Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

GAYR-İ MÜSLİMLERLE DOST OLMAK (II)

Muharrem Günay 25 Haziran 2010 Cuma 03:00:00
  Dünya üzerinde görülen bu günkü fitnenin baş sebebi Müslümanların ve Müslüman devletlerin birlik içerisinde olmayışıdır.
Ömer Nasûhi Bilmen yukarıdaki Mümtehine suresi 8. ve 9. ayetin tefsirini yaparken:
“Kâfirlerle ilişkileri kesmek, her türlü alâkayı kesmek anlamına gelmez. Bu ayet açıklıyor ki ilişki kesmenin sebebi, kâfir olmaları değil, mü’minlere zulüm ve işkence uygulamalarıdır. Müslümanlara düşmanlık etmeyen Gayrı Müslimlere iyi davranmak gerekir” diyor. Ömer Nasuhi Bilmen aynı ayetin tefsirini şöyle yapıyor: “(Allahü Teâlâ Hazretleri, Ey Müslümanlar, (Sineleri ancak din hususunda sizinle muharebede bulunmuş) Bil’fiil savaşa katılmış, İslâm dinini söndürmek istemiş (ve sizi yurdunuzdan çıkarmış) Ashab-ı Kiramı, Mekke-i Mükerreme’den çıkmaya mecbur etmiş olan bir takım müşrikler gibi bir vaziyette bulunmuş (ve sizin çıkarılmanıza yardım etmiş) sizi çıkaranlara yardımda bulunmuş (olan kimselere dostlukta bulunmanızdan men eder) Çünkü onlar, açıkça ve gizlice düşmandırlar. Onlara karşı göste-rilecek bir dostluk samimiyetten uzak, zilleti getirir. (Ve her kim onlara dostlukta bulunacak olursa) öyle açıkça İslâmiyet düşmanlarına karşı dostluk ve bağlılık gösterirse (İşte onlardır zalimler, onlar) Çünkü, düşmanlığa layık olan kimselere karşı dostluk göstermiş olacakları için salahiyetlerini kötüye kullanmış kendi nefislerini azaba maruz bırakmış, binaenaleyh pek zalimce bir muamelede bulunmuş olurlar” (Ö.Nasuhi Bilmen tefsiri, Mümtehine Suresi tefsiri, 9. ayet) (SON)
Harpte maksat ne olmalıdır?
Bu sorunun cevabını iki maddede özetleyebiliriz: “Bize saldıran yahut saldırıya hazırlanan düşmana karşı kendimizi müdafaa etmek” ve “ Zâlim devletlerle savaşarak, onların zulmüne engel olmak, insanlığa hürriyet ve hidayet yolunu açmak.” Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, “harb-i ıslâh ve harb-i ifsad” diye ikiye ayırır ve müminlere emredilen harbin “ıslâh harbi” olduğunu beyan eder. Cihada çıkan müminleri de “azaba müstahak olan bir kavme Hakk namına azab vermeye memur bir el” olarak görür.
O halde, savaşı “İ’lâ-yı Kelimetullah” için yani Allah’ın adını yüceltmek ve O’nun rızasını kazanmak amacıyla ve bir ibadet anlayışıyla yapmak ve bu ibadetin kurallarına de en ince teferruatına kadar uymak gerekiyor:
Kısacası, Allah Müslümanlara savaş iznini, baskı ve zulüm gördükleri için vermiştir. Bir başka deyişle, izin verilen savaş, sadece savunma amaçlı bir savaştır. Başka ayetlerde ise Müslümanlar gereksiz bir kışkırtmadan veya gereksiz şiddet kullanımından kaçınmaları için uyarılmışlardır:
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.”(Bakara Suresi, 190)
Bu ayetlerin vahyinden sonra Müslümanlarla putperest Araplar arasında savaşlar gerçekleşti. Bunların hiçbirinde Müslümanlar savaşı kışkırtan taraf olmadı. Dahası Peygamberimiz (sav), putperestlerin pek çok talebini kabul eden bir barış anlaşmasını (Hudeybiye Barışı) kabul ederek, barış ve güvenlik ortamı sağladı ve putperestlerle barış içinde yaşanacak bir sosyal yapı tesis etti. Anlaşmayı bozan taraf yine putperestler oldu ve bu durumda yeni bir savaş durumu başladı. Ama Müslümanların sayısının hızla artması sonucunda İslam ordusu putperest Arapların karşı koyamayacağı bir güce ulaştı ve Peygamberimiz (sav) bu güçlü orduyla Mekke üzerine yürüyüp şehri fethetti. Bu fetihte hiçbir şekilde kan akmadı, tek bir kişinin burnu bile kanamadı. Peygamberimiz(sav) eğer isteseydi fethettiği kentteki müşrik liderlerden intikam alabilirdi. Ama hiçbirine dokunmadı ve onları affederek inançları içinde serbest bıraktı. Bu yüksek karaktere hayran olan müşrikler, daha sonra kendi rızalarıyla İslam’ı kabul edeceklerdi.
Atalarımız; “Hazır ol cenge, istersen sulhu salah” diye boşa söylememişlerdir. Sulh ve barış içerisinde olmak için, güçlü ve her zaman savaşa hazır olmak gerekir. Güçlü olmak, caydırıcılık açısından şarttır.
Dünyada hak, haklının değil her zaman güçlünün olmuştur. Hakka ve adalete dayanmayan güç her zaman zulüm doğurmuştur. Bu bir haydut kanunudur. Hak sahibinin hakkını alması ve hakkı hak sahibine vermek ve yer yüzünde hakkı adaleti hakim kılmak için güçlü olmak ve bu gücü düşmanlarımıza hissettirmek lazımdır. Bu gerçek Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah’ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.”(Enfal/60)
“Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah’a güven. Çünkü işiten ve bilen O’dur.”(Enfal/61)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER