Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

HEM ÇOK HÜRSÜN, HEM ALLAH DİLEMEDİKÇE DİLEYEMEZSİN

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 19 Mayıs 2017 Cuma 12:25:01
 

– 104-
İnsan Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisini kullanırken doyasıya hürdür. Delilimiz mi?
Bakara-256: “Diyn’de zorlama yoktur.”
Tercih yetkisi olmasa bu âyet olmaz. İnsanın dünya hayatında “tercih” imtihanına tabi tutulduğuna sırf bu ayet yeter: Din’de zorlama yoktur, olmaz.
“Dinde zorlama yoktur” ne demek?
“Dinde zorlama yoktur”u doğru anlayalım. Bu kesret dilidir. Kesret diliyle olan cümleleri kendi çerçevesinde anlamamız lazım. “Din’de zorlama yoktur”un ilk mânâsı insani ilişkiler için değildir; siz eşinize, çocuğunuza, bir sevdiğinize Din’le ilgili bir şey söylediğinizde size, “Din’de zorlama yok, niye böyle yapıyorsun” denilmesini içermez, bu âyet onun için değildir. “Din’de zorlama yoktur” doğrudan Allah’ın bize; “Ben sizi tercihinizde zorlamıyorum” demesidir. Bu mutlaka anlamamız gereken müthiş bir noktadır. Bunu “Ama şöyle ama böyle, şurada şöyle” gibi itiraz ve ikilemler olmaksızın bunu böyle anlayacağız. Bunları tartışan sahabeyi Efendimiz (SAV) uyarıyor: “Âyetleri çarpıştırıyorsunuz. Ben size bunun için mi geldim?” diyor. Bunu anlatan hadiste “Yüzü nâr kesildi” diyor. O kadar üzülmüş, öfkelenmiş. Mesele âyetlerin mânâlarını çakıştırmaktır, birleştirmektir, çarpıştırmak değil.
Bakara-256’a bakın, Rabbimiz buyuruyor; siz kesret âlemindeki dünya yaşantısında Hakk ve bâtıl arasında tercih yaparken Allah sizi zorlamaz. Âyet böyle diyorsa bunu böyle bileceğiz ve bunu başka âyetlerle çakıştıracağız:
“Diyn’de zorlama yoktur. Gerçekten, rüşd (Hakk yol yaşantısı) ğayydan (bâtıl yol yaşantısından) apaçık ayrılmıştır. Kim Tağut’u (dûniHİ algı ile müstakilen var ve muhtar güçler zannını) inkâr edip Allah’a îman ederse, muhakkak ki o kopması mümkün olmayan bir kulpa yapışmış olur. Allah Semiy’un Aliym’dir.” (Bakara-256)
Kazananlar ve kaybedenler
Öğreniyoruz ki tercih var. Öğreniyoruz ki “Âmentü Billâhi ve Rasûlihi” dersen, hayat tarzı olarak bunu seçersen kopmayan bir kulpa yapışmış olursun, garantidesin.
“Îman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin. Eğer dilesek Sema’dan üzerlerine bir âyet (reddedilmez bir ilim) indiririz de (mecburen) ona boyun eğerler. Rahmân’dan kendilerine yeni bir hatırlatıcı öğüt geldiğinde illa ondan yüz çevirirler.” (Şuarâ; 3-5)
Nefslerin ellerinde tercih yetkisi olmasa böyle denir mi? Biz hepsinin inanmasını dileseydik, ona göre semadan indirirdik, hiç hürriyetleri olmadan hepsi hidayet ehli olurdu. “Dinde zorlama yoktur”u burada da görüyoruz. Oysa:
“O (Allah) ki, takdir etti (her şeyi ölçüyle yarattı) da hidâyet etti (Hakk yolu gösterdi ve gereken gücü verdi).” (A’lâ-3)
“Onu (nefsi) tezkiye eden (arındıran) gerçekten kurtulmuştur. Onu gömüp gizleyen ise gerçekten kaybetmiştir.” (Şems; 9, 10)
Anlıyoruz ki nefslerin bu tercihleri için uygun alt yapıları var.
“Kim nefsini arındırırsa”yı konumuzla ilgili şöyle cümle yapalım: Kim Allah’ın verdiği yetkiyle Allah’a karşı “Ben kendi adıma BEN diyorum” demezse, nefsini bu idraktan temizlerse, nefsini dûniHi algı ve zannlarından kurtarırsa o kazanır. Kim de nefsini gömüp gizlerse, kendi adına “BEN” diyerek nefsini, hayat tarzını ve idrakını kendi adına “BEN”le örterse, o idrakla kaplarsa o da kaybeder.  
Hem çok hürsün, hem Allah
dilemedikçe dileyemezsin

Meâllerde çoğunlukla “Kim nefsini kötülüklerden temizlerse kazanır” yazar. Dikkat edin, “kötülük” İslâmî bir tabir değildir, kötülüğü net tarif edemezsiniz. İnançsız birisinin de, yanlış inanan birisinin de kendisine göre bir “kötülük” listesi vardır. O kişi de “Ben onlardan temizlendim” der. Kur’ân’a göre tarif şarttır.
Şimdi bir ara uyarı gerekiyor. İnsanın “Tercih” yetkisiyle ilgili âyetleri o kadar çok okuduk, onu öyle kuvvetli anlatmaya çalıştık ki bir konuda uyarı gerekiyor. Bunlar hep kesret diliyleydi. Tamamı tercih yetkisi ile ilgili âyet ve hadislerden oluşan bir kitapçık hazırlasak insanlar ne yapar? Kendilerinin “Müstakilen VAR ve Muhtar” olduklarını ilan ederler, hem de âyetlerle ve hadislerle. Kur’ân’dan bu âyetleri toplayıp kitapçık yapsak siz de onu okusanız itiraz eder misiniz? Hayır. Ama sonra kuvvetle müstakilliğinizi ilan edersiniz. Hem de Kur’ân’la. İşte bu yüzden şimdi bir ara uyarı yapacağız. Çünkü bu hata yapılıyor. Kişi Kur’ân’dan tercihle ilgili âyetleri seçip onları kendi fikrine, düşüncesine, bakış açısına destek yapıyor. Bir grup böyle. Bir grup da İnsan-30 kapsamındaki âyetleri toplayıp bir eser yapıyor. Onu okuyanlar da “Bizim seçme yetkimiz yokmuş, bizim cüzî de olsa irademiz yokmuş” deyip öyle yaşıyor. İkisinin de yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bunlarla doğru başlangıç çizgisine ulaşılamaz. Kur’ân her iki yaklaşımı birlikte öğretiyor, biri diğerinden ayrı değil, ikisi beraber, ikisi birlikte. Birisi kesret diliyle, birisi ulûhiyet diliyle olan bu anlatımlardaki mânâyı “tek” yaptığınız zaman tevhid oluşur. İkisi bir olacak. Buraya kadar paylaştığımız âyetlerle kişi “Biz müstakil miyiz acaba?” dikliğine ulaşabilir. Dikkat edin, Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisinin somut tesirine kapılıp tevhid prensiplerini unutmak; veya tevhid prensiplerinin cazibesine kapılıp MTG yetkisini görmez davranmak doğru olmaz. Sadece “Tercih” ile ilgili kısmı alınıp İslâm diye bu anlatılırsa tehlikeyi görebiliyor musunuz? O yüzden bir ara uyarı yapacağız ve bunu Kur’ân’dan ders yapacağız.
İnsan-29: “Bu bir hatırlatan öğüttür, dileyen Rabbine bir yol edinir.” Dünyadaki imtihan gerçeğini fark edebilmek üzere İnsan-29 mânâsındaki ayetleri, yani tercih ile ilgili ayetleri ders yaptık. İnanan kardeşlerimiz yanlış anlamasın diye şimdi İnsan-30’u okuyacağız: “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
Biz küfrümüzü seviyoruz, küfrümüze aşığız
Öyle bir hâl ki hem çok hürsün, hem Allah dilemedikçe dileyemezsin. İkisi bir! İnsan-29 ve 30 biz anlayalım diye iki âyettir. Aslında ikisi tek mânâdır. O mânâ bir âyet olarak dünya diliyle yazılamaz. Dünya diliyle ancak böyle iki âyet olarak yazılabilir. Ama o iki âyet cennet dilinde bir cümledir. Bizim bu dünyada o mânâyı öğrenmemiz gerekiyor. Şimdi ara uyarı çerçevesinde, “Allah dilemedikçe dileyemezsiniz” âyetini anlamaya ve onu şimdilik beş kademede mânâlandırmaya çalışalım.
“Allah dilemedikçe dileyemezsiniz”in birinci kademe mânâsı şöyledir: “Sen Rabbine erdiren bir yolu tercih ediyorsun ama bilmelisin ki senin tercih kullanmanı Allah dilemeseydi, sana MTG yetkisi vermeseydi bunu yapamazdın.” En çok karşılaşılan mânâ budur, ancak Efendimiz (SAV)’in açıkladığı İslâm’a en uzak mânâ da budur. Bu yüzden de en çok bu sevilir. Neden en uzak budur biliyor musunuz? Bu mânâ “Müstakilen VAR ve Muhtar” ancak Allah’tır idrakını içermiyor. Mânâ doğrudur ama noksandır. Bir kişi Rabbine erdiren bir yolu müstakil olarak da tercih edebilir. “Allah senin tercih kullanmanı dilemeseydi, sana MTG yetkisi vermeseydi sen bunu yapamazdın” cümlesi dünyaya ait duniHİ algıyla şöyle düşünülüyor: Yanınızda çalışan birisine dediniz ki, “Sen hayır yapacaksın ama ben bu parayı sana verip de git hayır yap demeseydim yapmayacaktın.” Bu tabloda o müstakilen var, sen müstakilen varsın. Mânâ doğru ama tablo İhlâs Sûresi’ne uymuyor. Uyanık olalım. Niye hoşumuza gidiyor? Çünkü küfrümüze uygun! Biz küfrümüzü seviyoruz, küfrümüze aşığız. Allah’a olan küfre öyle aşığız ki îmanımızdan fazla! Maalesef. O yüzden küfrümüze uygun fiiller, ameller hoşumuza gidiyor.
Âyetin ikinci kademe mânâsı; “Eğer Allah dilemeseydi sen bu tercihinde Rabbini seçemezdin.” Bu da doğrudur, meâllerde bu da çok vardır. Ama bu meâl de İhlâs Sûresi’ndeki mânâyı kapsamıyor. Neden İhlâs Sûresi’ni kapsaması lazım? İnsan-30 tevhid dilidir, bu yüzden Lâ ilahe İllallah Kelime-i Tevhidini kapsaması ve tevhid âyetini de tam içermesi lazım. Kesret âyetleri tevhide benzetilerek ameller kaldırılıyor veya tevhid âyetleri kesrete benzetilerek Kelime-i Tevhid’in mânâsı kaldırılıyor. İkisi de doğru değil.
Üçüncü kademe, MTG yetkisiyle Rabbimizi tercih edişi “Müstakilen VAR ve Muhtar” olarak yapılan bir iş sanmamamız için uyaran bir mânâdır ve içine tevhidin girdiği mânâdır: “Sen Rabbini tercih ettin. Tamam, ama bu tercihi ‘Müstakilen VAR ve Muhtar’ olarak yaptım sanma. Bil ki, ‘Müstakilen VAR ve Muhtar’ olarak dileyen, hüküm veren ancak Allah’tır.” İşte şimdi mânâ yani meal tevhidi içerdi. İşte uyarı budur, diğer mânâlardan uyarı olmaz. Çünkü kesret diline uygunlar ve tevhid mânâsını içermiyorlar. Buraya biraz açıklama getirelim.
İnsan-29’da Rabbin “Dileyen Rabbini seçer” dedi, sen de “diledim, Rabbimi seçtim” dedin. Kur’ân hemen seni uyarıyor: Sakın bu seçmende o seçme yetkini (dikkat edin, yetkiniz yok demiyor) Müstakilen VAR ve Muhtar sanma. Sen Müstakilen VAR ve Muhtar değilsin. Ancak Allah. Müstakilen VAR ve Muhtar seçim yapan, hüküm veren ancak Allah’tır. Senin seçim yapman, hüküm vermen öyle değildir…
Buna şu âyetle bir açıklık yapalım.
Kehf; 23, 24: “Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (İnşâAllah demedikçe) hiç bir şey için ‘Bunu yarın yapacağım’ deme. (Bu prensibi) unuttuğun takdirde Allah’ı an ve ‘Umarım Rabbim doğruya bundan daha yakın bir yola beni iletir’ de.”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER