Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 126

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Kasım 2018 Perşembe 13:00:21
 

KORKU VE UMUT BİZDE
TEK DUYGU OLMALI
Havf ve Reca, Korku ve Umut ayetlerde Havf ve Tama olarak geçer. Bunun Hakk Yol’la ilgili bir özelliği vardır ki bu duygular ayrı duygular değildir, onları ayrı duygular gibi düşünmeyin. Bu iki duyguya ait mânâları mümkün olduğunca çakıştırarak tek duygu haline getirebilmeliyiz. Korku ayrı, umut ayrı değildir. Dikkatle incelendiğinde korku ve umudun bütün olduğu rahatlıkla görülebilir. Onlar bir bedenin et ve kemiği gibi beraberdirler, tek bir mânâ oluştururlar. Korku ve Umut Fatiha Suresi’nde de ayrı duygular olmayıp bir bütündür. Biz de onları tek bir duygu yapmalıyız, onlar bizde de tek bir duygu haline rahatlıkla gelmelidir. “Şimdi korktum, şimdi umutlanıyorum” gibi ayrı yaşanan mânâlar değildirler, beraber, iç içedirler. Elbette her olayın bir korku, bir de umut yanı vardır. Dolayısıyla, her olayın korkacağımız ve umutlanacağımız bir yanını bulup birleştirmeli, korku ve umudu bir bütün yapmalıyız. Böylece her korku yanında mutlaka bir umut, her umut da yanında mutlaka bir korku taşımış olur, böyle olduğunu görürüz   
Allah’a yönelirken, dua ederken Korku ve Umut’la dua etmek, Korku ve Umut’la yönelmek duanın makbul olma şartlarındandır. Bu hal, dünya ve ahiret hayatımız için önemli bir dua olan Fatiha Sûresi’nde, özellikle yedinci ayetinde iyice belirginleşmelidir ki Fatiha Sûresi’nin yedinci ayetini okurken Korku ve Umut taşıyan dua halimiz en üst seviyeye ulaşabilsin. Allah’a yönelirkenki halimizin, dua halimizin Korku ve Umut taşıması gerektiğini bize elbette Kur’an öğretiyor:
KORKU VE UMUDU NASIL
BİRLEŞTİRECEĞİMİZİ AYETLER ÖĞRETİYOR
“Yanlarını yataklardan uzaklaştırırlar, korkarak ve tama’ ederek (umarak) Rablerine dua ederler, kendilerini rızklandırdığımız şeylerden infak ederler.” (Secde-16)
Korku ve Umut öyle iyi anlamamız ve mânâ çakıştırması yapmamız gereken kavramlardır ki bu anlayışı yakalayabilmemiz için Allah bize Kur’an’da misaller verir:
Ra’d-12: “Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmur yüklü bulutları meydana getiren O’dur.”
“Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi O’nun ayetlerindendir. Bunlarda düşünen bir kavim için elbette dersler vardır.” (Rum-24)
Bu ayetler bize Korku ve Umud’u nasıl birleştirip tek duygu haline getireceğimizi de öğretiyor. Bu ayetlerle biz, mânâ çakıştırma yönteminin Kur’an’da var olduğunu, Kur’an’da nasıl kullanıldığını da görüyoruz. Ayetteki şimşek örneğinin korku ve umutla ilişkisine bir bakalım. Düşünün ki uzun bir kuraklık dönemi yaşadık. Bu kuraklık sonucu uzun süre sudan, gıdalardan, tarımdan ve ürünlerden mahrum kaldık. Bu halin getirdiği hasretle su ve yağmur bekliyoruz. Allah’ın rahmeti ile bir bulut kümesi görüp umutlandık; yağmur geliyor, suyumuzu içeceğiz, ürünler çıkacak, karnımız doyacak diye umutlanmaya başladık. Bulut yaklaştı, umudumuz da arttı, zaten hasretle bekliyoruz. Ancak öyle bir şimşek çaktı ki onun çakmasıyla korktuk. Şimşek ne zaman çaksa, dikkat edin, hemen içinizde bir ürperme, bir korku olur. Şimşeğin kuvveti ile korkunuz doğru orantılıdır; ne kadar kuvvetli çakar ve ne kadar aydınlık oluşturursa korku da o kadar kuvvetlidir. Fakat şimşek çaktığı zaman hissettiğimiz korku beslediğimiz umudu, beklediğimiz bereketi zihnimizden silmez. Şimşeğin çakış anına kadar sadece umut ve sevinçle bulutlara bakarken, şimşek çaktığında umutla beraber bir de korku hissi yaşamaya başlarız. Bulutları görünce yaşanan ani sevinci, zihinden geçen bereket duygusunu, şimşeğin çakışıyla birlikte hızla kaplayan ani korkuyla, çok yakın hissettiğimiz o tehlike duygusuyla aynı anda yaşarız; o an korkumuzu ve içindeki rahmeti aynı anda yaşar, görürüz. Korkmuşuzdur, korktuğumuz bir şey vardır ama o korktuğumuz şeyden bize bir rahmet, bir bereket gelmektedir. Bize gelen rahmet ve bereketin içerisinde korku ve umut duygusunu, o güzelliği aynı anda yaşıyoruz. Böylece bu iki duyguyu harmanladığımız bir olay hissetmiş oluruz. Bu örnekle bize korku ve umudu birlikte yaşayabilmeyi ve onu tek mânâ yaparak o mânâyla Allah’a yönelmememizin mümkün olduğunu, bunun gerektiğini Rabbimiz öğretiyor. Bu mânâyı hissedeceğimiz bir yöntemi yine ayetlerden paylaşalım:
Bakara 81: “Hayır, gerçek onların sandığı gibi değil; kim bir kötülük kazanırsa ve de o hatası kendisini kuşatırsa, işte onlar ashabun nar’dır. Onlar orada ebedi kalıcılardır.”
AYET YALNIZ BİZE SÖYLENİYORMUŞ
GİBİ DÜŞÜNELİM
Çok korkutucu olan bu ayetin kapsamı bizi ilgilendiriyor değil mi? Öyleyse bunu düşünüp korkalım. Hatta öyle ki yalnızca beni ilgilendiriyor olabilir diye endişelenip korkumuzu çok yüksek bir noktaya taşıyalım; sanki ayet bana hitap etti, yalnızca beni kapsadı gibi bir korku yaşamaya çalışalım: Kimse yok ve sesleniş bana gibi, doğrudan bana söylenmiş gibi… Bir de müjde içeren ayet okuyalım. Bunu okurken bu ayetin de doğrudan ve yalnız bize, kendimize hitap ettiğini düşünüp, hissedip o kadar yüksek bir umutla umutlanalım:
Bakara-82: “İman edip sâlih amel işleyenler ise ashab’ul cennet’tir. İşte onlar da orada ebedi kalıcılardır.”  
Nasıl, nasıl müjdeleyici bir haber değil mi? Bu müjdeleyici haberin sadece bize olduğunu, sadece bizi kapsadığını düşünmekle içimizi nasıl bir umut kaplar, nasıl ümitleniriz değil mi? Yaptığımız bu tefekkür sırasında her iki duyguyu da yaşadık değil mi? Bakara-81. ayette alabildiğince korku, 82. ayette ise pik yapmış bir umut, bir sevinç yaşadık. Okuduğumuz bu ayetlerin peş peşe oluşuna dikkat edin. Bize bir şeyi öğretiyor, diyor ki; bu ayetleri okurken iki duyguyu harmanlayın. Birindeki duyguya sahip çıkıp diğerini ötelemeyin, yanlış olur! İlk ayetteki o korkutan hitap bize değilmiş gibi öteleyip ikinci ayetteki müjdeye sahip çıkmak yanlış olur. Her iki ayet de bize hitap ediyor. İki ayeti birlikte düşünüp, korkutan ayetlerle yaşadığımız korku duygusu ve umutlandıran ayetlerle hissettiğimiz ümitlenişi harmanlayıp tek duygu haline getirebilmeyi, o tek duyguyla hallenebilmeyi, sürekli bu duyguyla yaşayabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu yaptığımız bir antrenmandı. Bakara 81’de korkmayı, Bakara 82’de umudu denedik, bu hislerle yaşamayı denedik; bu hissedişleri nasıl cem edeceğimizi öğrenmek için önce korktuk, sonra umutlandık. İşte bu hal bizde zaman içerisinde aynı anda yaşanan tek duygu haline gelmelidir ki gelir inşaAllah. Kazanacağımız o tek duyguyu esas duygu haline getirip sürekli o duyguyla Allah’a yönelmeli, o duyguyla “Allah” diyebilmeli, o duyguyla yaşayabilmeliyiz. Dualarımızı, salâtlarımızı, tüm ibadetlerimizi o duyguyla yapabilmeliyiz. Bu bize hem Allah’tan sakınmayı hem de sakındığımız Allah’a sığınmayı öğretir. Allah’tan Allah’a Sığınmak önemlidir, bunun duygusu Korku ve Umut’tur. Bu iki duygunun birlikte yaşanması bize Allah’tan yine Allah’a sığınmayı öğretir, bu çok önemli hali bize yaşatır. Efendimiz (SAV)’in öğrettiği bir dua ve sesleniş vardır ki onda Korku ve Umut tek mânâ olmuştur: “Allahım Senden Sana sığınırım (Euzü BİKE minKE).” Korku ve Umud’u “bir” yapmanın duası budur. Allah’a böyle yönelmek, tüm ibadetleri böyle yapmak, hatta hayatımızı böyle sürdürmek bize şükredebilmeyi öğretir, bu hal bize şükür kapısını açar. Bunu ayetten öğreniyoruz: “Allah’dan ittika edin ki, şükredebilesiniz.” (Al-u İmran; 123)
HEDEF CÜMLE BUDUR, ANLAŞILMASI
GEREKEN GERÇEK DE BUDUR!
Şükür ancak sırat-ı müstakimde yaşanabilir. Sırat-ı Müstakiym üzere olmak Sıratullah üzere olmaktır. Sıratullah Allah’a erdiren, Allah’a götüren yoldur. Allah’a erdiren yol olan sırat-ı müstakiym’in hedefi İhlâs Sûresi’nde açıklanır.
İhlas 4: “Ve lem yekün leHU küfüven ehad; (dûniHi) O’na hiçbir küfüv mevcut değildir.”
İdrak edilmesi ve yaşanması gereken hedef cümle budur, anlaşılması gereken gerçek de budur! Bu hedefe giden yolun hedefe götüren durakları vardır: Duymal Yakîn, İlmel Yakîn, Aynel Yakîn, Hakkal Yakîn. Nefs Mertebeleri diye bilinen bu tarifler hedefe giden yoldaki duraklardır. Başlangıç Duymal Yakîn’dir; bilgiyi işitmek, duymak, işiterek öğrenmek. Henüz bilincine varmadan böyle birşey varmış demek. Daha sonra bilincine varıldığında, bu bilinç hal olduğunda, kişi o hali yaşayıp ilerlediğinde sırasıyla İlmel Yakîn, Aynel Yakîn, Hakkal Yakîn yaşanır inşaAllah. Ancak bütün bu mertebelerde, bu duraklarda geçerli olan bir kural vardır ki o başlangıç kuralıdır: Şehadet! Hedefe giden yolun başlaması için gereken şey şehadettir, iş şehadetle başlar. Şehadet bütün mertebelerin bütün anları için devam eden vazgeçilmez en alt sınırdır. Mertebe ne olursa olsun şu şehadet en zâhirî mecburiyet olarak devam eder: “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden AbduHU ve RasûluHU.” “Allahım kesinlikle şehadet ederim ki, Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak SENSİN. Başka müstakilen var ve muhtar YOKTUR. Başka müstakilen var ve muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, batıldır, YOK hükmündedir. Ve yine kesinlikle şehadet ederim ki Muhammed Mustafa Efendimiz (SAV) SENİN Kulun ve Rasulündür.” Bu şehadetle yola çıkan talib hedefe ulaştığında bir şehadeti daha yaşar: “Eşhedü en lâ ilahe illallahul Ehadus Samedülleziy lem yelid ve lem yuled ve lem yekün leHU küfüven ehad.” İlk şehadetle başlayan ve bu şehadetle hedefe ulaşılan seyahatin (seyri sülukun) gerçekleşebilmesi için duymal yakîn halden itibaren sana Allah’ın Nuru’nun ulaşması şarttır; bu Hidayet Nuru’dur; “Allah dilediği kimseyi kendi nuruna hidayet eder” ayetindeki nurdur (Nur-35). Kişiye ulaşan bu nur Sadr’da İslam nuru, Kalb’de İman nuru, Fuad’da Marifet nuru, Lüb’de Tevhid nuru olarak kendisini gösterir, bu şekilde faaliyet gösterir. Kul işte bu nurla Allah’a erdiren yol olan Sıratullah’da bir seyahat gerçekleştirir ki bu yolculuğun işaretlerini ayetlerde görürüz…

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 126-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER