Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“GÜÇ KAZANDIM” DEDİĞİN AN, ÖYLE SANDIĞIN AN TANRISIN. KAFANI BUNA TAKMALISIN!

– 50 –
Bilmek ve bilgiyle güç sahibi olmak TASAVVUFTA ÖNEMLİ BİR RİSK’tir. Eğer sizde ilah yapı varsa, tasavvufta ne kadar bilirseniz o ilah o kadar kuvvetlenir. İlahlığınızı ilan etmişseniz, siz tasavvufta ilerledikçe (ilerlediğinizi zannettikçe) o ilah kuvvetlenir; edindiği bilgi, tasavvuf yollu kazandığı güç o ilahı kuvvetlendirir. Mesela, ona beş duyu sınırlarını aşan güçler kazandırırsanız, onu feth-i zulmaniye götürebilirsiniz, Rahmani olmayan güçler edinebilir. Güç ve Bilgi öyledir ki, ilahlığını ilan etmiş “BEN”i güçlendirirken “B” Formu”ndaki “BEN”i yok eder. Eğer sizdeki ilaha “La ilahe” der ondan kurtulursanız, o zaman edineceğiniz bilgi ve güç “B” formundaki yasal “BEN”i bile yok eder.
BEN ALLAH’IN DÜŞÜNCESİNİN SURETİYİM.
YOLA BU CÜMLEDEN BAŞLAMALI

Tasavvufta, çok bilgi edinmiş bir kişinin edindiği o bilgilere rağmen girdaplara düşmesi onun ilah yapısı yüzündendir. Veya istediği mesafeleri elde edemiyor olması ya da mesafe elde edemediğini sanması da yine o ilah yapıdandır. Tasavvufi bilgi ve güç, eğer sizdeki ilah duruyorsa, o ilah yapıyı kuvvetlendirir. O zaman da şu önemlidir: Sizde o ilahlık aktif mi? Peki, bunu nasıl anlarız? Şöyle: Siz “BEN” derken iki farklı “BEN”den hangisiylesiniz? İlahlığımı ilan ettim diyen “BEN”le mi, yoksa “B” bilgisine, “B” sırrına sahip “BEN”le mi? Çünkü biri ilahlık, diğeri ilahlıktan kurtulma yolu ve kurtuluş! “B” bilgisine, “B” sırrına sahip olana “B” İNSAN demiştik, KUL demiştik. Onun “BEN” demesi; “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” demektir ki bu ilk manadır, daha bunun sonrası da var. Yani “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” idrakı kalıcı bir idrak değil, talip ilerlerse ileride o manadan da kurtulacaktır. Ama başlangıç için yanlış olmayan budur, başlamak için doğru mana, doğru idrak budur: Ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim. “A” ile sembolleştirdiğimiz asi yapı “BEN” derken, kendisini takdim ederken “BEN ilahlığını ilan etmiş benim” manasında “BEN” diyor. “B” İNSAN “BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyor. Tehlikeli olan, kurtulunması gereken “BEN” asi yapının “BEN” deyişidir. Gerek tasavvuf bilgisi, gerekse başka bilgiler ilahlığını ilan eden bu BEN’i, o tanrıyı kuvvetlendirir, daha güçlü tanrı yapar. Bilgi edindikçe tanrılığı artar, bildikçe kurtulamaz. Halbuki “ben Allah’ın düşüncesinin İlmullah’taki suretiyim” diyen “BEN” öğrendikçe o “BEN”inden de kurtulur, yasal olan o “BEN” de gittikçe zayıflar, yok olur. Bu yüzden, ilahlığını ilan eden “BEN”le yaşadığı halde onu fark etmemiş birisi “BEN”ini yok etmeye çalışırsa başaramaz. Çünkü tasavvuf, tanrılığını iddia eden “BEN”den kurtulunca başlar, o “BEN”in yokluğundan sonra başlar. Eğer o “BEN” fark edilmemişse, bu bilgileri öğrendikçe o “BEN” kuvvetlenir ve tanrılık artar…
BİRİSİ TANRI, DİĞERİ KUL; FARK BUDUR
Salâtı ve orucu inanmayan yani müslüman olmayan birisi, ona şeklini, kurallarını anlatsak yapamaz mı? Belki bizden de iyi yapar, heveslenerek daha sıkı, daha titiz bir sahur yapabilir, daha sıkı bir oruç tutabilir. Benim yaptığımın aynısını şeklen o da yapabiliyorsa ne farkımız var? Veya namaz? Tarif etsek aynı hareketleri bizden daha titiz yapabilir, heyecanla bir kutsallık da katabilir. Biz kutsal hale getirmek için kendimizi zorlarız, ama o yeni yaptığı için o heyecanla kutsallık katar, titrer, yani bizden daha iyi yapabilir. Peki, ne farkımız var? Bir fark olması lazım! Eğer Allah’a inanmayan birisi de aynısını yapabiliyorsa olmaz. Benim yaptığımın farkı olmalı, bir fark lazım! Benim yapabildiğim ama onun yapamadığı bir fark lazım, oruçta da diğer ibadetlerde de. Bu ikisini özellikle neden örnek verdim? Çünkü çok önemli bir hadis var: “Bir kişi beş vakit salâta devam ederse ve farz olan Ramazan orucunu tutarsa cennet onun için kaçınılmazdır.” Neticede cenneti vardır, şöyle ya da böyle. Bu önemli bir hadistir: Beş vakit salâta devam ederse, bir ay ramazan orucunu da aksatmazsa onun için cennet kaçınılmazdır. Bu iki ibadet bu yüzden çok önemlidir deyip parantezi kapatalım. Aynısını inanışı farklı birinin de yapabiliyor olması bizi rahatsız etmeli ve olması gereken farkı arayıp bulmalıyız. Nasıl bir fark olmalı? Tek fark olmalı, dikkat edin lütfen, tek bir fark var. O farkı yakalayan ve başaran kazanır. Diyelim ki inanmayan birisine bunu anlattık, kabul etti ve uyguladı, o kazanır; bu farkı edinen kazanır. O farkı yakalamış kişiye başka isimlerle seslenmenin manası kalmaz, o artık müslimdir. O farkı salât ikamesine, orucuna ve hayatına katan kazanır ki o şudur: Salâtı ikame eden, orucu tutan ilah değildir. Demek ki, işleri yapan tanrı olmamalıdır. O iş neyse, o işi yapanın ilahlığını ilan etmiş olmaması lazım! İzah edebildim mi? Birisi TANRI, diğeri KUL; fark budur.
TEKBİR’DE NE DİYORUZ, NE DEMELİYİZ?
Konusu açılmışken biraz salâttan bahsedelim. Salâta Tekbir’le girilir: Allahuekber. “Allahuekber” derken “ey Allah’ım, ben sana teslimim. Şu an dünyaya ait her şeyi arkaya attım, şimdi önümde sen varsın, sana teslimim” şeklinde düşünülüyorsa, bu tanrı işi bir Tekbir’dir; oyuncaklarını atmış tanrı üst tanrıya yağ çekiyor! Allahuekber bu değil, atman gereken şey de onlar değil! “Allahuekber ile diyorsun ki “Allahım, ben hanifim; Rum Suresi 30. ayette önerdiğin idrakla salâttayım, salâta hanif olarak yaklaştım, ilahlık ilan etmiyorum. Allahım ben senin düşüncenin suretiyim, İlmullah’taki suretim ve ben beni Düşünen’e yöneldim. Sen ilminde beni düşündün ya işte ben o suretim.” Suret onu Düşünen’e yöneldi, “veccehtü vechiye” yaptı; TEKBİR budur. Allahuekber, bu manayı idrak etmiş olanın teslimiyetidir. Ve aslında “beni Düşünen’e yöneldim” ifadesi bu işin başlangıcıdır. Ama bu başlangıca gelmek için, önce “ben namaz kılıyorum” diyenden kurtulmak gerekiyor, onun yok olduğunu bilmek gerekiyor. Çünkü “ben namaz kılıyorum” diyen, “ben şimdi oyuncaklarımı attım” diyen tanrıdır ve o bir zanndır, yoktur. Siz o tanrının yaptıklarını kime öğretirseniz hareket olarak o da yapabilir, kılabilir. Ama söylediğim farkı edinen idrakla yapıyorsa, o kişi salâtı ikame eder. Kişi o hakikati kavradı ve kabul ettiyse, yani “Ben İlmullah’ta Allah’ın düşüncesinin suretiyim” dediyse biz ona hristiyan, yahudi veya başka bir şey desek bile onda o özellik kalmaz, o isim kalmaz; o artık İSLAM’dır. Çünkü teslim oldu, ilahlığını ilan etmeyip teslim oldu. Efendimiz (SAV)’i ve Kerim Kitabımızı bir tanrı olduğu için reddediyordu. Şimdi o “Eslemtü vechiye lillahi; vechimi Allah’a teslim ettim” dedi iş değişti. Eğer sizin “24 saatiniz böyle salât olursa, siz 24 saat veccehtü vechiye halinde yaşarsınız, günün 24 saati böyle olursa ne olur biliyor musunuz? Sizde şu hadis hayat bulur: “Onun gören gözü, tutan eli, söyleyen dili olurum…”
“GÜÇ KAZANDIM” DEDİĞİN AN, ÖYLE SANDIĞIN
AN TANRISIN. SAKIN ALDANMA!

Bu hadisle ilgili bir yanlış algı ver ki onu paylaşalım. Tasavvufla ilgilenen kişiler bazen şöyle düşünür: Hele benim gören gözüm O olsun, ben yapacağımı biliyorum. O hevesle bekler. Bakın güç kazanmaya çalışan biri var, işte tanrı! Tasavvufi bilgi o tanrıyı kuvvetlendirir. O kişi beş duyu sınırlarını aşarsa feth-i zulmani sahibi de olur. Peki, “gören göz O, tutan el O” olunca ne değişir? Şimdi de gören göz O’dur, ama sahip çıkan kalmadığı için o hal yaşanır. Yeni bir güç kazanılmaz! Eğer kişi “bir gün benim gözümde gören O olacak, o zaman güçlü olacağım” sanıyorsa o gün tanrısını çok kuvvetlendirecek demektir, daha kuvvetli bir tanrıya sahip olacak demektir. Duydunuz ki “şu şahsın tutan eli O’ymuş”, sakın o kişiyi çok güçlü, insanüstü yetenekleri olan biri sanmayın. O “yetenekli tanrı” tarifidir, yanılırsınız; YANLIŞ VELİ imajına kapılırsınız. Sizden farklı, sizden üstün bir insan beklerseniz sistem sizi tanrı alaborasına alır, kurtulamazsınız! Zaten gören O’dur ama sen “ben görüyorum” dediğin için, gören gözün O olmadığını sanıyorsun. Ne zaman “La ilahe” der de ilahlığını ilan etmezsen o zaman gören göz O’dur; gözde gören O’dur. Yeni bir güç, yeni bir yetenek beklemeyin, ben o zaman farklı şeyler göreceğim sanmayın. Yine aynı dünyayı göreceksiniz, yine aynı işleri yapacaksınız. Eğer yeni bir güç kazanacağını sanan varsa o tanrıdır, o ilahtır. Bu yüzden, TANRIYA YÖNELİK DİN anlatılınca insanların çok hoşuna gidiyor. Çünkü aslında Allah’ı değil kendilerini seviyorlar! Dini yani tasavvufu da daha iyi, daha güçlü, daha yetenekli olmak için seviyor! Şunu yaparsam şöyle olurum deyip Dine, tasavvufa yöneliyor ve Din diye tanrısına yönelik şeyler anlatılınca seviyor. Çünkü kendisini seviyor ve zanni yapısını güçlendirmek istiyor, güçlendirmek için dini bilgilerden yararlanmak istiyor. İşte tanrı! Bu tanrı takdir bekler, övülmek ister, şikâyet eder, kimseyi beğenmez, hatta Allah’ı da beğenmez. Çünkü sadece kendini beğeniyor! Allah’a karşı mecbursa öyle görünebilir, ama itiraf etse Allah’ı da beğenmez; tanrı çünkü! Dolayısıyla, bu yolda edindiğin bilgiyle bir güç kazanacağını sanma, güç kazanacağını sanan BEN’i yok et. Çünkü “güç kazandım” dediğin an, öyle sandığın an tanrısın.
Siz de fark ettiniz, hep o tanrıyı tanıtmaya çalışıyorum, tanrıya kafanızı takasınız diye! Kayahan, konserlerinin sonunda “yolu sevgiden geçenlerle bir gün bir yerde buluşacağız” derdi, onun gibi biz de “kafasını tanrıya takanlarla bir gün bir yerde buluşacağız” diyelim. Kafasını tanrıya takanlar önemli! Kafasını tanrıya takanın, tanrısıyla mücadele edenin bir suresi vardır, biliyor musunuz? KAFİRUN! O yüzden Kâbe’de hep o okunur; Kafirun-İhlâs, Kafirun-İhlâs… Tanrına Kafirun’u okur; “Leküm diynüküm veliye diyn” dersin, döner ikinci rekâtta İhlâs okur İhlâslı Hayat’a girersin. Kafirun Suresi’ni okurken kendindeki kâfire/örtücüye seslenirsin, bir başkasına değil. Allah’ın indinde kim nedir, bilemezsin! Bu yüzden kimseye kâfir diyemezsin. Ama sende ilahlığını ilan etmiş “BEN”e dersin, ona Kafirun okursun. Bu bir yöntemdir; ondan kurtulmak için, onu reddetmek için Kafirun’u okuyun, sonra da ulaştığınız İhlâs’ı okuyun, inşaAllah…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-50-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER