Ortadoğu bölgesi de tıpkı Balkanlar gibi dünyanın en karmaşık ve en sorunlu bölgelerinden biridir. 20. yüzyılın başında bölgede zengin petrol yataklarının bulunması bölgenin ayrıca önemini artırmıştır. Bölgenin artan önemi ile birlikte, bölgede istikrarsızlık ta artmış ve Ortadoğu dünyada kan ve gözyaşının en çok aktığı bölgelerden biri haline gelmiştir.
Ortadoğu bölgesi tarihin ilk dönemlerinden itibaren birçok devlet ve uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Ortadoğu bölgesine Sümerler, Samiler, Amurrular, Hititler, Asurlular, Medler Lidyalılar, Bizans, ilk dört halife ve ardından Emeviler, Abbasiler gibi devletler hâkim olmuştur. Bölgede Türk hakimiyeti tarihte ilk Müslüman Türk devleti olarak bilinen Tulunoğulları devletinin 868 yılında kurulması ile başlamış, 1099 yılında 1. Haçlı seferi ile Haçlı egemenliğine giren Kudüs, 88 yıl süre ile Hıristiyanların elinde kaldıktan sonra 4 Temmuz 1187’de Selahaddin-i Eyyûbi’nin Kudus’ü fethetmesiye birlikte tekrar Türk egemenliğine girmiştir. 1917 yılına kadar yaklaşık olarak 950 yıl Türk hâkimiyetinde kalmıştır.
Ahmed b. Tolon tarafından Mısır’da kurulan Tulunoğulları (868-905), daha sonra Suriye ve Filistine kadar nüfuzunu genişletmiştir. Devletin kurucusu olan Ahmed b.Tolon’un babası Tolun, Dokuz Oğuz Türklerindendir (Yüksel, A. T. (Tarihsiz),s.87; Kafesoğlu,İ. ,(1992). T.D.E.K. s. 324).
Tulunoğulları devleti Arap kaynaklarında “Fil emaratul Türkiyye ved Devletul Tuluniyun” adıyla geçmektedir (Gençoğlu, H.2020, Türk Arşiv Kaynaklarında Türkiye-Afrika).
Bölgede Tulunoğulları’ndan başka, 935-969 yıllarında yaşamış olan bir başka Türk devleti İhşîdîler (Akşitler-İhşidler) hüküm sürmüştür.
Akşitler de denilen ve Muhammed b.Tuğç el -İhşid tarafından Mısır’da kurulan İhşidler daha sonra Suriye’ye hâkim olan Tulunoğulları gibi Abbasi hilafetine ismen bağlı olan bir Türk devletidir(Yüksel, A. T. (Tarihsiz),s.94).
Yine Mısır ve Ortadoğu’da hüküm sürmüş olan Türk devletlerinden birisi de Selahaddin-i Eyyubi tarafından 1171’de kurulmuş olan Eyyübiler Türk devletidir (1171-1252). (Selahaddin-i Eyyubi’nin Türklüğü ve Eyyübiler’in bir Türk devleti olduğunu daha önceki sayfalarda anlattığımızdan burada ayrıntıya girmiyoruz.)
Bölge’de kurulmuş olan en önemli Türk devletlerinden birisi de 1250 ila 1517 arasında Mısır ve Suriye ve Arabistan’da hüküm süren Memlûkler’dir.
Memluklüler Arap kaynaklarında “Ved Devletul Turkiyya” adıyla geçer. (Gençoğlu,H. (2020)Türk Arşiv Kaynaklarında Türkiye-Afrika, SR Yayınevi.)
638 yılında Hz. Ömer tarafından fethedilen Kudüs, 1099 yılında I. Haçlı seferi sonrasında Hıristiyanların eline geçmiş, Kudus 88 yıl süre ile Haçlıların elinde kaldıktan sonra Selahaddin-i Eyyûbi’nin 4 Temmuz 1187’de Hıttın savaşında Haçlıları yenmesi ile birlikte tekrar Türklerin eline geçmiş, Ünlü Türk hakanı Selahaddin-i Eyyûbi Kudus’ü 2 Ekim 1187 Cuma günü teslim alarak Haçlı hâkimiyetine son vermiştir.
Ortadoğu’da asıl Türk yayılışı ve etkisi ise XI. Yüzyıldan itibaren başlamıştır. Selçuklular döneminde Irak’ta Suriye’de, idari, iktisadi ve eğitim alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Tarih içerisinde Ortadoğu bölgesi en huzurlu dönemini Türk hâkimiyeti altında yaşamıştır.
Başta Mekke, Medine, Kudüs olmak üzere Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların kutsal saydıkları yerleri barındıran bu topraklar 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in fethi ile Osmanlı devletine katılmış ve yaklaşık olarak 400 yıl süreyle Osmanlı idaresinde kalmıştır. Bölgedeki Türk hâkimiyetini Tulunoğulları’nın kuruluş tarihi olan 868’le başlatırsak, (1099-1187 yılları arasındaki Haçlı Hâkimiyetini de göz önünde bulundurursak yaklaşık olarak bölgede 950 yıl süren bir Türk hâkimiyeti söz konusudur. Türk hâkimiyeti ile birlikte bölgeye, huzur, barış, istikrar ve bolluk gelmiştir. Tıpkı Balkanlar’da olduğu gibi Ortadoğu’da da farklı ırk, din ve mezheplere bağlı insanlar adil Türk idaresi altında rahat ve huzur içinde yaşamışlardır.
Her üç dinin kutsal mekânı ve merkezi durumunda bulunan Kudüs, tarih boyunca en uzun istikrar ve barış dönemini Osmanlı idaresi altında yaşamıştır. Kudüs’te yaşayan Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar tüm mezhepleri ile birlikte Osmanlı Türkleri idaresinde 400, Türk idaresi altında toplam olarak 950 yıl boyunca kendi inançları doğrultusunda, hiç bir kimseden her hangi bir baskı görmeden dikledikleri gibi ibadetlerini yerine getirmişler; barış ve huzur içinde yaşamışlardır. Başta Avrupalıların Muhteşem Süleyman dedikleri Kanuni olmak üzere, bütün Türk sultanları Kudüs’e özel bir ilgi göstermişlerdir. Gösterilen bu yakın ilgi sayesinde hem halkın kültür durumu hem de gelir seviyesi bir hayli yükselmiştir. Bölgede köklü bir Türk-İslam medeniyeti vücuda getirilmiştir. Halen bölgedeki halk kendisini Türk kültürüne yakın hissetmekte ve adil Türk idaresini aramaktadır.
I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşından sonra imzalanan Lozan Barışı ile bölgeden kesin olarak Türklerin çekilmesi ve 1948 yılında İsrail devletinin kurulması ile birlikte Balkanlardaki sürece benzer bir süreç bu bölgede de başlamış ve bölge kan gölüne dönmüştür. Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarının bulunması ile birlikte Ortadoğu’yu paylaşım yarışı iyice artmıştır. Özellikle de İngiltere ve Fransa’nın müdahaleleri Ortadoğu’yu bitmek bilmeyen bir istikrarsızlığın içine sürüklemiştir. Fransa ile İngiltere arasında imzalanan gizli ” Sykes-Picot ” anlaşması Fransa ve İngiltere’nin gizli planlarını bütün açıklığı ile gözler önüne sermektedir.
1916’da İngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M.F. George Picot arasında imzalanan söz konusu anlaşma Osmanlı topraklarını İngiltere, Fransa ve Rusya arasında paylaştırırken, Filistin için de uluslararası bir statü öngörüyordu. İşte bu ileride kurulacak olan İsrail Devleti için de ilk adımdı. Sykes-Picot anlaşmasının imzalandığı dönem, bölgede bir Yahudi Devleti kurulması için hummalı bir çabanın yürütüldüğü dönemdi aynı zamanda. 1890’ların başında aslen bir gazeteci olan Thedor Herzl’in önderliğinde kurulan ” Siyonizm ” hareketi, dünyaya yayılmış olan Yahudilerin tekrar Filistin’e dönmeleri ve bağımsız bir devlet kurmaları için çalışmalara başladı. Herzl, 21-31 Ağustos 1897’de Basle’de topladığı I. Siyonist Kongrede temel hedef ve yöntemleri tespit etti. Bu amaçla örgütler toplandı, fonlar oluşturuldu, günümüz deyimiyle son derece örgütlü bir ” lobici “lik faaliyeti başladı. (Günay, M. 2003, s.125-126)
Siyonistler işe topladıkları paralarla Araplardan toprak almakla başladılar. Bu yolla başarı şanslarını az gören Siyonistler Osmanlı’dan para karşılığında toprak almayı düşündüler. Bu amaçla Sultan Abdülhamit’in 19 Mayıs 1901 tarihinde huzuruna çıkan Thedor Herzl, Yaptığı görüşmede:
“Avrupa borsasını ellerinde tutan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün borçlarını ödemesi karşılığında Filistin topraklarının onlara verilmesini ” içeren bir teklifte bulundu. Ancak bu teklif Sultan tarafından ” Vatanın bir karış toprağı bile satılık değildir. ” tepkisiyle geri çevrildi.
1917’de ise İngiltere Dışişleri Bakanı James Balfour, Siyonistlerin önde gelen isimlerinden Edmond De Rothschild’e gönderdiği bir mektupta ” Majestelerinin Hükümeti’nin Filistin’de bir Yahudi vatanı kurulmasını desteklediğini ” ifade ediyordu. Böylece uluslararası arenada İsrail Devleti’nin yolu da açılmış oluyordu… Birinci Dünya savaşı sonrası 1918’de Osmanlı askerleri Filistin’den çekildi ve bölgeye İngiliz hâkimiyeti girdi. Bu yeni hâkimiyetle birlikte bölge yaklaşık bir asırdır süregelen bir çatışmanın da içine girmiş bulunuyordu. 1880 ile 1918 yılları arasında Filistin’de 24 bin olan Yahudi nüfusu 65 bine çıkıyor ve böylece hukuksuzca yurtlarından çıkarılan Araplarla Yahudiler arasında gerginlikler tırmanmaya başlıyordu. Bölgede düzenli olarak artan Yahudi nüfusu II. Dünya Savaşı’nda toplam nüfusun dörtte birine yükseldi. Araplar, İngilizler ve Yahudiler arasında yıllarca süren çatışmalar 1947 yılında Birleşmiş Milletler nezninde görüşülmeye başlandı ve konuyla ilgili kurulan özel komisyon Filistin’in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini önerdi. Ancak öneri Arap devletleri tarafından kabul edilmedi. Siyonistlerin 1948 yılında bağımsız devletlerini ilan etmeleriyle 50 yıldan fazladır süren savaşların temeli atılmış oldu. Irkçı ve işgalci bir ideoloji olan Siyonizm üzerine bina edilmiş olan İsrail, önce 1948’de, ardından da 1967’de Arap topraklarını işgal etti ve bu aşamada Filistin’in tamamını işgal etti (C.Yalçın, 2003, S74). Böylece 3,5 milyon Filistinli kendi vatanlarında garip ve parya durumuna düştüler ve mülteci olarak yaşamlarını devam ettirmeye başladılar. (Günay, M. 2004, s.125-126)
Muharrem Günay