Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“HAKK”IN İZİ

– 23-
DuniHi algı ve zann’larından kurtuluş için Kur’an’dan ipucu aramaya devam ediyoruz:
“De ki; bana Rabbimden apaçık deliller gelince dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannıyla) isimlendirilenlere (göre) kulluk (hayat tarzı) bana yasaklandı ve Rabbül âlemiyne teslim olmakla emrolundum.” (Mü’min-66)
“Sana vahyolunana tâbi ol ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hayrul hâkimiyn (hayrlı hükmeden)dir.” (Yunus-109)
Bir parantez açalım: “Hayrul hâkimin” gibi esmâ’ül hüsnaların meâlinde dikkat edilmesi gerekir. Bu yüzden onu biraz farklı meâllendirdik. “Hükmedenlerin en hayırlısıdır” şeklindeki çeviriler kıyas içerdiği için çok doğru olmaz; Allah’ı kullarıyla yarıştırıyor ve birinci yapıyorsanız olmaz. Bu yaklaşımlar dûniHİ’dir, dûniHİ meâllerdir. İhlâs Sûresi’ne uymayan meâl olmaz, kim yazarsa yazsın. Bir örneğini şimdi göreceğiz.
Yunus 109. âyetteki mânâyı şöyle açıklayalım: “Rasûlullah (SAV) vasıtasıyla size söylenenlere uyun. Bu yolda Allah nefsinizi mutmain edinceye kadar bu uygulamanıza azmederek gayret edin. Hayrın hükmünü Allah verecektir.” Anladık ki hayr hükmünü Allah verir. Hayr konusunda Allah birileriyle yarışmaz. Bu yüzden “En hayırlı yapan” değil de “hayr hükmünü Allah verir” şeklinde meâl olmalıdır. Birisi hayr yapıyorsa bile hükmünü Allah verir, kul o hükmü yerine getirir. Yunus-109 bize “Siz böyle yapın, Kur’an’a ve Rasûlüne uyun” dedi. Çünkü:
“Allah sana bir zarar dokundurursa, O’ndan başka keşfedecek (açacak) yoktur.” (Yunus-107)
Bu âyete “dûniHİ algı bir zarardır” gözüyle bakıldığında meâl çok farklı olur: Eğer sana bir zarar dokundurursa o zararı açacak, keşfedecek olan ancak Allah’tır.
“Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedilen güçler) keşfedemez (açamaz)lar.” (Necm-58)
Önemle uyarılıyoruz: Bu iş dûnillah algı sonucu müstakil zannettiğin güçlerle keşfedilmez, açılmaz. Meâlinin onarılması gereken bir âyet, çünkü “dûnillah” ifadesi geçiyor.
Bütün bunlardan sonra ulaştığımız sonucu şimdi bu noktada şöyle düğümlüyoruz: Öyleyse çare nedir?
Çare Kur’ân’dır. Peki, Kur’ân’dan öğrendiğimiz çare nedir ve o nasıl uygulanır?
(İstenmeyen) bir bilgiyi, bir fiili geçersiz hale getirebilmek veya o bilgiyi, fiili insanın gündeminden çıkarabilmek için, o bilgi veya fiilin beyinde yaptığı izden daha derin bir iz yapabilmek gerekir. Amacımız dûniHİ algı ve zann’larından ve ona ait fiillerden kurtulmak olduğuna göre; dûniHİ algıdan kaynaklanan bilgi ve fiilleri geçersiz yapmak için o bilgi veya fiilin beyinde yaptığı izden daha derin bir iz oluşturmak şarttır. Bunu yapabilirsek bizde yeni oluşan derin ize göre fiiller görülür.
Algı ve onun fiilleri beyinde bir iz yapar ve artık kendiliğinden o yürür. Bir algıya ait izi silmek istiyorsak beyinde (yeni bir algıyla) ondan daha derin bir iz oluşturmalıyız. Bazen “Ben de farkındayım ama yapamıyorum” denildiğini duyarız. Çünkü öğrendiğin ve yapmak istediğin doğrunun izi derin değil, küfrün izi daha derin. Bu haldeyken doğruyu bilsen de yapamazsın. Billâhi algı beyninde küfürden daha derin iz yapmalı ki bu dûniHİ algının izi inaktif olsun, etkisiz hale gelsin. Ancak o zaman kişide Billâhi algıya uygun fiiller oluşur. Billâhi algıyı daha derin iz haline getirmeliyiz ki dûniHİ algı hayattan silinsin. Bu konuda anlaştıysak bir çareye, bir yola geldik demektir: Beyinde bir iz yapacağız. Billâhi algıya öyle bir iz yaptıracağız ki dûniHİ algıdan daha derin olsun. Geldiğimiz nokta burasıdır, çare budur, yol budur.
Hakk batılı yutar
Bizim şimdiki sorunumuz nedir? DûniHİ (batıl) bilgi ve fiiller! Sorunumuz bu olduğu için biz, dûniHİ algı ve zann’larını ve buna göre oluşan hayat tarzını inaktif/etkisiz yapacak derin bir iz oluşturmalıyız; bu nedenle, Batıl izi daha derin Hakk iz ile silmeliyiz. Anladık ki yöntemimiz bu, ulaştığımız sonuç bu: Beynimizde oluşan ve bütün fiillerimize sebep olan bâtıl izi daha derin Hakk iz ile silmek gerekiyor. Bu “bilmek” değildir. Bu iş için konuyu “bilmek” yetmiyor, “duymak” hiç yetmiyor. Öyleyse gelin, ulaştığımız bu sonuçla ilgili bir laboratuar çalışması görelim:
“(Musa); ‘siz atın’ dedi. (Sihirbazlar) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. (Onlar) aziym bir sihir getirdiler. Biz de Musa’ya: ‘Asa’nı at’ diye vahyettik. Bir de ne görsünler? O asa onların uydurdukları şeyleri kapıp yutuyor! İşte böylece, Hakk vâki oldu ve onların yapmakta oldukları bâtıl olup (boşa) gitti.” (A’raf; 116-118)
Bu ayetten birçok meselenin çözümü için sonuç ve fikir çıkarmak mümkündür. Şimdi çözmeye çalıştığımız soruna yönelik olarak bu kıssayı ana hatlarıyla özetleyelim: Hz. Musa firavunun karşısında ve sihirbazlara “haydi başlayın” deniliyor. Bir de ne görsünler: Sihirbazların oluşturdukları illüzyonları (konumuz diliyle söylersek bâtıl görüntüleri) daha derin bir iz olan Hz. Musa’nın Asası yuttu.
Şu gerçeği Yusuf Sûresi’nde de hatırlatacağız: Önce Kur’an’ın mesajını anlamak gerekiyor, yani Kur’ân’dan bize lazım olan esas fikri almak gerekiyor. Kur’an’ın esas mesajını alıp anladıktan sonra o fikirle âyetlere baktığınızda birçok şey göreceksiniz demiyorum; Rabbim size birçok şeyi gösterecektir. Kur’ân’dan görülecek olanı Rabbim gösterir. Onu o zaman bizzat yaşayacak ve göreceksiniz inşaAllah.
Sihirbazlar firavunun önünde bir illüzyon yaptılar ama o görüntüleri, illüzyonu, sihirle oluşturdukları korkuyu Hz. Musa’nın Asası yuttu. Çünkü o derin bir izdi, Hakk izin temsiliydi. Sihirbazların yaptıkları ise bâtıl fiillerin temsilidir, konumuz için böyledir. Bu olaylar olmamıştır demiyorum, âyette anlatılan olaylar zâhiren aynen olmuştur. O çok ayrı, incelememiz gereken ve incelediğimiz zaman hayretimizin artacağı ayrı bir konudur. Biz oradan konumuz için gereken kadarını çekiyoruz. Küfür ehlinin oluşturdukları illüzyonu Hz. Musa’nın Asası yuttu, Hakk iz daha derin bir iz olarak onları yuttu. Musa’nın Asası’na Allah “Kün” dedi ve feyekün; Asa bir ejderhaya dönüştü, sihirbazların oluşturduğu yılancıklara benzer görüntülerin hepsini teker teker yuttu, yok etti. Ayette “sihir” ile temsil edilen bâtıldır. Bâtıl bir idrak vardı, yani illüzyon olan bâtıl bir algı vardı, o algıdan kaynaklanan bir yanılgı ve görüntüler vardı, Hakk iz onları sildi, götürdü. Bu yüzden âyetin sonunda diyor ki; işte böylece Hakk vaki oldu, onların yapmakta oldukları bâtıl olup boşa gitti. Ayet “Hakk ve bâtıl” ile sonuçlanınca, o yaşanan olayın ve o görüntülerin neyi temsil ettiğini anlıyoruz. Hz. Musa’nın Asası Hakk’ı, sihirbazların yaptıkları da bâtılı temsil ediyor. Dikkat edin, illüzyonları sihirbazlar yapmıştı, ona dûniHİ algıdakiler sebep olmuştu; fakat Hakk’a Allah emir verdi, âyet “onu Hz. Musa yaptı” demiyor, Musa’ya “asanı at dedik” diyor.
Beyinde iz oluşturmanın yolu Kur’an’da
“Hakk ortaya çıktı ve bâtıl silindi” prensibi bizim için çok önemlidir. Bu prensibi günlük yaşantıda çok önemsemek ve kullanabilmek lazım… İsra ve Sebe sûrelerinde bizim için vurgulanır:
“De ki; Hakk açığa çıktı, bâtıl silindi. Muhakkak ki bâtıl silinmeye çok mahkûmdur.” (İsra-81)
“De ki; Hakk ortaya çıktı. Bâtıl ne yeni bir şey oluşturabilir, ne de eskiyi yeniden ileri sürebilir.” (Sebe-49)
Hakk olan derin izin gücünü fark ettiniz mi?
“Kurtuluş Yolu”na kadarki yazılarımızda dûniHİ algının ne kadar güçlü olduğunu ve bizi nasıl yönettiğini gördük, şimdi onu silecek olan Hakk izi tanıyoruz. Hakk iz öyle bir şey ki ortaya çıkarsa bâtıl kaybolur. Öyleyse beyinde bu derin izi oluşturabilmek için ne yapmamız lazım? Bu derin iz için ne gerekiyor? Basamaklarıyla görelim.
Küçük bir uyarı yapalım: Her iş beyinde başlayıp bitiyor zannedenler bu işi çözemezler! Çünkü insanca çözümler bulurlar. Esas olan Kur’ân’ın çözümüdür. O yüzden beyinde iz oluşturmanın Kur’an’dan öğrendiğimiz yolunu, yöntemini göreceğiz:
Beyinde yeni ve derin bir iz oluşturabilmek için önce fuadı yanlış zapturapttan kurtarıp yeni bir zapturapta almak gerekiyor. Esfele Sâfiliyn hâl dûniHİ algı ile fuadı bağlamış, zapturapt altına almıştır. Bu işleyişi “İnşirah” kitapçığında Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb Mekanizması olarak Kur’ân’dan öğrenmiştik, bakabilirsiniz. Yine de bir cümleyle hatırlatalım: Fuad kalıbımızın, kalbimizin analiz-sentez merkezidir. Analiz-sentez işini yaparken doğru mu, eğri mi diye bakmaz, Sadr’da ne hâkimse (Hakk veya Batıl) o hâkimiyet doğrultusunda analiz sentez yaparak sonuçlar çıkarır. Esfele Sâfiliyn hâl, yani dûniHİ algı sadrı kapladığı için sadrdaki bu hâkimiyet kalbi ve kalbin analiz-sentez işlevi olan fuadı esir etmiştir:
“Hayır (asla)! Bilakis kazanmakta oldukları (dûniHİ algı sonucu zann’larıyla oluşturdukları kişilikleri) onların kalblerinin üzerini (bir kılıf gibi) örtmüştür.” (Mutaffifîn-14)
Bir algıyla bir kişilik oluşturuyorsunuz ya, “kazanmakta olduğunuz” budur. Bu kişiliği dûniHİ algıdan ulaştığınız zann’larla oluşturuyor, onlarla bir hayat, bir kimlik inşa ediyorsunuz; sonuçta size ait bir kişilik çıkıyor. Oluşturduğunuz dûniHİ hayat tarzına bir etiket yapıştırıyorsunuz; kişilik. İşte oluşturduğu kişilik, yani bu kazandığı, kulun kalbini bir kılıf gibi kaplamıştır. Kulun kalbi onun Ahseni Takviym yapısını ortaya çıkaracak olan fıtratını taşıyan kalıbıdır. Fuad bu kalıpta çalışan analiz-sentez sistemidir. Oluşturulan bu kişilik o kalıbın, yani kalbinizin üstünü kapladığında aynı zamanda Fuad’ı da kapladığı/örttüğü için artık Fuad’dan dışarı çıkacak olan sonuçlar bu hâkimiyete göredir, onu örten bu kılıfa göredir. Çünkü Fuad bu kılıfı doğru zanneder ve buna göre sonuçlara ulaşır, o sonuçları fiile dönüştürmesi için beyne gönderir. Sürekli böyle sonuç göndereceği için, Fuad’ın devamlı gönderdiği bu algı sonuçları beyinde bir iz yapar. Nihayet beyin otomatik olarak o ize göre fiil üretir hale gelir. Öyleyse biz önce Fuad’ı bu esaretten kurtarmalıyız. Beyne göndermesi için Fuad’a öyle analiz sentez sonuçları çıkarttıralım ve bu öyle sürekli olsun ki öncekinden daha derin iz oluştursun. Derin bir Hakk iz oluşturuncaya kadar buna çalışmalıyız ki kendimizi içinde bulduğumuz dûniHİ algıdan sıyrılabilelim. Eğer Fuad’ı bu esaretten kurtarıp Hakk ile bağlamayı (Hakk ile zapturapta almayı) başarırsak kalb beyne Hakk emirler gönderecektir. Kendiliğinden!
Fuad da, kalb de esir olabilir
Şu çok önemlidir: Beyin ne yapacağını Kalb’ten öğrenir, Kalb söylemeden beyin bir şey yapamaz, ne yapacağını ona Kalb söyler. Günümüzde, beynin nasıl çalıştığı çok önemseniyor ve inceleniyor. Tamam, ama şu iki farklı konuyu karıştırmayalım: Beynin nasıl çalıştığı ayrıdır, beyni kimin çalıştırdığı ayrıdır, bunlar çok farklı iki şeydir.
Beyni kim çalıştırıyor? Beyni kalbiniz, kalıbınız çalıştırır, ne yapacağını ona kalıp bildirir. Ancak dûniHİ algıda kalıbınızın üstünü sadr (sadra hakim olan duniHİ algı ve zannları) kaplamıştır. Buna rağmen beyne emirler sanki kalbten gönderiliyormuş gibi bir durum olur, sadrınız böyle davranır. Beyniniz kendisine emir kalbten geliyor zannederek kalbin üstünü kaplayan sadrdan (sadra hâkim olan) Esfele Sâfiliyn emirlerini alır ve yapar. Bu durumda beynin yerine getirdikleri dûniHİ algının emirleridir. Kalıbı ve fuadı esir etmiş olan bu kılıftan onları kurtarmamız gerekiyor. Kurtarırsak, yani sadrda kalb hükümdar olursa, beyin kalbten Hakk emirler almaya başlar ve bizden çıkan fiiller Hakk fiillere dönüşür ki o zaman kalb, beden sistemini Bil-Kıst yönetir. Bil-Kıst yönetimin sürekliliği ve sürdürülebilirliği sonucunda beyinde derin bir Hakk iz oluşur, bâtıl silinir. Yani kalbin beyni Bil-Kıst yönetişi sürekli ve sürdürülebilir olursa, kalbin sürekli gönderdiği bu emirler yüzünden, bu sürekli baskı ile beyinde yeni bir iz başlar; “Billâhi anlam” beyinde bir iz oluşturmaya, beyinde Hakk bir iz oluşmaya başlar. “Hakk” beyinde iz oluşturunca “bâtıl” silinir. Bâtıl silinirse o insan için bir korku ve mahzunluk kalmaz, insan dünya hayatında da Din Günü’nde de mahzun olmaz inşaAllah.
Yarın inşaAllah, insanın dünya hayatındaki asıl sermayesi olan, tek sermayesi olan “zann, algı” konusu ile devam edeceğiz. Allah’a emanet olunuz.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER