Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 17

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Temmuz 2018 Cuma 14:19:03
 

“ALLAH, ÂDEM’İ RAHMAN
 SURETİ ÜZERE HALK ETTİ”
Rahıym isminin iman nuruyla ilişkisi ayette böyle gösterilir:
“(Allah) mü’minlere Rahıymdir.” (Ahzab-43)
“Rahman, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.” (Rahman; 1-4)
Demek ki Allah’ın doğru yolu görmemizi, öğrenmemizi dilemesi bize merhametidir, merhameti sonucudur, ayetten öyle anlıyoruz. Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Allah, Âdem’i Rahman sureti üzere halk etti.”
Hadisteki suret yüz değildir. Rahman Sureti üzere halk etmesi, Âdem’i Rahmaniyet’iyle halk etmesi mânâsınadır. Elbette Rahmaniyet’in yüzdeki tezahürü, yüzdeki ifadesi de çok önemlidir. Çünkü Hissetme Duygusu olarak anlattığımız duygunun ifade bulduğu yer yüzdür, insanın hissetme duygusu yüzünde ifade bulur; siz orada Âdem’in yaratıldığı Rahmaniyet’in ifade tarzını görürsünüz. Efendimiz (SAV) bu sebeple “insanın yüzüne vurmayın” buyurur: Kişinin yüzüne vurmayın, orada bir tezahür var…
ARŞ NEREDİSİDİR? RAHMAN’IN
ARŞ’A İSTİVASI NASIL OLUR?
“Rahman, Arş’a istiva etti.” (Ta-Ha; 5) Yani Arş’ı Rahmaniyet’iyle hükmü altına aldı. “Arş” başlı başına bir konudur ama anlaşılabilmesi için onu şimdi biraz açıklayalım inşaAllah. Mânâ âlemiyle fiil âlemi (ef’al âlemi) arasını ayıran bir soyut hat düşünün; üstü mânâ, altı fiil olan bu hatta ARŞ diyoruz. Bu hattın üstünde çeşitli mânâlar var. Rabbimizin, o mânâlardan vücud bulmasını diledikleri bu soyut hattın altında vücud buluyor. Arş’ın yukarısında vücut bulmamış o kadar çok mânâ var ki alternatifli birçok mânâ… Onlardan hangisinin vücud bulması yani fiile dönüşmesi ve kendini bilmesi dilenilmişse, o fiil âleminde oluşuyor. İşte mânâlarla fiiller arasında düşünülen soyut çizgiye, o hatta Arş deniyor. Arş budur ve bu Arş’ın üstünü Rahman istiva etmiştir; onun üstünü Rahman kudreti/hükmü altına almıştır ki Arş’tan inenler merhametiyle vücud bulsunlar; merhamet süzgecinden geçsinler. Bir beyaz ışık kaynağı önüne kırmızı bir cam koysak, o cam kendinden geçen ışığı hükmü altına alır ve sonrasına kırmızı ışık geçer değil mi? Beyaz ışık geçemez. Camın üstünde kaç çeşit ışık olursa olsun hepsi kırmızı ışık olarak geçecektir. Rahman Arş’ı merhamet hükmüyle öyle kaplıyor, mânâlar süzülüp geçip öyle vücud buluyor. Merhameti görün lütfen. Arş’tan yukarıda öyle çok mânâ var ama merhamet hükmünün müsaade ettikleri süzülüyor, oluşanlar merhametle vücut buluyor. Üstünü Rahmaniyet mertebesinin (Rahman’ın) kapladığı Arş’ın, altı da üstü de Allah’ındır; herşey ve her taraf Allah’ındır. Arş’ın üstü Rahman Emri’nin olduğu yerdir; Rahman Allah oraya “merhametli ol; Rahman ol” emri vermiş. Rahmanın arşı istiva etmesini “Allah orada” gibi düşünmeyin.
Arşın altı Rububiyet Mertebesidir, Rab dediğimiz yerdir. Mânâlar vücud bulacağında Rububiyet Mertebesi o mananın hakkını verir. Rab o mânâyı alır, hakkı neyse o esmaları ona giydirir ve mânâ vücud bulur. Bu işi yapan Rab’dır, vücud bulan ise HAKK’tır. Hakkını verdi ve Hakk meydana geldi. Varlıkları ayrı ve müstakil düşünmez de tamamını tek bir bütün görürseniz o Hakk Teâlâ olur; Hakk olur. Yaratılanları parça bölük düşünmezseniz herşey Hakk’tır. “Cihazların tümünün elektriği tek elektriktir” der gibi, varlıklar da hep Rahman ve Rab isminden Hakk’tır.
ALLAH’I TAKLİT ETSENE! O NASIL TAKLİT
 EDİLİR? RASÛLÜ TAKLİT EDİLEREK
Her şeyin kendi arşı vardır; asıl Arş’ın hükmünün yürümesi için o Arş’ın ef’al âleminde şubeleri vardır. Ana merkez olan asıl Arş orasıdır ama her bir şeyin, her bir suretin de arşı vardır ve onların her birinin arşının üstünü (bütün arşları) Rahman kaplamıştır. Ancak insanın arşının insana özel bir hali vardır ki o insana bırakılmıştır, onun imtihan sorusu işte budur: Yetkinize bırakılmış olan kendi arşınızın üstünü siz de Rahman yapmalısınız. Arşınızın üstünü Rahman yapın ki Besmele’de “Allah adına” diyebilesiniz. İnsanın beşeri yapısına göre örnek verelim: Kişinin kafasında “şöyle yapayım, şununla görüşeyim” gibi birçok fikir vardır. Onlar mânâlardır, insanın manalarıdır. Eğer sizin arşınızın ��stüne zalim bir tabaka oluşturmuşsa, düşüncenizdeki o mânâları fiile dökeceğinizde en zalimini, en kötüsünü seçer onu kullanır, onu fiile dönüştürürsünüz. Dikkat edin, Allah; “Ben kendime Rahman’ı farz kıldım, Arş’ı Rahman’la kapladım, sonsuz manalarıma rağmen o mânâlar içerisinden vücuda getireceklerimi merhametimle vücuda getiriyorum” diyor. Ey insan, ya sen? Allah böyle davranırken sen yetkine bırakılanı zulümle meydana getiriyorsun! Allah’ı taklit etsene! O nasıl taklit edilir? Rasûlü taklit edilerek. Rasulullah’ın özelliklerini hatırlayın. Onu taklit Allah ahlakıyla ahlaklanmaktır. Mecazdır ama Efendimiz (SAV)’i taklid ederek Allah ahlakıyla ahlâklanmış oluruz. Rasûlü’nün dediğini yaparsanız Allah ahlakıyla ahlâklanmış olursunuz. Eğer Allah ahlakına talipseniz “kendi arşınızı” önce Rahman’la kaplamalısınız, sonra da Rahıym ile…
HER RESME, HER ŞEKLE,
HER GÖRÜNTÜYE BAKIP GEREKSİZ
 İMAJLAR OLUŞTURMAYIN, CANAVARI
 UYANDIRMAYIN, UYANIRSA SİZİ YER
Allah “sizi zâhirî ve bâtınî günahlardan men ediyorum” buyuruyor. Mânâlar bâtındır, meydana geldiklerinde zâhir olurlar. Bu nedenle hem zâhiri hem bâtını onarmalıyız. Zihnimizdeki mânâlar için “nasıl olsa zihnimdeler” demeyin, onlar hep parazit yapar. Günahlarınızın mânâlarını tek tek bulup dağlamalısınız. Dağlayın ki çalışmasınlar, çalışıp da surete dönüşmesinler. Onların şekil bulmalarına, zihninizde suretlenmelerine müsaade etmeyin. Bu yüzden, ben her şeyi okurum, her filmi seyrederim yaklaşımı çok yanlıştır; çimlenmemiş mânâyı zihinde suretlendirip gereksiz imajlar oluşturursunuz. “Allahım, gereksiz ilimlerden sana sığınırım” hadisinin bir kapsamı da budur. “Zihnimdeler, dışarı çıkmıyorlar” demeyin, o imajların bir gün fiil olarak çıkmayacağını bilemezsiniz? Her resme, her şekle, her görüntüye bakıp gereksiz imajlar oluşturmayın, canavarı uyandırmayın, uyanırsa sizi yer, çünkü güçlü. Ona güç verilmiş, siz gidip onu uyandırıyorsunuz, bırakın uyusun. Demek ki kendi mânâ âlemimizi, fikir âlemimizi temizleyeceğiz, mânâ âlemimizden vücut bulacak olanları, bizim yetkimize verilmiş olan bize ait arştan geçirirken merhamet süzgecinden geçirip çıkaracağız. Bu bizde böyle midir, bir basit örnekle denemesini yapalım. Diyeli m ki bir kapı açıyorsunuz, o kapıyı nasıl açtığınıza dikkat edin. İnsan genellikle kapı açarken kapı koluna ve kapıya yüklenir, daha açılmadan kolun üstüne yatıp iter. Fiilin çıkışını gördünüz mü? Veya kapatırken çekip şak diye kapatırsınız. Nasıl kapattığınızı fark edin de sizden çıkan fiil sizi korkutsun. Çünkü bu üslup, bu tarz her an her şeyi yapabilir. Fiilinizi onarmalısınız. Onarmak için kendi Arş’ınızın üstüne Rahman’ı getirmelisiniz. Sizin bir eşyaya, bir kapıya davranışınız gibi olsa, Allah bizi öyle yaratsa ne oluruz? Yürürken, hareket ederken bize öyle davranılsa halimiz ne olur? Düşer gideriz. Kapıyı nazik kapatmalısınız. Talib olanın yöntemi budur; nazik, kibar, zarif olacağız. Kapıda güzel açılıp kapanması için bir sistem var, onu kullanın, kapının kolunu indirerek açıp kapatın. Doğrudan çekerek veya iterek kapatmak ne demek biliyor musun? “Benim ne kadar ben olduğumu fark edin, ben yaparım” demek. Elinizden çıkan ifade bu, fiiliniz bu! Arşınızın ne halde olduğunu görün. Fiilleriniz rastgele çıkıyor. Herkes öyle olduğu için de siz bu hali normal sanıyorsunuz. Kendimizi test etmeye kapı kapatmaktan bir başlayalım. Elimiz ayağımız bir nazik olsun. Sonra sıra dilimize gelecek… Müslüman kendi haline bakmalı ve “eğer ben çoğunluğa benziyorsam bende bir hata var” demelidir. Ayetler “çoğunluk akletmez, çoğunluk inançsızdır…” diyorken biz nasıl çoğunluğa uyarız? “Billahi” diyorsak farklı olmak zorundayız, bizim hiç bir halimiz “iman etmezler” denilen çoğunluğa benzememeli, imanımız bizi onlardan ayırmalı, ayırmak zorunda! Onlar nazikse, biz mutlaka bize ait daha güzel bir nezaket bulmalıyız. Onlar gibi olamayız, çünkü sen Allah’ın kulusun, Efendimizin ümmetisin; onlardan farklı olacaksın ve ne yapıyorsan güzel, en güzel yapacaksın. Bırak “kötü” onların olsun ama “güzel”i onlara bırakmayın, daha güzelini, en güzelini yapın. Kapı açıp kapatmaktan başlayarak lütfen kendimizi test edelim ve arşımızın ne olduğunu görelim. Sen kendi arşındaki Rahman ismini böyle incelersen, düzeltirsen, sonra ayar sırası Rahıym ismine gelir.
MÜSLÜMANIN VÜCUDUNDAN,
YANİ ONUN ARŞINDAN KABA BİR
 ŞEY NASIL ÇIKAR? ÇIKAMAZ, OLAMAZ!
Bir parantez açıp “Rahmânur Rahıym” ayeti üzerinden bir şeye dikkat çekelim. Biz o ayeti “Rahman ve Rahıym” diye meallendiriyoruz ama kanaatimce o biraz farklı. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetin sonunda iki esma vardır ve onlar ayrı manalar değildir, “o ve bu” gibi değildir. RahmânurRahıym de öyle! İkisi birlikte yeni bir özellik, yeni bir mana taşır, ikisi birlikte yeni bir isimdir; çünkü orada bir mânâ çakışması var.
İnananların, Rahıym ismi nedeniyle, Allah’a yönelirken, iman nuru taşıyan bir mü’mine davranırken ödünün kopması lazım. Mü’mine nasıl davranıyorum, olabildiğince nazik miyim diye titizlenmeliyiz. Ama öyle değiliz! Müslümanlar birbirlerine kaba davranıyor. Camide, cami bahçesinde, evde, dışarıda birbirlerine bile çok kaba davranıyorlar. Birbirlerine böyle davrananlar, imanlı olmayanlara nasıl davranır? Müslümanın vücudundan, yani onun arşından kaba bir şey nasıl çıkar? Çıkamaz, olamaz! Muhammedi’den ne kaba bir söz, ne kaba bir fiil çıkamaz! “Gözünü kaldır semaya bak, kaldır bir daha bak, kaldır bir daha bak, bir düzensizlik, bir ahenksizlik, bir kabalık görecek misin?” ayetini hatırlayın. Hep okuduğumuz Mülk Sûresi’nin ayetlerinde bu anlatılarak bize sorulmaktadır: Bir düzensizlik, ahenksizlik, kabalık görecek misiniz? Normal yaşantıda da romantikler semaya, gökyüzüne, aya, yıldızlara bakarlar değil mi? Kaba bir şey olsa hiç bakarlar mı? Rabbimiz bize; “Hiç kaba bir şey göremeyeceksiniz, kaba bir şey görebilir miyim diye yukarıya bakmaktan yorulacaksınız” diyor. Hiç düzensizlik yok, kaba hiç bir şey bulamayacaksınız! İnsan da öyle olmalı! Müslüman “ben nasıl tarif ediliyorum?” diye kendini sürekli sorgulayacak! O tarifler bizim arşımızı tanımamız için çok önemli! Arşımıza “RahmânurRahıym” ayarını yapmak zorundayız. Bu paylaşımlarla biz birlikte onu yapmak için uğraşıyoruz. Bu ayarı yapmazsanız bakın ne olur?
ALLAH’IN NASIL RAHMAN OLDUĞUNU,
RAHMANİYET’İNİ GÖREMEZSENİZ RAHMAN ZİKRİNDEN YÜZ ÇEVİRMİŞ OLURSUNUZ
“Kim Rahman zikrinden a’ma (gafil, kör) olursa, ona bir şeytan hazırlarız. O ona yakın bir arkadaş olur. Muhakkak ki bunlar (şeytanlar) onları doğru yoldan alıkoyarlar (ama) onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.”  (Zuhruf; 36, 37)
Muhafaza buyuruver ya Rabbi. Rahman’ın zikrinden a’ma olmak; Rahmaniyet’i görmezden gelmek, onu hafife almak, umursamamak, dikkate almamak, o halle hallenmeye çalışmamak nedir, akıbeti nedir, o anlatılıyor. O zaman size bir şeytan hazırlarız, görevlendiririz. Ama siz kendinizi doğru yolda zanneder durursunuz. Rahman’ın zikri ve ondan a’ma (kör) olmanın iki zâhiri mânâsını hatırlatalım: İlki, Allah’ın Rahmaniyet gerçeğidir, yani Allah’ın RahmânurRahıym olarak yaratmasıdır. Bu gerçeği görmezden gelirseniz Rahman zikrinden yüz çevirmiş olursunuz. Allah’ın Rahman zikrinden a’ma olmak, bize anlatılan Rahman’dan gafil kalmak demektir. Tesbihi eline alıp Rahman zikri yapıp esas Rahman’ı görmüyorsak olmaz. Ayette kastedilen o değil. Ayet “Rahman esmasını saymazsanız, söylemezseniz” demiyor ki! “Rahman’dan a’ma olursanız” diyor! Allah’ın nasıl Rahman olduğunu, Rahmaniyet’ini göremezseniz Rahman zikrinden yüz çevirmiş olursunuz. Rahman zikri’nin bir diğer zâhiri mânâsı ise Kur’an’dır. Çünkü Allah’ın Rahman oluşunun bizim elimizdeki en önemli belgesi Kur’an’dır! Kur’an Allah’ın Rahman zikrinin belgesidir. Öyleyse en zâhir mânâdan bakışla, Allah bu ayetlerde buyuruyor ki:
Eğer Allah’ın Rahmaniyet gerçeğinden gafil olursanız, kendinizi ona göre ayarlamazsanız ve bir de Allah’ın Rahmaniyetiyle, merhametiyle ikram ettiği Kur’an’dan gafil olursanız, Kur’an’ın ne demek istediğini merak edip umursamazsanız A’MA/KÖR olmuş olursunuz. Siz bu halinizle bu konulara a’ma olunca size bir şeytanı arkadaş yaparız. Hem de yakın arkadaş…

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 17-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER