Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 86

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 29 Eylül 2018 Cumartesi 11:07:24
 

KURTULUŞA GÖTÜREN BEYAN
Şirk günahından sıyrılmak ve o kapsama girmemek beyanla ilgilidir, kişi mutlaka beyan edecek: “Allahım, şehadet ederim ki müstakilen VAR ve Muhtar ancak SENsin. Başka müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” diyecek. Bu beyanı yapmak şart! Bu beyan o kadar önemli ki ah anlatabilsem. Dünyada değil evrende o kadar önemli bir cümle ki bu, “Lâ ilâhe İllallah” budur. Bunu inanarak, bilerek, görerek bir kere söyleyen kurtulmuştur, artık şirk kapsamına girmez. Şirk kapsamını şu ayetten öğrenmiştik, Yûsuf-106: “Onların ekseriyeti ancak müşrikler olarak Allah’a îman ederler.”
BEYAN VE O BEYANA UYGUN GAYRET.
BU İKİSİ VARSA GÜNAHLAR ŞİRK
GÜNAHI KAPSAMINA GİRMEZ
Başka ayetlerde, insanların ekseriyeti îman etmez denir, yani inanan az. Bu ayet ise, “inananların çoğu şirk günahı ile iman eder” diyor. Şirk böyle önemli bir tehlike! Muhafaza ediver Allahım. Bir hastalığın görülme sıklığı iki kişide bir ise ne yaparız, nasıl korkarız, milyonda bir kişide deniyorsa biraz ferahlarız. Anlattığımız şirk tehlikesi için ayet “insanların çoğu inanmaz, inanan azınlığın da çoğu Allah’a şirk oluşturarak inanır” diyor. Önemine binaen tekrar edelim, şirk günahı kapsamına girmemek için önce bu beyanı yapacağız. Beyanı yapıp o kapsamdan çıkınca yetinmemek lazım, beyanımızı daha iyi idrak edebilmek için gayret gerekiyor. Çünkü beyan ne kadar iyi idrak edilirse uygun amel o kadar kolaylaşır ve yaygınlaşır. Beyan anlaşıldıkça oluşturacağı algıyla amelleri çok kolay olur, rutinleşir, Aşağıların Aşağısı kitapçığının kurtuluş bölümünde detaylıca maddelendirdik. Kişi bu beyanı yapıp şirk günahı kapsamından çıktı, yani yönelişi/beyanı doğru.  Beyanı yaptı diye ertesi gün öyle davranamaz; ilişkilerde, bu beyana uygun yaşantıda, sâlih amellerde yanlışları vardır, bazı yanlışlar, bazı hatalar yapacaktır. Fakat bunlar doğruyu yapma gayreti içerisindeyken ki yanlışlardır, “yanlış yapacağım” niyetiyle değildir. Bu beyanı yapmış olmasına rağmen dûniHİ algı ve zanları henüz hâkimiyetini sürdürdüğü için, ondan dûniHİ algı ve zanlarına uygun düşünce, söz ve fiil çıkabilir ama onlar şirk günahı kapsamında değildir. Çünkü beyanını yaptı, şirke sırtını döndü. Sırtınızı döndüğünüz an şirk günahı kapsamından çıkarsınız. O algı ve yaşantısına sırtını dönene hanîf deriz. Bu kişinin yanlışları var, yanlışlar yapıyor, ama şu iki şartı yerine getirdiği için o şirk kapsamında değildir: 1) Beyan etti. 2) Beyana uygun yaşama gayreti var. Bu iki şart önemlidir: Beyan ve o beyana uygun gayret. Bu ikisi varsa günahlar şirk günahı kapsamına girmez. Bu bilinmediği için, bu beyana uygun yaşama gayretinde olan birisi konuşurken bilmeden bir şirk cümlesi kursa ona “bu söylediğin şirk” denmez, o şirk günahı değildir. Çünkü bir kere beyan etti ve beyana uygun yaşama gayretinde. “Allahım, şehadet ederim ki müstakilen VAR ve muhtar ancak SENsin. Müstakilen varım ve muhtarım iddiasında olanlara sırtımı döndüm” dedi. Bunu bilerek, isteyerek beyan edenin hatalarına “şirk” damgası basılmaz. Rabbimiz basmamış, şirk dememiş.  Böylece, şirk günahının kapsamını tarif etmiş olduk. Şirk günahı kapsamından çıkmak için gerekli iki şartı da konuştuk. Bu iki şartı yerine getirenler için ayet seslenir: Nisâ 48: “Muhakkak ki; Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını, dilediği kimseler için mağfiret eder. Kim Allah’a şirk koşarsa, gerçekten azim bir günah olarak iftira etmiş olur.” Ayet ne kadar açık, şirk günahı bağışlanmıyor. Şirk günahı olmayanların, dilediğim kişi için dilediğim günahını bağışlarım buyuruyor. Demek ki şirk günahı olmayanın başka günahı olabiliyor. İşte o günahları dilediği kişi için, dilediği günahı bağışlıyor. Bunları keyfîlik gibi anlamayalım, keyfime göre istediğimi affederim veya affetmem değil, sakın böyle anlamayın. “Allah dilediğini affeder” demek, keyfine göre demek değildir, Rahman isminde adalet vardır, keyfîlik olmaz. Yalnızca Rahiym isminde keyfî davranır, lütfundan, fazladan vereceği için, adaleti dışında verir de verir. Allah Vahhâb’dır, karşılığı olmadan bolca verir. Allah Tevvâb‘dır; dilediği kadar bağışlar. “Allah dilediği günahı dilediği kişiye bağışlar” denince “acaba diler mi?” gibi bir mânâ çıkmaz. O bir mekanizmanın ismidir ve şunu getirir: Sakın Allah’ı sınırlamayın, dilerse bağışlar. Sınırı da kendi koydu, dedi ki; şirk günahını bağışlamam. Bu, diğerlerinde O’nun dileğine sınır koyamazsınız demektir.
BU VESİLEYLE ŞEHÂDETİMİZİ TEKRAR EDELİM
Nisâ-116 “Muhakkak ki; Allah, şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını dilediği kimseler için mağfiret eder. Kim Allah’a ortak tutarsa, gerçekten uzak bir sapıklığa düşmüştür.” Bu ayette de gördük ki, tanımladığımız şirk günahı bağışlanmıyor ama diğerleri, dilediği kimseler için mağfiret ediliyor. Eğer siz beyanınızla şirk kapsamından çıkmışsanız, beyanınıza uygun davranışların da gayreti içindeyseniz yanlışlarınızı Allah şirk günahı saymıyor, “onları bağışlarım” diyor. Çünkü bir şehâdette bulundunuz, hayalinizde de olsa kendinizi Allah’ın dışı kavramından kurtarıp Billâhi’ye koydunuz. Henüz elbiseniz dûniHİ idraka uygun, düğmesi sökük, yakası kirli, ama idrakınızı Billahi’ye getirdiğiniz için Rabbiniz “olsun, temizleriz” diyor. Bu vesileyle şehâdetimizi tekrar edelim, Rabbim inşâAllah kabul buyurur: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu: Allahım kesinlikle şehâdet ederim ki, müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak SENsin, başka müstakilen VAR ve Muhtar YOKtur. Başka müstakilen var ve muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, yok hükmündedir. Allahım, yine kesinlikle şehâdet ederim ki Hazreti Muhammed Mustafa (SAV) SENin Kulun ve Rasûlündür. Ala hâzihiş şehâdeti nahyâ ve aleyhâ nemûtü ve aleyhâ nüb’asü inşâAllah: Allahım, bu şehâdet üzerine bizi yaşat, bu şehâdet üzere canımızı al, bizi bu şehâdet üzere yeniden dirilt. Âmîn.
CEBRİYECİLER, KADERİYYECİLER VE CÜZ’İ İRADE
Önceki yazılarımızda yönelişte sapan beş gruptan ikisini ele almıştık, üçüncü grupla devam edeceğiz. Bu grupları Efendimiz (SAV)’den öğreniyoruz. Önce o hadise, sonra da hadisin kapsamına giren bu sapmalara bakalım. İbni Abbas (RA) anlatıyor: Rasûlullah Efendimiz (SAV) buyurdular ki; “bu ümmette iki sınıf vardır, onların İslâm’dan hiçbir nasipleri yoktur; Mürcie ve Kaderiyye.” Hadisi anlamaya çalışalım, bakalım bunlar nasıl gruplarmış, çünkü çok gündem oluşturan üç grubu konuşacağız ve o grupların daha iyi anlaşılmasını sağlayacak bazı açıklamaları paylaşacağız. “İslâm’dan nasipleri yoktur” ne demek? Bunda iki mana düşünmek lazım: 1) Konudan nasibi yok, yani bir konu var ve o konuyu hiç anlayamamışlar. Buyuruyor: Ümmetin iki grubu var ki onların İslam’dan nasibi yok. Yani o iki grup hiç benim söylediklerimi anlayamamıştır. 2) Hal böyle olunca sonları hüsran, yani sevaptan nasipleri yok demektir. Bu kapsamda ele alacağımız üçüncü gruptakiler tevhid dili ve kesret dili farkını göremeyenlerdir. Yine tevhid dili ve kesret dili çıktı. Bu gruptakiler o farkı görememiş, ayrıca mânâ ayrıştırma ve mânâları çakıştırmayı da hiç yapamamışlar, fıtratlarının soyut kavramlara yatkın olması sebebiyle Yöneliş ve İlişkiler’i çakıştıramayıp Yöneliş prensipleriyle perdelenmişler. Allah’a nasıl yöneleceklerini Efendimiz (SAV)’den öğrenmişler ama öğrendikleri bilgilerle perdelenmişlerdir. Yöneliş ve İlişkiler’i, ikisini de çok iyi anlamak zorundayız. Bu gruptakiler İlişkiler’ini Yöneliş prensiplerle kuruyorlar, İlişkiler’inde yöneliş prensiplerini kullanıyorlar. Kişinin Yöneliş prensipleriyle İlişkiler kurması ne manaya gelir? Şunu demiş oluyor: “Benim Muhtariyeti Tercih Gücü yetkim yoktur, Allah ne derse dediği an değini yaparım.” Bu kişi kulu kaldırdı, yaptığı işte kulun dahlini kaldırdı. Oysa onu Yöneliş’te kaldırması gerekiyor. Yani Allah’a yöneldiğinizde, Allah’a karşı bir varlık, bir muhtariyet düşünemezsiniz, “ben de muhtarım” diyemezsiniz. O yöneliştir, orada tevhid cümlesi geçerlidir. Ama ilişkilerinizi kurarken bir muhtarlığınız ve onun özellikleri var. O muhtarlığın ismi Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisidir. Bu gruptakiler, hayatı yani ilişkileri, davranışları da tevhid cümleleriyle oluşturdukları için Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini göremediler, yok kabul ettiler. Bu yüzden onlara “Cebriyeciler” denilmiştir. Cebriye bâtıl bir fırkadır, cüzî iradenin varlığını reddeder. Bu tanıma baktığımızda görüyoruz ki bir doğru tanım var. Ama bir doğru bu kadar tehlikeli tanımlanabilir. Cebriyeciler’e cüzî iradeyi reddedenler denir. Bu konular karşımıza çok çıkabilir, yanılmamak, sapmamak için doğru tanımı bilmek önemli olduğu için cüzî iradeyi anlamaya çalışacağız ama çok fazla açmadan, ana bazı prensiplerini söyleyerek. Cebriyeciler, anlıyoruz ki kulun sorumluluğunu reddediyorlar, tercih yaptığını kabul etmiyorlar. Dolayısıyla, onlara göre dünya hayatı bir imtihan değil. Eğer size böyle bir tasavvuf anlatan olursa, siz de onu kabullenirseniz işte o hâl bu bâtıl gruptur. Kulun sorumluluğunu reddediyor, onun tercih yetkisini kabul etmiyor. Bunlar olmayınca, dünya hayatı kul için bir imtihan değildir. Halbuki bütün bunlar var, böyle olduğunu âyetler söylüyor, göreceğiz. Şu çok önemli bir sorudur: Kur’ân’da bu bilgi olmasına rağmen onlar bunu niye reddediyor? Allah muhafaza etsin, bazıları Kur’ân’ı kabul eder Efendimiz (SAV)’in hadislerini önemsemez. Bunlar Kur’ân’ı kabul ettikleri halde, ayetleri reddediyorlar. Nedenini göreceğiz. Önce birkaç cümleyle cüzî iradeyi anlamaya çalışalım, “cüzî irade” neye deniyor? Cüzî irade anlaşılamamış konulardandır. Varlığını reddeden de kabul eden de genellikle bilinçsizdir. Neden? “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah’tır gerçeği anlaşılamadığı için, kişi Kelime-i Tevhid’i bu manada söylemediği için cüzî iradeyi anlayamıyor. Reddedenler de kabul edenler de, çoğu dûniHİ idraktadır. Onu reddeden “Muhtariyeti Tercih Gücü yoktur” diyor ama farkında değil, kendisi tercih yapmış, davranışlarında tevhid kurallarını tercih etmiş. Rasûlullah “öyle yapmayın” diyor ama o kendisi bir tercih yapıyor; “ben böyle anlıyorum, ilişkilerimi kesret prensipleriyle değil tevhid kurallarıyla yapacağım” diyor. Tercih yapıyor, reddettiği şeyi kullanıyor ama sonra tercih yetkisini reddediyor. Demek ki bu grup tercihi reddetmeyi tercih ediyor. Sapkın fırkaları tanımaya devam edeceğiz, sapmayalım diye.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER