Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 72

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 13 Eylül 2018 Perşembe 13:21:31
 

KİŞİ, AHİRETE İMANI VARSA
 İSLAM’LA İLGİLENEBİLİR
Nahl Suresi 22: Âhirete îman etmeyenlere gelince onların kalbleri inkâr edici ve kendileri Müstekbirûn’dur.
Mütekebbir, müstekbir olanlar için bir özellik daha öğrendik: Onların kalbleri inkâr edici, kendileri müstekbirûn. Bir de ayet “ahirete iman etmeyenler” dedi, “iman etmeyenler” demedi. Çünkü henüz tebliğ dönemindeler. “Lâ ilâhe illallah” diyoruz, “ilahınız ilahûn Vahid’dir” diyoruz. Birisinin Kelime-i Tevhid’e “evet” diyebilmesi için onda âhirete iman potansiyelinin olması lazım. Kalıbında, fıtratında ahirete iman potansiyeli olana bunlar daha önce hiç bahsedilmemiş olsa bile, duyduğunda ahirete iman hususunu reddetmez, “evet, bir sonraki hayat olabilir” diye yaklaşır. Kişi böyle yaklaşıyorsa İslâm’ı dinleyecek demektir. Ama bu potansiyel yoksa, âhirete iman yoksa İslâm’ın tebliğini hiç umursamaz. Bir kişinin tebliği umursayıp umursamayacağını beşer olarak buradan anlayabiliriz. İslam dinini bilmiyor, duymamış veya yanlış biliyor olabilir. Ahirete imanı varsa İslam’la ilgilenebilir. Dolayısıyla, ahirete iman potansiyeli olmayanlar önlerine gelene inanmayacağı için onların kalbleri hep Allah’a karşıdır, örtücüdür, inkâr edicidir. İşte onlar kendi adlarına “BEN” diyenlerdir. Onlar müstakilen VARIM ve muhtarım iddiasında çok ileri gitmiş kişilerdir. Ayet böyle diyor.
“BİGAYRİL HAKK”… YANİ HAKK’A UYGUN OLMAYAN BİÇİMDE DAVRANMAK
“Allah Vahidiyeti ile zikredildiğinde, ahirete iman etmeyenlerin kalbleri tiksinir (hoşlanmazlar). Dûnu (O’ndan başka müstakilen VAR sanılanlar) zikredildiğinde hemen sevinirler ve müjdelenmiş gibi yüzleri güler.” (Zümer-45)
Allah, İlâhun Vahid vasfıyla anılırsa ahirete iman etmeyenler tiksinti duyuyor, konuya, olaya, anlatana, böyle bir hayata tiksinti duyuyorlar. Oysa onlara Allah dışında “müstakilen VAR ve muhtar” olduğu sanılan güçler anlatılırsa hemen yüzleri güler, müjdelenmiş gibi birbirlerine bakıp ferahlarlar.
“Kâfir olanların nâra arz olunacakları gün (denir ki): “Dünya hayatınızda güzel imkânlarınızı boşa harcadınız ve onlardan fâni arzu ve istekleriniz için faydalandınız. Bugün ise, Bigayril Hakk (Hakk olan gerçeklerin dışında) olarak Arz’da müstekbir olmanız ve fâsıklık yapmanız dolayısıyla horlayıcı (alçaltıcı) azab ile cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf-20)
Müstekbir ve mütekebbirler cezalarına gönderilmeden önce onlara açıklama yapılıyor: Dünyada imkânlarınızı doğru kullanmadınız ve Arz’da Bigayril Hakk müstekbir davrandınız. “Bigayril Hakk” Hakk’a uygun olmayan biçimde demektir. Hakk Allah’ın sistemidir, Allah’ın hakkı demektir. Allah’ın hakkı Müstakilen VAR ve Muhtar olmaktır. Bigayril Hakk demek, Allah’ın hakkı olan “müstakilen VAR ve muhtar” olma gerçeğine aykırı olarak demektir. Siz ona aykırı olarak arzda müstekbir oldunuz, yani kendi adınıza müstakillikler ilan edip kendi adınıza “BEN” dediniz. Anlamı böyle olmasına rağmen “Bigayril Hakk müstekbir olmanız yüzünden” ayeti genellikle şöyle çevriliyor: Haksız yere büyüklük taslamanız yüzünden. Dünyada haksız yere büyüklük taslamak herkesin yapabileceği bir şey. Bu Muhammedî olmayanı ayıran bir suç tarifi değildir. Dünyada haksız yere büyüklük taslamak yanlış bir davranıştır ama Muhammedî kapsamda değildir. Böyle meâl yapıldığı zaman “müstekbir ve mütekebbir” gibi anahtar kelimelerle ilgili herşey yok edilmiş olur. Ayet “Bigayril Hakk müstekbir olmanız yüzünden cehenneme gidiyorsunuz” diyor. Ona siz, “haksız yere büyüklük taslamanız yüzünden” dediğinizde, İslâm’la ve kurallarıyla hiç ilgisi olmayan birisi “ben kimseye haksız yere büyüklük taslamıyorum” diyerek kendini muaf tutabilir. Bigayril Hakk, Hak olmayan biçimde demektir, Hakka uymayan şekilde demektir. Hakk Allah’ın hakkıdır, Allah’ın hakkı “Müstakilen VAR ve Muhtar” olmaktır, bu ancak Allah’ın hakkıdır. Bigayril Hakk davranmak O’nun bu hakkını gasp etmektir. Siz onun hakkını gasp edip, Bigayril Hakk, yani bu bilgiye uymayarak, karşı olarak dediniz ki “ben de Müstakilen VAR ve muhtarım, buna göre yaşarım.” Böyle demeniz ve bir de fâsıklık yapmanız yüzünden, yani Allah’ı tercih etmemeniz yüzünden horlayıcı, alçaltıcı bir azapla karşı karşıyasınız. Çünkü: “Onlardan kim, “Muhakkak ki ben, dûniHi bir ilahım” derse biz onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiyâ-29)
CEHENNEME GİRMENİN TEK DAVRANIŞ
BİÇİMİ VAR; MÜTEKEBBİR OLMAK
“O halde, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere cehennemin kapılarından girin. Mütekebbirûn’un yeri ne kötüdür.” (Nahl-29)
Bu ayet yanlış meallendirilirse ‘kibirlinin yeri ne kötüdür’ olur ki bu mealin Allah’a olan davranışla ilişkisi yoktur. Kur’ân insanın Allah’la ilişkilerini düzenler. Hâlbuki meâller, insanların birbirlerine ilişkilerine göre. Öyle olunca, insan oradan iyi insan olması gerektiği sonucuna ulaşır ki boş iştir. Öyleyse Enbiya 29 ve Nahl 29. ayetlerden ne anlayalım?
Kim dûniHİ bir ilahım derse, yani Allah’ın dışı kavramını oluşturup “ben de orada Müstakilen VARIM ve Muhtarım” derse onun karşılığı cehennemdir. Ayet diyor ki; “(Ona) gir bu kapıdan, orada devamlı kalacaksın. Allah yerine mütekebbir davranıp kendi adına “BEN” diyenin yeri ne kötüdür (denir)” Ayet böyle tamamlanıyor. Gördük ki cehenneme girmenin tek davranış biçimi var; mütekebbir olmak. Bu kadar! “Mütekebbir olanlar cehenneme, mütekebbirlik iddiasından sıyrılmış olanlar cennete” şeklinde işi özetleyebiliriz. Bu yüzden o anahtar kelimedir. Dikkat ederseniz, hiç bir âyette “siz iyi insan olmayı başaramadınız, hadi cehenneme” diye bir şey yok.
AYETLER İÇERİSİNDE İNSANA
 GELEN EN BÜYÜK AYET BUDUR
“(Allah şöyle der): Hayır, sana âyetlerim gerçekten geldi de onları yalanladın, müstekbir davrandın, kâfirlerden oldun. Kıyâmet günü, Allah üzerine yalan söylemişleri, yüzleri simsiyah olmuş görürsün. Mütekebbirler için kalacak yer cehennemde değil midir?” (Zümer; 59, 60)
Size âyetlerim gerçekten geldi ve siz onları yalanladınız. Ayet bize ulaşan delildir, açıklamadır, bilgidir. Ayet denince Mushaf’ta yazılı âyetleri düşünmeyin. Âyetlerin gelmesi, sana delillerim geldi, doğruyu gösteren işaretler geldi, demektir. Ayetler içerisinde insana gelen en büyük ayet budur: “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah’tır, başka müstakilen VAR ve muhtar YOKTUR. Başka “müstakilen VAR ve muhtar” iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, “YOK” hükmündedir. Buna rağmen, size uyarı olarak bu bilgi geldiğinde müstekbir davrandınız, kâfirlerden oldunuz. “Kibirli davrandınız da” değil. Âyetteki bilgi ile insanlar arasında kibirli olmanın ne ilişkisi var. Bu bilgiye karşı davranmak, Allah’a karşı müstakilen varlığını ve muhtarlığını ilan etmek ve kendi adına “BEN” demek yüzünden Mütekebbir oldunuz. Bu yaptığınızın Allah üzerine yalan ve iftira olduğunu bilin. Yalan, insanlar arasındaki gibi yalan söylemek değildir, insanlar arası ilişkilerdeki yalancılık değildir, Allah’a yalan söylüyorsanız âyetin “yalancı” dediği önce odur.
AYETLERE KONSANTRE OLALIM
Peş peşe âyetlerin yoğun olarak ele alındığı yazılar beyni yoruyor ama anlamak ve idrak etmek için kendimizi zorlarsak, konsantrasyonunuz ancak o zaman yükselir. O işi Kur’ân’ı anlamak için yaparsak îman ve Kur’ân’la ilgili açılmamış dosyalar açılır. Dışarıdaki hayatta örtücü dosyalar var, bu yaklaşım yok. Lütfen konsantrasyonumuzu yükseltmeye, anlamak için gayret etmeye kendimizi zorlayalım. Dışarıdaki hiç bir iş sizi böyle zorlamaz, dışarıda çok rahatız. Belki âmir memur ilişkilerinde mecburen biraz otururuz ama âmir de bu kadar uzun oturamayacağı için hemen biter. Konsantrasyonumuzu ve beynimizi güçlendirmek için bu paylaşımlar bir fırsattır.
“Kendisine tilâvet olunurken Allah âyetlerini işitir, sonra sanki onları işitmemiş gibi (hiç etkilenmeden) müstekbiren (Müstakilen VARIM ve Muhtarım iddialı yaşantısında) ısrar eder. Onu eliym bir azab ile müjdele.” (Casiye-8)
Kendi adına “BEN” demenin ayetlerle kınanışını çeşitli davranışlar üzerinden görüyoruz. Onlar işitir, dinler ama hiç dinlememiş gibi davranır, dışarı çıkınca “müstakilen varım ve muhtarım” iddialı yaşantıda ısrar eder. İşte onları kötü bir şeyle müjdeliyor.
“Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı müstekbiren (müstakilen varım ve muhtarım iddiası ile) davrananlar (var ya), işte onlar ashabı nârdır, onlar orada ebedî kalıcılardır.” (A’râf-36)
Artık izaha gerek olmadan, âyetlerde geçen mütekebbirin kim olduğu, ne yaptığı, ayetin ne demek istediği hemen anlaşılıyor değil mi?
“Ayetlerimizi yalanlayıp, onlara karşı müstekbiren davrananlar (var ya) onlara semâ kapıları açılmaz ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar (onlar) cennete dâhil olamazlar. Mücrimleri işte böyle cezalandırırız.” (A’râf-40) Ayette mütekebbirler suçlu ilan edildi, onlara “Mücrimler” denildi.
Mücrimlere, suçlulara, âyetlere karşı mütekebbir davrananlara, kendi adına “BEN” diyenlere, buna uygun hayatı seçenlere, yani “benim de mülküm, gücüm, hükmüm var, ben de hüküm sahibiyim” iddiasına uygun hayat tarzını tercih edenlere sema kapıları açılmaz. Sema kapılarının açılmaması ne demek, mütekebbir olan neden mahrum oluyor?
Bunun bir mânâsı şudur: Kendi adına “BEN” diyenlerin kalbleri ve beyinleri Allah’ın vasıflarına karşı îman ve ikan olarak kapalı kalır. Kişi kendi adına “BEN” diyorsa, yani Allah’a karşı “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında ve bu hayat tarzında ısrarlıysa onun kalbi, kalıbı ve kalıbından emir alarak fiiller ortaya koyan beyni Allah’ın vasıflarına karşı îman ve ikan olarak kapalı olur; ona sema kapıları kapalı olur. Böylece o, Allah’ı anlayacak, yaşayacak bir ipucuna ulaşamaz. Bir mânâsı budur, onun mahrum olduğu budur. Bir de arzdan yani moleküler yapıdan kurtulamaz, moleküler yapıya mahkûm olur. Kendine ait bir güç ilan ettiği için, kendine ait güç onu moleküler yapıya bağlar, ondan kurtaramaz. Sizi bu moleküler yapıdan kurtaracak olan Allah’ın gücüdür. Onu reddeden veya onun dışında bir güç ilan eden, ilan ettiği güçle baş başa kalır, o güç onu buradan kurtaramaz, moleküler yapıya mahkûm kalır. Şunu da kanaatim olarak söyleyeyim: Mütekebbir yapıdan kurtulamayan “müstakilen VARIM ve muhtarım” iddialı kişi eğer bir mezardaysa bütün çürümelerinin acısını tadar, Allahu ‘alem. Ne türlü muamele görüyorsa onun acısını tadar. Bazılarını yakarlar ya, kişi yanan bedenin acısını tadar. Çünkü moleküler yapıdan kurtulamadı! Kurtulamadığı için onları hisseder, yaşar. Müstakil varlığını ilan edip, müstakil sandığı gücün onu kurtarma imkânı yoktur. Güce müstakillik verdiği, müstakil zannettiği için kendindeki o güçle baş başa kalır ama o güç ona kurtulma imkânı tanımaz. Ölüm sonrasına ait tablo böyledir. Kişi yaşarken de moleküler yapıya mahkûm olursa mirac yaşayamaz, ona sema kapıları kapalıdır. Efendimiz (SAV)’in bir miracını anlatan İsra’dan sonraki Mirac, moleküler yapıdan seyahattir. Moleküler yapıya yapışan mirac yaşayamaz. Gücü ilah ilan ettiği için mirac yaşayamaz. O kişiye kapanmış imkânlardan birisi de budur: Mirac yapamaz, yaşayamaz.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER