Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

HZ. HAMZA VE HAZRETİ ÖMER’İN MÜSLÜMAN OLUŞLARI

Kureyş müşriklerinin İslâm’a muhalefetinin bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada, kahramanlık ve yiğitlikleriyle meşhur iki kişi, Hamza b. Abdülmuttalib ve Ömer b. Hattab İslâmiyet’i kabul ettiler. Bu olay, Müslümanların güçlenmesine vesile olduğu gibi İslâm muhaliflerinde de şok etkisi yaptı. Öneminden dolayı ilk İslâm Tarihi kaynakları bu iki şahsın Müslüman oluşlarıyla ilgili olayları müstakil başlıklar altında kaydederler.
Hz. Hamza, yeğeni Hz.Muhammed’den iki yaş büyüktü ve aynı zamanda Sevgili Peygamberimizin süt kardeşiydi. Mekke Devri’nin 6’ıncı (616 M.) yılında Müslüman olmuştur.
Annesi Hâle, Efendimiz’in annesi Hz. Âmine’nin halasının kızıydı. Hz. Hamza müslüman olmadan önce uzun zamandır olup bitenleri uzaktan izliyor, bir türlü son kararı verip de müslüman olmuyordu.
Yine bir hac mevsimiydi. Zilhicce ayının bir gününde Ebû Cehil, Safa tepesinde bulunan Peygamber Efendimizin yanına gelmiş ve ağza alınmayacak sözler sarfederek O’na hakaretler etmişti. Bütün bunlara rağmen Allah Resûlü susmuş olan bitenlere cevap verme tenezzülünde bile bulunmamıştı. İstediği karşılığı bulamayan Ebû Cehil, oradan ayrılmış ve Kâbe’ye, kendisi gibi düşünen müşriklerin bulunduğu yere gelmişti.
Abdullah İbn Cüd’ân’ın hizmetçisi de, bulunduğu yerden bütün bu olanlara şahit olmuştu. Çok geçmeden Efendimiz de oradan ayrılıp hane-i saadetlerine gelmişti.
Bu arada Efendimiz’in bir diğer amcası Hamza, ok ve yayını kuşanmış vaziyette avdan dönüyordu. Hamza, heybetli ve güçlü bir delikanlıydı; Kureyş arasında herkes ondan korkar ve cesareti karşısında hayranlığını gizleyemez, karşısında olmaktansa her zaman onunla birlikte hareket etmeyi tercih ederlerdi.
Hz. Hamza çıktığı avından dönerken herkesle selamlaşır ve o günkü işini, evine gelmeden önce Kâbe’ye uğrayarak noktalamak isterdi. O gün de Hamza, her zaman olduğu gibi avdan dönerken, karşılaştığı insanlara selam veriyor; onların hal ve hatırını sorup gönüllerini almaya çalışıyordu. Nihayet, Abdullah İbn Cüd’ân’ın hizmetçisiyle karşılaştı. Hz. Muhammed’e karşı Ebu Cehil’in yaptığı terbiyesizliğe seyirci kalamayan hizmetci:
– Ey Ebâ Umâra! Biraz önce yeğenin Muhammed’e, Ebu’l-Hakem İbn Hişâm’ın (Ebû Cehil) yaptıklarından hiç haberin var mı? İşte, şurada görünce O’nun üzerine yürüdü, ağza alınmadık kötü sözler sarfederek Muhammed’e çok eziyet etti dedi ve olan biteni anlattı.
Hamza, bir anda hiddetlenmiş; sinirden damarları dışarı fırlayacak gibi olmuştu. Evet, yeğeni yeni bir dinle gelmişti; ama O’nu çok seviyordu. Bugüne kadar O’na yapılanlar karşısında pek sesini çıkarmamıştı; Belki de henüz yapılanların boyutundan habersizdi. Savunmasız bir adama, hiç suçu yokken bu kadar zulüm yapılır mıydı hiç! Ok ve yayı elinde olduğu halde Kabe’ye doğru koştu; Belli ki hedefinde sadece Ebû Cehil vardı. Artık insanlara selam vermeyi bile unutmuştu. Yolda giderken karşılaştığı herkes, onun hiddet dolu gelişini görünce telaşlanmış, olacakları merakla beklemeye başlamışlardı. Nihayet, Kâbe’ye geldi. Gözleri birisini arıyordu ve aradığı şahsı, insanlar arasında otururken gördü. Hızla yanına geldi. Oturanların ağızları yüreklerine gelmişti. Daha onun gelişini görür görmez Ebû Cehil, bugün yaptıklarına bin pişman olmuştu, ama artık iş işten geçmişti. Doğruca Ebû Cehil’in yanına geldi, yayını kaldırdı ve şiddetle vurmaya başladı. Bir taraftan da:
– Sen nasıl olur da O’na sataşır, kötü sözler söylersin? Ben de O’nun dinindenim; O’nun dediklerini diyorum. Haydi, gücün yetiyorsa benim karşıma çık da göreyim seni, diyordu.
Ebû Cehil, kanlar içinde kalmıştı. Onu bu halde gören Mahzûmoğulları Hz. Hamza’ya engel olmaya yeltenmişlerdi. Ancak Ebû Cehil buna mâni oldu:
– Ebû Umâra’yı bırakın! Gerçekten bugün ben, O’nun yeğe¬nine ağır küfürler ettim (İbn Hişâm, Sîre, 2/128-129) diyordu. Belki de maksadı, elinden kaçan Hz. Hamza’yı yeniden geri getirmekti. Belki de henüz, testinin kırıldığından haberi yoktu. Ama artık çok geç kalmıştı.
Hamza kararlıydı ve doğruca yeğeni Muhammed’in yanına geldi. Sevgili Peygamberimize İçinde bulunduğu ruh haletini anlattı; Düşüncelerini paylaştı uzun uzun kelime-i şahâdet getirdi ve bundan böyle hep yanında olacağının müjdesini verdi.
Ancak bu iradeyi ortaya koymak, öyle sanıldığı gibi kolay değildi; akşam olup evine döndüğünde nefsi ve şeytan onu kıskaca almak için zihnine soru üstüne soru atmaya çalışıyordu. Hamza gibi birisi iman safındaki yerini alıyordu ya, şeytan hiç boş durur muydu! Hemen yanında belirmiş ve:
– Hani sen, Kureyş’in efendisi değil miydin? Atalarının dinini bırakıp da gidiyor ve bir sâbiye tâbi oluyorsun? Senin yaptığını yapmaktansa ölüp gitmek daha hayırlıdır, diyerek içine kor atmaya çalışıyordu.
Ancak, aslan avcısı Hamza, artık Hz. Hamza olmuştu ve onun gibi bir irade, öyle kolay teslim olmazdı. Ancak, vesvese hâlâ devam ediyordu. Gözüne uyku girmeyen Hz. Hamza, halini Rabbine arz etmek için doğruca Kâbe’nin yolunu tutacak ve orada dua ederek kalbine düşen şüphe ve vesveselerden kurtarması için Allah’a yalvaracaktı. Artık bir yola girmişti ve o yolun gereğini de yerine getirmeliydi. Gerçekten de Allah (c.c.), bu samimi yönelişin ardından Hz. Hamza’ya musallat olan hali ondan kaldırmış ve Hz. Hamza huzur içinde yeniden evine dönmüştü.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Hz. Hamza, doğruca yeğeni Muhammed’in yanına geldi ve dünden bu yana başından geçenleri anlattı. Allah Resûlü (s.a.v.), şefkatle amcasına yöneldi ve Onunla uzun uzun konuştu; polat gibi bir imanın, üstesinden gelemeyeceği hiçbir mesele olamazdı ve Hz. Hamza da, bu imanı ortaya koyacak, şeytana pabuç bırakmayacaktı. O gün yeğeninin yanından ayrılırken son sözü şunlar olmuştu:
– İçten gelen en sâdık duygularla söylüyorum ki Sen, iyi ve doğruyu temsil ediyorsun, ey kardeşimin oğlu! Hiç endişe duymadan Sen, dinini tebliğe devam et! Allah’a yemin olsun ki, artık benim için güneşin bile aydınlığının hiç önemi yok! Çünkü ben artık ilk dinime kavuştum! (İbn Hişâm, Sîre, 2/129)
Hz. Hamza’nın gelişi, Müslümanlar için ayrı bir önem arz ediyordu. Gülmeye hasret yüzler, bir nebze de olsa tebessümle tanışmış; örselenmiş duygular sürûrla barışmaya başlamıştı. Ne büyük bir rahmetti bu; başlangıcı kötü gibi görünen bir günün sonunda Hamza gibi bir aslan avcısı gelmiş, Efendimiz’le birlikte saf tutuyordu. Ve, artık hep O’nunla birlikte hareket edecek ve yükünü kaldırmasına yardımcı olacaktı. Bundan sonra da Kureyş, aleyhte komplo kurarken Hz. Hamza’nın varlığını mutlaka hesap edecek; en azından yapageldiği bazı alışkanlıklarından vazgeçecek ve adımlarını da ona göre ayarlayacaktı.
Böylelikle Muttalib ailesi bir arınma yaşıyor; Ali ve Hamza gibi yiğitler İslâmla hayat bulurken, Ebû Leheb ve oğulları Utbe ile Uteybe gibi katı kalpliler, Allah’ın zikrinden gafil ve mühürlenmiş kalpleriyle imana sırt çeviriyorlardı. Gelecek bir ayet, konuyu şöyle özetleyecekti:
“ Allah’ın, göğsünü İslâm’a açması sebebiyle, Rabbi tarafından nûra kavuşan kimse, kötü tercihi sebebiyle fıtratını değiştiren, kalbi katılaşan ve göğsü daralan kimse gibi olur mu hiç? Kalpleri, Allah’ı anma hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, besbelli bir sapıklık içindedirler!” (Bkz. Zümer, 39/22; Vâhidî, Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, s. 383)
Hz. Hamza son derece cesûr, kuvvetli, gözünü budaktan sakınmaz bir kişiydi. Kendisinden üç gün sonra da Ömer Müslüman oldu. Bu ikisinin Müslüman olmalarıyla, Müslümanlar büyük destek buldular.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER