Bu yazımızda 1891 yılında çıktığı seyahat esnasında Afyonkarahisar’a da gelen ve burayla ilgili tespit ve izlenimlerini kayda geçirerek kitap halinde yayınlayan Banker Albert Helbig’den(1861-1911) ve seyahatinden bahsedeceğiz.
Banker Albert Helbig’in babası Charles Helbig 1822 tarihinde Belçika’nın Liege şehrinde doğmuş ve daha sonra İstanbul’a göçerek burada bir bankerin kızı olan Leontine De Balzac ile evlenmiştir. Bu evlilikten 1861’de İstanbul’da doğan Albert Helbig 1893 yılında büyükbabası De Balzac’ın yerine Helbig ve Cie. Bank’ın müdürlüğüne getirilmiştir.1
Banker Albert Helbig “Eşkıya” ve “Muhsin Bey”adlı sinema filmleri başta olmak üzere birçok filmin platosu olanİstanbul’daki meşhur Doğan Apartmanı’nın da ilk sahibidir. Ayrıca Helbig ailesinin Karaköy-Tünel metrosunun yapılmasında büyük payları olduğu da bilinmektedir.2
Anadolu içlerine seyahat planı
Albert Helbig, Fransız hükümetinden sağladığı bir yardım ile İç Anadolu’da bir seyahat yapmayı tasarlayan tanınmış orientalist ve Türkologlardan olan Clément Huart(1854-1926) ile birlikte Konya’yı hedefleyen bir seyahat planı yaparlar. Bunun için 1891 yılının 13 Mayıs günü İstanbul’danyola çıkarlar. Helbig, kitabının önsözünde Huart’la birlikte seyahate çıkışlarına ilişkin şöyle demektedir:
“İstanbul’daki Fransız Büyükelçiliği’nin ikinci tercümanı ve seçkin bir oryantalist olan bilgili yol arkadaşım M. C. Huart, raporunun ele alındığı Maarif Nezareti’nden bir misyonla görevlendirildi. Bu seyahatnamede yer alan Arapça epigrafik kısım M. C. Huart’a aittir.”
Yine Helbig kitabının önsözünde bu yolculuğu yapmaktaki gayesini şu şekilde açıklar:
“Amacım her şeyden önce, şu anda Konya’daki eski Selçuklu sultanlarının uygarlığını karakterize eden anıtları incelemekti. Hâlâ az bilinen tarihi Haçlı Seferleri ile yakından bağlantılı olan bu hanedan, on birinci yüzyılın sonundan on üçüncü yüzyılın ortalarına kadar kuvvetli bir şekilde parladı.”
Helbig ve Huart o devir için çok güç şartlar içinde olan bu seyahatlerini kimi zaman at sırtında, kimi zaman da araba ile yapıyorlardı. Helbig bu durumla ilgili olarakta:
“Rahat ve kolay bir ulaşım imkânı sağlayan demiryollarının açılmasını beklemeden, benden önceki gezginler gibi yolculuğumu at sırtında yapmak istiyordum. Doğru, daha yavaş gidiyoruz. Ama bu sayede etrafını daha iyi görebilirsin.”Tespitini yapar.
Gidiş Güzergâhı
Kitapta yazdığına göre Helbig, 1891 yılının güzel bir 13 Mayıs sabahı denizyoluyla İstanbul’dan ayrılarak Mudanya’ya ulaşır. Buradan Bursa, Kestel, Yenişehir, Bilecik, Söğüt, İnönü, Çukurhisar, Eskişehir, Kütahya, Çavdarhisar, Altıntaş, Osmancık, Eğret, Afyonkarahisar, Çay, Sultandağı, Akşehir, Ilgın, Kadınhanı üzerinden giderek yaklaşık onbeş günde Konya’ya varır. 29-31 Mayıs arasında Konya’da kalarak bol bol etrafı gezer. Görüp öğrendiklerini not eder.
Helbig seyahatnamesinde Afyonkarahisar’a gelişinden ve burada gördüğü eski devirlere ait belli başlı eserlerden bahsetmeden geçmez.Helbig ve yanındakiler 24 Mayıs 1891 günü akşamına doğruAfyonkarahisar’a ulaşır.
Alfred Helbig’in Afyonkarahisar’a Dair İzlenimleri
Helbig notlarında, Altıntaş’ın ötesine doğru devam eden ovanın toprağının mükemmel durumda olmasına rağmen büyük ölçüde nadasa bırakılmış olduğunu, Osmancık köyü yakınlarında, pencereleri sanki delinmiş bir kuleyi andıran, büyük kare bir taş yapı bulunduğunu belirttikten sonra etrafta yer yer tümülüslerin devam ettiğini ancak ovanın batı kısmına göre daha seyrek olduğunu söyler.
Eğret’te
Helbig 24 Mayıs günü Eğret köyüne geldiğinde gördüğü hanı ise şöyle tasvir ediyor: “Neredeyse karayolu üzerinde olan, eski bir bina kalıntısı dikkat çekiyor. Beyaz mermerden iki sütun üzerine oturan bir sivri kemerin altına gömülen kapı, üzerinde kitabesinden yoksun bir nişle örtülmüştür. Solda, tepesinden sarkıtılmış, bir palmiye ağacı gövdesini simüle eden bir başlık, boşluğun üzerinde durmaktadır. Cephe tamamen kesme taştır. Günümüzde ahır olarak kullanılan bu yapıya girildiğinde üç nef göze çarpmaktadır.”(Nef: Dikdörtgen biçimindeki ana gövde)
Daha geniş olan ortadaki, yan neflerden, aralarında duvara gömülmüş dört kare sütun bulunan beş “ogival” (sivri kemer) tonozla ayrılmıştır.
Sütun başlıkları üzerinde ana tonozu destekleyen revaklar yer almaktadır. Bu arada, hepsi çok kaba olan sekiz sütun başlığından üçü, haçlar ve kabartma desenlerle dekore edilmiştir. Giriş kapısının yanında, bu zemine yarı gömülmüş tek süslemesi dört haç desenli kare bir başlıktır.
Bu kalıntılar, bir bütün olarak ve ayrıntılarıyla, çok eski bir kilisenin mahzeninden geliyor gibi görünüyor ve bölgede bu türden başka bir anıt olmadığı için daha da dikkat çekicidir.
Her halükarda bu anıtın Selçuklu Türkleri tarafından değiştirilerek başka bir kullanıma uyarlandığı açıktır.
Eğret’ ten ayrılırken sağanak yağmurla karışık yeni bir fırtına üzerimize geliyor. Altıntaş ovası, Murat Dağ’ının güney sınırlarına kadar kurak ve çıplak olarak devam ediyor. Yol, kırmızı toprağı volkanik kökenini işaret eden uzun bir geçide giriyor.
Bu yerin ortasında ve en geniş yerinde bulunan Gecek, bölgede çok meşhur bir kaplıca beldesidir. Bu bölgeyi terk ederek, göz alabildiğine uzanan Afyonkarahisar ovasına çıkıyorsunuz. Çok iyi ekilmiş, birçok küçük dereyle sulanan bu ova, afyon ekiminin merkezidir. Bu bitki Afyonkarahisar’ı, bu şehirle aynı adı taşıyan diğer birçok şehirden ayırmaya hizmet eden Afioum (veya afyon) adını bile kazandırmıştır. Burada beyaz, sarı veya mor çiçekli haşhaş yetiştirilir. Kapsüle dönüştüğü zaman köylüler, hemen donan beyaz bir özsuyunun aktığı kapsüle kesikler atarlar.
Bu özsu afyondur. Yumruk büyüklüğünde toplar yapılarak toplanır ve bunlar daha sonra bitkinin yapraklarına sarılır. Afyonun kalitesi çiçeğin rengine ve özellikle yağmurların seyrek ya da bol olmasına göre değişir.
Ovada büyük kısımlara sahip birçok eski Roma yolu kalıntısı görülebilir.Yeni yollar olağanüstü derecede mükemmel durumda.
Afyonkarahisar’a varış
Altı buçukta ulaştığımız Afyonkarahisar şehri, çok volkanik bir çalkantının sonucu ortaya çıkan, şeker somunu şeklindeki muazzam bir kayanın eteğine inşa edilmiştir. Ana koninin etrafında, birkaç kilometrelik bir alan üzerinde bir dizi kayalık höyük oluşmuştur ve bunların yüksekliği, ana yükseltiye olan mesafeyle doğru orantılı olarak azalır.
Bu şehrin içinden geçen derenin aktığı geniş bir vadinin girişinde yer alan Karahisar, iki yıl önce çıkan bir yangında yarı yarıya yok oldu. Burası, sakinleri ve evleriyle ferahlık saçan, neşeli yönü olan güleryüzlü bir şehirdir.
İlk ziyaretimiz, aynı zamanda bir İstanbullu olan ve bizi kendi yanına almak isteyen mutasarrıfaydı.3Ancak rahat hareket edememe kaygımızonun bu nazik davetini geri çevirmemize neden oldu.
Mutasarrıfın yanından ayrılırken Bursa Başpiskoposu’nun bize verdiği tavsiye mektuplarını gönderdiğimiz iki Ermeni ileri geleniyle karşılaştık.
Handa bizi bekleyen hüsranları önceden görerek, bizi evlerine almak için yarışan bu iyi insanların davetlerini, davetini kabul etmediğimiz mutasarrıfımızı gücendirmemek için reddetmek mecburiyetinde kaldık…
Afyonkarahisar’da mevcut olan tek han veya kervansaray çok eski ve bakımsız bir binadır. Diğerleri yangında tahrip olmuştur. Zemin katında umumi mal ambarları ve ahırlar bulunur. Yukarıdaki kat, gezginler için bir dizi küçük odaya sahiptir.Saat ilerleyince hanın aşçısımutfağı kapatarak ayrıldı.
Neyse ki, yiğit Ermenilerimiz, atlarımız için gerekli yulafları bile unutmadan bize bol miktarda erzak ve en önemlisi, mükemmel bir gece geçirmemizi sağlayan temiz yataklar gönderdiler.
Şehir turu
25 Mayıs —Bize şehri gezdirmek için görevli iki zaptiye sabah erkenden geldiler. Şimdiye kadar gördüklerimizin hepsi birbirine benziyor; bu nedenle Afyonkarahisar hakkında hiçbir şey söylemeyeceğiz. Modern anıtları hiçbir tarihsel ilgi uyandırmıyor ve Selçuklular zamanından geriye, herhangi bir karakterden yoksun modern anıt olan Ulu Caminin duvarına gömülmüş okunaksız Arapça bir yazı dışında hiçbir şey kalmadı. İmaret Cami olarak bilinen Türk yapımı iki kubbeli camiyi hatıra olarak analım. Bu cami Gedik Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış, giriş kapısının üzerindeki Türkçe kitabeden de anlaşıldığı üzere H.1210 (M. 1795-1796) yılında tamir görmüştür.Oradan çok uzak olmayan küçük bir mezarlığın ortasında, SahabelerSultan ve ailesinin türbesi duruyor.
Türbenin korkuluklarına tutturulmuş çok renkli küçük kumaş parçalarından oluşan adak miktarına bakılırsa bu azize veya derviş, kutsal bir şahsiyet olarak kabul edilir. Bu türbeye gömülen karakterin kutsallığıyla ilgili ünü, buranın harabeye dönmesini engellemez. Türbede görülebilen mezarlar, Konya’daki Selçuklu Sultanları tarafından yaptırılan ve üzerlerine çok iyi oyulmuş arabesklerin güzel olduğu kadar karmaşık olduğu ve saf üslubuyla dikkat çeken Arap işçilerinin çalışmaları için tanınmasını sağlayan beş mermer parçadan oluşuyor. Kapı ve pencere söveleri ise, Hıristiyan anıt mezarlarından gelen, ancak yazıtsız, yontulmuş mermerle süslenmiştir.
Yukarı pazar mescidinin yakınında, bir çeşmenin üzerinde, yazıtları çok solmuş başka bir Hıristiyan mezar taşı vardır.
Karahisar Kalesi
Yüksekliği 400 metreyi geçen bir kayanın tepesinde yükselen ve eteğinde Afyonkarahisar’ın inşa edildiği kale, şehrin her noktasından görülüyor.
Kaleye kayaya oyulmuş bir yoldan ulaşılır ve eskiden mazgallı duvarlarla korunan, kulelerle çevrili olan bu kale, aynı duvarlardan kopan taşların üst üste yığılması sonucu geçilmez hale gelmiştir.
Kaleye giden yol üzerinde beyaz mermerden bir aslan ve sakallı bir adamın başı vardır. Kalenin kapısı büyük bir taşla örtülmüştür. Üzerindeki kitabede bu kalenin 13. yüzyılın başlarında Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad tarafından tamir ettirildiğibildirilmektedir. Kitabede her şey okunabilir değil. Sadece aşağıdaki cümleleri ayırt ediyoruz:
“Bu yüce meskenin onarılmasını emretmiştir ….azametli padişah, dünyanın ve dinin büyüklüğü, Keykubad, müminlerin emiriF delili…”
Asırlık tohumlar
İç kısım bir harabe yığını halindedir. Orada kayaya üç sarnıç kazılmıştır ve rehberlerimiz bize çok yakın zamanda keşfedilmiş, içi hâlâ (darı) ile dolu bir saklama yerini gösterdiler.
Bu darıdan birkaç çuval kasabaya taşındı. Bir kısmı ise yakınlardaki kayalıklara kuşyemi olarak saçıldı. Kazı molozlarına karışan geri kalanlar ise toplanmalarının üzerinden belki birkaç asır geçmesine rağmen filizlenmeye başlıyor.
Kalede biriken molozların ortasında, güzel çağdan kalma çok sayıda turkuaz renkli çanak çömlek parçası var. Bu da bu yapının ihtişamlı olduğu dönemde bir saray olduğu kadar aynı zamanda askeri bir yapı olduğunu düşündürüyor.
Kalenin çevresi içinde, Selçuklu hükümdarlarının temiz havayı solumak ve dört bir yandan sunulan manzaranın tadını çıkarmak için geldikleri bir köşk olacaktı.
Bu manzara gerçekten muhteşem ve duvarlardan çıkan ve sarp kayanın üzerine sarkan bir kule, 400 metre yükseklikten tüm bu güzel manzarayı görmenizi sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.
Afyonkarahisar’dan kavurucu bir güneş altında ayrılıyoruz. Güneye giden yol, tekdüzeliği beyaz çiçekli haşhaş tarlalarıyla kesintiye uğrayan güzel buğday tarlalarından geçer.
Sıra sıra develer, koro halinde sadaka isteyen bütün bir göçebe kabilesi ve çelimsiz öküzlerin çektiği uzun bir küçük araba konvoyu yolda birbirini takip ediyor.
Bir noktada, öfkeli kişnemeler başımızı çevirmemize neden oluyor. Bu binicisinden ve yola saçılmış eşyalarımızdan kurtulduktan sonra, uşağımızla ahenk içinde yol alan genç bir köylünün atıyla kıyasıya bir mücadeleye girişen bineğidir. Şaşkına dönen köylü, atının bağlı olduğu ve kendi kendine yuvarlanan yüklü arabanın iki tekerleğinin peşinden koşar. Konvoya yetişmek, ağır hasar görmüş koşum kayışlarını onarmak ve bagajlarını yeniden yüklemek için yarım saat zar zor yeterli.
Afyonkarahisar’ın güneyinde uzanan ova uçsuz bucaksızdır. Arazi ekilebilir olmasına rağmen neredeyse tamamen nadasa bırakılmıştır. Burası Likonya’nın başladığı yer. Sağda, deniz seviyesinden 1.500 metreden daha yüksek olan bu muazzam platoyu Sultan Dağları çevreliyor. Kuzeyde ova göz alabildiğince devam etmektedir.
Murat Dağ’ından sonra gelen Sultandağı,Toros zinciriyle devam eder. Bu yüksek dağ dizisi Küçük Asya sularının Toroslar için ayırıcı çizgisini oluşturur, Akdeniz sınırlarına vardıktan sonra kuzeydoğuya doğru eğimli olarak Anti-Toros adı altında İran sınırlarına kadar devam eder.
Geçtiğimiz yüksek plato, en büyüğü Tuz Gölü olan birkaç tuzlu göl daha içeriyor. Küçük bir kasaba olan Çay’ın yakın çevresi, kavak ağaçlarıyla gerçek bir vaha oluşturur. Çay, Hüdavendigar Vilayetinin sınırlarında yer almaktadır.Bu köy, Selçuklu egemenliğinden kalma bir han veya kervansaray kalıntılarını içerdiğinden, Konya sultanları döneminde önemli bir yere sahip olmalıdır.Üzerinde bir kitabesi ve anıtsal kemerli bir kapısı olan kesme taş bir yapıdır.
Albert Helbig kitabında Afyonkarahisar ve çevresinden bu sözlerle bahsediyor. Seyyah bu noktadan sonra Konya’ya kadar yol üzerinde uğradıkları diğer yerleşim yerleri hakkında bilgiler vermeye devam eder. 29-31 Mayıs arasında üç gün Konya’da kalarak etrafı iyice araştırarak inceler.
Dönüş yolu
Dönüş 1 Haziran’da Konya’dan ayrılışla başlar. Lâdik, Kadınhan, Akşehir, İshaklı, Çay, Karacaviran Köyü, Geneli Köyü, üzerinden Dinar’a varır. Buradan 5 Haziran sabah saat 4’te trene binerek yaklaşık on altı saatlik bir yolculuktan sonra 5 Haziran akşam 9’da nihayetinde İzmir’e ulaşır.
Albert Helbig seyahate ilişkin edindiği bilgi ve izlenimlerini yolculuğun bitiminden hemen sonra 1892 yılında Paris’te yayınlar.4
Yol arkadaşı Clement Huart’ın aynı inceleme gezisine dair tespit ve izlenimleri ise seyahatten yaklaşık altı sene sonra 1897 de yine Paris’te kitap olarak basılmıştır.5
Albert Helbig hazin bir kaza sonucu hayatını kaybetti
Albert Helbig kendi tabancasının elinden kayıp düşerek ateş alması sonucu hayatını kaybetti. Osmanlı Llyod’un 03 Ağustos 1911 tarihinde verdiği habere göre meydana gelen bir kazada Albert Helbig hayatını kaybeder. Haber şu şekildedir:
“Kentimizin finans çevrelerinde olduğu kadar toplumda da saygın bir kişi olarak tanınan Banker Albert Helbig üzücü bir kaza sonucunda dün hayatını kaybetti. Yoksulların büyük bir yardımcısı olan Bay Helbig dün erken saatlerde yeğeni Charles Helbig ile birlikte, başkanlığını yaptığı hayır derneği St. Benoit Conference’ın yoksullarına bağışta bulunmak üzere Galata’ya gitmişti. Bay Helbig, yeğeni ve hemşire Jean Gabriel ile bazı belgeleri imza etmek üzere derneğin salonuna girmişti. İmza için oturduğu sırada cebinden kendisini rahatsız eden dolu bir revolveri çıkarmak istedi. Şanssızlık eseri revolver elinden kayıp yere düştü ve patladı. Kurşunlar aşağıdan yukarıya boydan boya tüm vücuduna girdi ve Bay Helbig birkaç dakika sonra son nefesini verdi. Saat 11 sıralarında cesedi Fransız Hastanesi’ne getirildi.”6
Albert Helbig zor şartlar altında çıktığı bu seyahatte aynen yol arkadaşı Clement Huart’ın yaptığı gibio dönem az bilinen eski Anadolu Selçukluları dönemine ait eserlere özellikle önem vermiştir. Zaten çıktıkları seyahatin asıl maksadının da bu olduğunu kitabın önsözünde belirtmektedir. Kitabında yolculuğu boyunca gördüğü kimi eski eserlerin fotoğraf ve çizimleri mevcuttur.
Dip Not:
1Von der Preussischen gesandtschaft zum Doğan-Apartmanı: 130 Jahre geschichte eines grundstückes und hauses in Beyoğlu – İstanbul = Prusya Elçiliğinden Doğan Apartmanı’na: İstanbul-Beyoğlu’ndaki bir binayla arsanın 130 yıllık tarihi / C. Meyer-Schlichtmann; Türk. Ümit Öztürk, Meyer-Schlichtmann, C., 1992
2Feride Petilon, “İstanbul’da Yaşanmış Mekânlar” Şalom Dergi, sayı:102, İstanbul, Temmuz 2020
3 Helbig kitapta ismini zikretmese de o dönem Karahisar-ı Sahip mutasarrıflığı görevinde Abdullah Celal Bey (1847-1903) bulunuyordu. Abdullah Celal Bey 1890-1892 yılları arasında Karahisar-ı Sahip mutasarrıflığı görevinde bulunmuştur.
4 Albert Helbig, “Excursion sur le plateau central de l’asie mineure”, Paris 1892
5Clément Huart, “Konia, la ville des derviches tourneurs; Souvenirs d’un voyage en Asie Mineure”, Paris 1897
6a.g.e.,C. Meyer-Schlichtmann; türk. Ümit Öztürk, Meyer-Schlichtmann, C., 1992
7Fotoğraf ve çizimler Albert Helbig’in kitabından alınmıştır.