Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 53

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Ağustos 2018 Cuma 14:11:33
 

HEDEFİ İYİ KUL OLMAK OLAN
KİŞİ KENDİLİĞİNDEN İYİ İNSAN OLUR
Müslüman’ın hayat tarzının tek ana başlığı vardır; iyi kul olmak. Müslüman isek bizim için ana başlık hep bu: İyi kul olmak. Diğer hayat tarzlarının ana başlığı ise iyi insan olmak. Oralarda kişi yapacaklarını iyi insan başlığı altında oluşturur. Eğer bir müslüman işlerini iyi insan başlığı altında yaparsa kaybeder. Çünkü Kur’ân bize iyi insan olun demiyor, “Allah’a kulluk yapın” diyor. Neler yaparsam iyi kul olurum diyenin, yani hayatının ana başlığı iyi kul olmak olanın alt başlıklarından birisi zaten Allah’ın yarattıklarına iyi davranmaktır, kendiliğinden iyi insan olmaktır. O zaman insan yalnızca insana değil, Allah’ın yarattıklarının tümüne nasıl davranır bakın. Yakınlarda vefat etmiş bir mübareğin bir anısını hatırlatayım. Allahu a’lem, ikindi salâtında imametini yapmış lojmanına gidiyor. Bir hadis vardır, mü’minlerin yollarının engellerinin kaldırılmasının hayrlı, makbul olduğunu söyler. Bunun en zâhiri, en basit mânâsı yoldan bir şeyin, mesela bir taşın kaldırılmasıdır. Gün içerisinde cam kırıkları dâhil yollarda neler görürsünüz neler. Bir kişi, bir bisiklet, bir araba ona çarpar, düşer, zarar görebilir, Allah muhafaza etsin. Hadisin kapsamı onların kaldırılmasından başlar, kişinin “Lâ ilahe illallah” Kelime-i Tevhidi’ni anlamasında ne tür engelleri varsa onların kaldırılmasına kadar gelir. Yoldaki esas engel zaten odur… Ancak, mü’min kul “ben bu engelleri kaldırıyorum” diye taşı ve diğer zahiri engelleri önemli görmezse, diğerini hiç kaldıramaz. Zâhir ve bâtın birliktedir, ayırıp birisini seçemeyiz. Onların adları farklı, değilse hepsi tektir. Örneğe devam edelim. O mübarek zatla beraber camiden çıkmış yanında dikkatli yürümeye çalışan kişi yolda bir taş görüyor, bu hadis gereği taşı ayağıyla kenara itiyor. Normal bir hareket, olabilir. Fakat mübarek zat rahatsız oluyor. İlişkilerinde hep zarif ve sessizce konuşan o mübarek yine sessizce diyor ki; öyle yapma incitirsin, yumuşakça al koy. Bunu o kadar inanarak söylüyor ki, sözde bir çevrecilik kaygısıyla değil, kul olarak söylüyor. Onun davranışını iyi kul olma gayreti belirliyor. Çünkü Allah’ın yarattıklarına nasıl davranacağı da o başlığının altında. “Taşa öyle davranma, incitirsin” diyen bir kulun insanlara nasıl davranacağını varın siz düşünün. Demek ki hedefi iyi kul olmak olan ve bunun alt başlıklarını da yerine getiren kişi kendiliğinden iyi insan olur. O hedef kişiyi kendiliğinden iyi insan formuna götürür, iyi kul olmanın gereği olarak Allah’ın yarattıklarına nasıl davranacağını da öğrenir. O saygıyla, o hürmetle, o korkuyla, sahibine olan o bağlılıkla işe başladı, şimdi sahibini gören gözle yaşıyor. Bu kişiye çevresi kendiliğinden “iyi insan” der. Onun öyle bir hedefi, iddiası ve yarışı yoktur, aferin de beklemez. “İyi insan olmak gereksiz” demiyoruz, hedefimiz o değil, o kendiliğinden olur. Onu hedef yaparsanız İslamiyet’i anlayamazsınız, Allah’a kulluk yapamazsınız, insanların kulu olursunuz. Çünkü iyi insan olmanın kurallarını insanlar oluşturuyor, değerlendirmeyi de insanlar yapıyor. İyi kul olmanın ise kuralını Allah koyar, değerlendirmesini de Allah yapar. İyi kuldan razı olan Allah’tır, iyi insandan memnun olan insanlardır.
ŞİRK VE KÜFÜR OLAN CÜMLELERE DİKKAT!
Bu paylaştıklarımız iyi kul olmaya, yani Allah’a kulluk yapmaya yönelik olduğundan onu ayetlerin ışığında tefekkür ediyoruz. Vardığımız sonuç şudur: Daima en doğru bilen Allah’tır. Bu ifade kesret diliyledir, tevhid diliyle de ifade edeceğiz. Kesret dilindeki cümleler uzaktan bakan gözün kurduğu cümleler gibidir. “En doğru bilen Allah’tır” dediğinizde, bildiğini söyleyen başkaları da var gibi düşünürseniz, o haliyle cümle risklidir. “En doğru bilen Allah’tır” cümlesi ya dûniHİ idrakla veya Billâhi algıyla kurulur. DûniHİ algıyla kurulursa küfürdür. “En doğru bilen Allah’tır, en merhametli Allah’tır, en cömert Allah’tır” gibi cümleler dûniHİ idrakla kuruluyorsa müthiş küfürdür. Çünkü Allah kıyaslanmış olur, Allah’ı da sıraya koymuş olur. DuniHi idraka göre, başka bilenler de vardır ama en iyi bilen Allah’tır. DûniHİ idrakta bir iddia vardı: Allah’ın dışı iddiası! Allah’ın dışı var, orada da müstakil ve muhtar olanlar var, onlar da müstakilen bilirler iddiası. Allahuekber!
Allahuekber’in çevirisine çok dikkat etmek lazım. “Allah en yücedir” derseniz, kimden yüce diye sorarlar. Onu dûniHİ idrakla söylemek, yani Allah’ı en önde, en ilerde, en güçlü gibi de olsa sıraya koymak küfürdür. “Bir sürü yüce var ama Allah hepsinden yüce” gibi bir mânâ küfürdür. “Allahım, biz sana karşı aciziz” cümlesi de dûniHİ idrakla söylenirse küfürdür. Allah’ın dışı var, dışında müstakil ve muhtar biri var, o Allah karşısında zayıf, güçsüz olduğunu anlıyor ve “sana gücüm yetmez, seni ve gücünü kabulleniyorum” diyor. Böyle bir mânâ şirktir. Bunlar dûniHİ algıya ait cümlelerdir. DûniHİ idraktaysanız “en doğru bilen Allah’tır” demeniz bile bu yüzden yanlıştır. Ama Billâhi anlamdaysanız, kesret cümlesi olarak doğrudur; Billâhi anlamda en doğru bilen Allah’tır. Çünkü Allah, kullarına kendi ilminden nasipler vermiştir, onlar da bir şeyleri biliyor. Ama en doğruyu en doğru bilen Allah’tır. Bu, kesret dilinde ilmin sahibi Allah’tır demektir. Eğer dûniHİ idrakı sildiysek “en doğru bilen Allah’tır” cümlesi Billâhi anlamda, tevhid diliyle şöyle söylenir: Bilen ancak Allah’tır. Bu tevhid dilidir. Kimse yok, kesret yok, elbette bilen ancak Allah. Aslında kesret diliyle söylerken de zaten öyledir, el an öyledir. Kesret ifadeleri insanın anlayabilmesi içindir, bu dünyada kesret diline ihtiyaç vardır.
ALLAH BİLİR VE SİZ BİLMEZSİNİZ
Bakara-32: “Sübhansın. Bizim için, senin bildirdiğinden başka ilim ne mümkün. Muhakkak ki; sensin Aliym ve Hakiym” dediler.”
Billâhi anlamda “en doğru bilen Allah’tır” demiştik, meleklerin cümlesi de bu: Sübhansın, dûniHİ mânâ ve iddialardan münezzehsin. Sübhânallah bu mânâsıyla insana yöneliktir, çünkü dûniHİ algı insan içindir, melekler için değil. Sübhânallah dediğimizde ilk mânâsı önce budur: DûniHİ tüm mânâ ve iddialardan, dûniHİ algı ve zanların hepsinden münezzehsin. Sübhânallah’ı Billâhi algıya gelmiş, yerleşmiş kişi söylüyorsa mana şöyledir: Ne biliyorsam, ne sanıyorsam hepsinden berisin Allahım. Ama bu mânâ dûniHİ algı silinmeden olmaz. Önce dûniHİ algıyı, Allah’ın dışı var sanma algısını ve orada oluşturulan bilgileri sileceğiz, o algıya karşı duruş göstereceğiz, “sübhansın yâ Rabbi, uyduruyorlar, yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar, Sübhansın” diyeceğiz. Billâhi algıda uydurma yoktur, oradakiler hep ilmullahtadır. Bu nedenle oradaki kişi sübhânallahı yalan ve uydurmalara karşı söylemez. Onunki “ne biliyorsam, ne sanıyorsam öyle değilsin, hepsinden münezzeh ve berisin” diyen Billâhi bir sesleniştir. Ayette meleklerin deyişi gibi: “Ya Rabbi Sübhansın. Bizim için senin bildirdiğinden başka ilim ne mümkün.” Billâhi anlamdaysak “en doğru bilen Allah’tır” derken söylediğimiz budur: Allah’ın bildirdiğinden başkasını bilmemiz ne mümkün!
Peki, bizim bildiklerimiz nasıl tanımlanıyor? “Yaratan bilmez mi (hiç yarattığını)? O, Latıyful Habiyr’dir.” Rabbimiz Mülk Suresi 14. ayette böyle diyor: Yaratan yarattığını bilmez mi? O zaman, neden başka hayat tarzı arayalım? Yaratan yarattığını bilmez mi?
“Muhakkak ki Allah bilir ve siz bilmezsiniz.” (Nahl-74)
Allah bilir ve siz bilmezsiniz. Allah’ın bilmesinde ve bize “siz bilmezsiniz” deyişinde bilmemiz gereken iki mânâ var. 1) DûniHİ algıyla davranırsanız zaten iftira ediyorsunuz. 2) Billâhi algıyla bakarsanız, zaten Allah ne demişse, ne öğretmişse siz onu bilirsiniz, bilgi konusunda Allah’la yarışmayın. “Siz bilmezsiniz” denilmesi bu yarış içindir. Siz bilgi yarışı yaparsınız ama yapmayın. Çünkü siz bilmezsiniz, siz ancak size öğretileni bilirsiniz.
BİLMEDİKLERİNİZ, BİLMEYECEKLERİNİZ,
HİÇ BİLEMEYECEKLERİNİZ VAR,
GAYB OLARAK ONLARI ALLAH BİLİR
Günümüzde çok rastlanılan önemli bir şey var, “gaybı Allah bilir” tartışması. Siz de rastlamışsınızdır. “Gaybı ancak Allah bilir”i iyi anlamak lazım. Eğer bu biraz noksan fark edilirse izahlarda zorlanılır. Yıllar önce, bu âyetin ve hadislerin ışığında insanlar “Allah neleri bilir?” diye konuşurlarken deniyordu ki; anne karnındaki yavru dişi mi erkek mi, onu ancak Allah bilir. Evet, o zaman bu bir gaybtı ve onu ancak Allah bilirdi. Ama şimdi doktorlar biliyor. Bu cümle düştü. Dikkatli ve zeki birisi bunu okuduğu zaman der ki; “bunları böyle hikâyelerle avutuyorlar”. Böyle der, geçer gider. Oysa bu yaklaşımda yanılma var ve bu yanılma insana ait! Bu yanılmalar aslında “Kur’ân’da her şey var” zannettikleri içindir de. Kur’ân’daki bilgi Allah’ın ilmi yanında çok az bir şeydir. “Onda herşey var” iddiasıyla yola çıkan bu yüzden zorda kalır. “Gaybı Allah bilir” şu mânâdadır: Geçmişte insanların bazı bildikleri vardı, bilmedikleri de vardı. Neyle öğreneceklerdi? Teknolojiyle, sosyal yaşantı tecrübeleriyle ki bütün bunlara hayat tecrübesi demiştik. Her dönemde insanların bildikleri var, bir de bilmedikleri. O günkü teknoloji günümüzdeki gibi olmadığı için o gün bilemediklerine “gayb” dediler. Doğrudur, ne bilinmiyorsa gayb odur. O günkü gayb oydu ama o günkü! Bu bakışla “gaybı Allah bilir” demenin mânâsı şudur: Yaşadığımız dönemde Allah bize de bir şeyleri öğretti, biliyoruz, herkesin dönemine göre bir bilgi var. Özel insanlar elbette ayrıdır, bu söylediklerimiz genel için. Allah’ın ilminin sonu yok, size o sonsuz ilimden bir şeyler öğretti. Ama şu an da bilmediklerimiz var, bilmediklerimiz yok mu? Var. İşte bize göre gayb olanı Allah bilir. Her şeyi bu bildiğiniz kadar zannetmeyin. Bilmedikleriniz, bilmeyecekleriniz, hiç bilemeyecekleriniz var, gayb olarak onları Allah bilir. Çünkü ilmin sahibi O. Bugün size bu kadar bildirdi, bilmediklerinizi O bilir. Bize bildirdikleri değişince biz gaybı öğrenmiş olmayız, gaybı biliyor olmayız, bilmediklerimiz vardır, hep olacaktır. Bugünkü bildiğimizin seviyesi budur. Ama değişmeyen şudur; yine gaybı Allah bilir, bilmediklerimizi yine Allah bilir. Allah’ın bildiklerinin ne olduğunu biz belirleyemeyiz, belirlemeye kalkarsak tuzağa düşmüş oluruz. Biz, bize bildirdiği kadar biliriz. Bildirdiğinin dışında belirleme yapmaya kalkan zorda kalır. Nahl-74 demişti ki; “Allah bilir ve siz bilmezsiniz.”
Cumamız, Arefemiz mübarek oluverir inşaAllah…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER