığıdır. Bu bakışla gizli şirk, kişinin kendisini müstakil ve muhtar zannetmesiyle oluşan ilahlık/tanrılık ilan ve iddiasıdır. Bu zannıyla kişi “Allah yanı sıra ben de ilahım” demektedir. Lütfen “cennetin kapısında Kelime-i Tevhid yazılıdır” hadisini hatırlayın, o neydi? O hadiste söylenen mana cennete giriş koşuluydu. İşte kişi gizli şirk denilen iddia kapsamındaysa bu koşul çalışır. La ilahe: Cennete tanrı giremez, tanrılara kapalı. İlla Allah! Yani ona, “ey, tanrılığını ilan etmiş kişi, sen cennete giremezsin” denir.
KİŞİNİN, ÇOK AMEL YAPIYORUM,
CENNETİ HAK ETMİŞİMDİR SANMASI YANLIŞTIR

Şimdi Kütüb-i Sitte’den derlediğimiz bazı hadislerin tefekkürü ile devam edelim.
Rasulullah (SAV) Efendimiz, Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh’ten rivayetle şöyle buyurdular: “Ey mü’minler, amel ve ibadetlerinizi itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi ateşten ameli kurtaracak değildir.” Sahabeler: “Seni de mi amelin kurtarmaz ey Allah’ın Rasulü?” dediler. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz; “Beni de” buyurdular. “Eğer Allah kendi katından bir Rahmet ve Fadl ile günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz” buyurdular.
Bu hadiste dikkatimizi çekecek noktalardan birisi, Rasulullah Efendimiz (SAV)’in endişe duyuyor olması! Lütfen fark edin, Rasulullah’ın bu endişesi bizim için ne kadar çok önemlidir. Hadisteki diğer önemli nokta ise, cennetin çalışılarak kazanılamayacağıdır. Yani “epey ibadet yaptım, herhalde cenneti hak etmişimdir” denebilecek bir çalışma yoktur. Dikkat edin, hadiste bize söylenen şey “çalışmaların, yani salih amelin işe yaramayacağı” değildir. Hadiste Efendimiz (SAV), bize böyle bir çalışmanın olmadığını anlatıyor. Yani “şu kadar çalışırsan cenneti elde edersin” gibi bir muhasebe, bir kıyas olmadığı vurgulanıyor. Aksi halde yanlış bir anlam çıkarıp da “mademki çalışılarak cennet olmuyormuş, öyleyse amelleri yapmasak da olur” gibi bir mana çıkarmayın, o hataya düşmeyin. Bu yolda, o çok sık düşülen bir hatadır. Bu hadis bizi uyarıyor: Amellerle meşgul kişinin, çok amel yapıyorum, cenneti hak etmişimdir sanması yanlıştır. Çünkü cennet amellerle kazanılacak bir şey değildir. Bunu fark eden için ikinci öğüt geliyor: “Öyleyse amelde aşırıya, ifrata gitmeyin” buyuruyor Efendimiz.
İfrat yani aşırılık nedir, sınırı nedir? Onun sınırı şahıslara göre değişir, herkes için farklıdır. Öyle olduğu için de kimse kalkıp bir başkasına “sen ifrat/aşırı yapıyorsun” diyemez, onu bir başkasına söyleyemez. Bilirsiniz, bize orta yolu izlemek tavsiye edilir, her işte olduğu gibi ibadetlerde de orta yol tavsiye edilir. O zaman ibadet nedir, onu tanımlayıp yolumuza öyle devam edelim. İslamiyet iyi incelediğinde her halimizin İBADET olduğu görülür, dolayısıyla her halimizde ORTA YOL tavsiye ediliyor demektir. İşte bu orta yol her insan için farklıdır. Ama insan beyni bir başkasını kıyas ve incelemeye, bir başkasını konu etmeye çok alışmıştır. Oysa birisine bakıp “sen az yapıyorsun, sen çok yapıyorsun” demek yanlıştır. Birisi için orta yol olan bir davranış biçimi, bir başkasına ifrat gelebilir, onun bünyesine, yapısına, tarzına ifrat gibi gelebilir. Oysa diğeri onu hiç zorlanmadan rahatlıkla yapıyordur, onun için o hiç ifrat değildir. Dolayısıyla, her birimizin kendimize ait orta yolları tespit etmesi gerekir, bu çok daha doğrudur. Bu yöntem, yaşarken başkasına karışmamayı, başkasıyla kıyaslamamayı, başkası adına konuşmamayı da beraberinde getirir.
HADİSTE BİZLERE ÖĞÜTLENEN İBADET TÜRÜ
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Eğer bildiklerimi bilseniz çok az gülerdiniz. Yataklarınızda yatamaz, dağlara kaçar, ‘Allahım merhamet, merhamet’ diye yalvarırdınız.”
 Dikkat ederseniz önceki hadis buradaki “merhamet” gerçeğine atıf yapan bir sonuçla bitiyordu. Sahabeler “seni de mi amelin kurtarmaz ey Allah’ın Rasulü?” dediklerinde, Efendimiz (SAV) “beni de” buyurmuş ve bir şart getirmişti: Eğer Allah kendi katından bir RAHMET ve fadl ile günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz. Bunu okuyunca bir yanılgıya düşüp de “Rasulullah’a ait bir günah” var sanmayın, “Demek ki Efendimizin de günahı varmış” gibi bir sonuca varmak yanlış olur! Burada “günah” olarak bahsedilen çok başkadır. Bu hadiste bizim öncelikle fark etmemiz ve istememiz gereken şeyin “merhamet” olduğunu öğretiliyor. Efendimiz (SAV) öğretiyor: Fark edin, insanı ancak Allah’ın merhametinin ona ulaşması kurtarır.
Hz. Ebu Hureyre’den bize ulaşan bir kutsi hadiste Efendimiz (SAV) buyuruyor ki: “Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur: Ben her çeşit şirkten müstağniyim. Öyleyse kim benim için işlediği bir amele birden başkasını ortak ederse BEN ondan uzağım ve benim için yaptığı o iş bana değil, ortak ettiği kimseyedir.”
Hadiste bize öğütlenen mana çok açık: İçine şirk karışmış bir ibadetin yalnızca karışan şirke ait olacağı belirtiliyor. Hadis bizim için önemli ve bizi ilgilendiriyor. Şöyle: Kişi ötede beride uzakta sandığı tanrı inancından kurtulduktan sonra eğer kendi ilahlığını fark etmezse, “benim başka bir tanrım/ilahım yok, ben yalnızca Allah için yapıyorum” der. Ama böyle dese bile yaptığı ibadete ilan ettiği kendi ilahlığını katmaktadır. Dolayısıyla, yaptığı ibadet kendi ilan ettiği ilaha ait olur, Allah için olmaz. Bu çok önemsememiz gereken çok hassas bir çizgidir! Bu yüzden, esas tanrıdan, yani ilan edilen ilahlıktan (müstakilen varım ve muhtarım zannından) kurtulmak önemlidir.
EFENDİMİZ SALLALLAHU ALEYHİ
 VESELLEM’İN OKUDUĞU ÖNEMLİ ŞEY,
O İLAH YAPININ YOKLUĞUDUR

Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhissalatü vesselam bir gün yanımıza geldi, biz o sırada Mesih Deccal’i müzakere ediyorduk. Buyurdular: “Ben size, nazarımda sizin için Mesih Deccal’den daha ürkütücü bir şeyi haber vereyim mi?” Evet, ey Allah’ın Rasulü söyleyin dedik. “Şirk-i hafi’dir. Mesela, kişi kalkar namaz kılar, bu namazını kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar. İşte bu gizli şirke bir örnektir“ buyurdular.
Şeddad İbnü Evs radıyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhissalatü vesselam buyurdular: “Ümmetim hakkında en ziyade korktuğum şey Allah’a şirktir. Bu sözümle ümmetimin dönüp de tekrar Güneş’e veya Kamer’e veya puta tapacaklarını kast etmiyorum. Beni korkutan şey, onların Allah’tan başkası için yapacakları ameller ve gizli arzulardır.”
Hadisi lütfen dikkatli inceleyin. Eğer özenle yaklaşırsanız, hadiste geçen “Allah’tan başkası için yapacakları ibadetler ve gizli arzular” ifadesinde karşınıza yine “kendiniz, kendi ilahlığınız” çıkar. Paylaşımlarımızda “A” yapı dediğimiz ilahlığını ilan eden ve kurtulunması gereken o yapı karşınıza çıkar. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in okuduğu önemli şey, o ilah yapının yokluğudur.
“İkra’ Bismi Rabbikellezi halak: Halkeden (yaratan) Rabbinin adıyla OKU” ayetine tabi olup da okuyanın okuyacağı, fark edeceği gerçek budur: Müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah’tır. Başka müstakilen var ve muhtar yoktur. Anlıyoruz ki, kişi okumayı “Rabbinin Adına” yaparsa okuduklarından Rab’bine ulaşabilir. Aksi halde Sünnetullah’tan okudukları, fark ettikleri onu Rab’bine ulaştırmaz. Bulduklarını bir bilgi olarak bilir, ama bulduğu o bilgilerle Allah’ı anlamak, tanımak gerçekleşmez. Koşul budur: İkra’ Bismi Rabbikellezi halak! Ama bu ayet günümüzde nasıl anlaşılıyor? “İKRA” ifadesiyle başlayan ayeti örnek verenler, o ayetten yola çıkarak okumanın önemini çok yanlış biçimde anlatırlar, ayeti ortadan kesip “okumak önemlidir, bakın Allah bize İkra’ demiştir, bu yüzden okuyalım” diyerek, ayetin maksadından çok uzak bir anlamla anlatırlar. Ayet “İKRA”dan mı ibaret? Ayetin diğer kısmı ne olacak? Diğer kısmını Allah söylememiş mi? “İkra Bismi Rabbikellezi halak: Halkeden Rab’binin adıyla oku.” Bu okuma bir basamak ileri giderse “ADINA OKU” olur. Çünkü “adıyla” okumada bir ilah oluşabilir. Ama “adına” okumada Halifetullah devreye girer.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -49-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER