Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İHLÂS HAYAT DÖNGÜSÜ’NDE OLABİLMEK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Ekim 2017 Cuma 13:58:53
 

– 48-
Biz acaba günlük yaşantımızda, fıtri ahdimizi (yeminimizi) bozmamak, Allah’tan korunmuş olmak ve kalbimize furkan yerleştirilmesi için bir şey yapıyor muyuz? Evet, elhamdülillah. Bilmeden çok önemli şeyler yapıyoruz. Bilmeden yapmak nasıl olur, onu bir örnekle açıklamaya çalışalım.
Tarafınızı belli edin!
Bazen ilaç alırken ilacın ne olduğunu ve nasıl etki ettiğini bilmeniz çok önemli olmaz, çünkü tesirini gösterir. Yeter ki ilacı kullanın. İlacın etki tarzını bilmen, bilmemen değil, ilacı alman önemli. Bazı kimselere bir ilaç önerirsin, gider prospektüsü inceler, günlerce ilaç hakkında düşünür taşınır, miadı dolacaktır ama bakarsın ki ilaç hala duruyor, o hala prospektüs incelemekle meşgul. Bazısı da öyle güvenir ki hemen ilacı alır, kullanmaya başlar. Prospektüsünü okudun mu diye sorarsın. Okumamıştır. Ama ilacı alıyor. İlaç ona tesir eder. Bunun gibi, yemini bozmama yolunda bilmeden aldığımız ilaçlar vardır. “Biz yeminlerini bozanlar değiliz” diye haykırdığımız, tarafımızı belirtmeye çalıştığımız ilaçlar vardır. Neden taraf belirtmek dedik? Çünkü Hakk yoldan yana taraf belirtmek önemlidir. Bu konuda hisse çıkaracağımız bir kıssa paylaşalım. Hazreti İbrahim ateşe atılacak, şölen olsun diye Nemrut bunu ilan ediyor, karınca da duyuyor, ama çok uzak bir diyarda. Ağzına su alıyor ve düşüyor yola. Yardım edecek! Yolda arkadaşları görünce soruyorlar; ne yapıyorsun, bu telaşla, ağzında suyla nereye? Duydum ki, İbrahim aleyhisselam ateşe atılacakmış, onun ateşini söndürmeye gidiyorum. “Bre mübarek” diyorlar, bir kere ağzındaki su yetmez, bir de yetişemezsin ki. “Ben de biliyorum, ama Allah’a tarafımı belli ediyorum” diyor; Hangi tarafta olduğumu Allah’a belli ediyorum.
Tövbenin şahı nasıl olur?
Bizim yeminle ilgili olarak Allah’a tarafımızı belli ettiğimiz şeylerden birisi Seyyidül İstiğfar’dır. Seyyidül İstiğfar İstiğfarların Efendisi demektir; tövbelerin en mükemmeli, tövbelerin en üstünü, tövbenin şahı. Hani bir konuda, “bu işin şahı, bu işin piri” denir ya, işte bu da tövbenin şahı.
“Allahümme ente rabbî, la ilahe illa ente halaktenî ve ene abdüke ve ene ala ahdike ve va’dike mesteta’tü, euzü bike min şerri ma sana’tü ebûü leke bi nı’metike aleyye ve ebûü bi zenbî, fağfirlî zünubî feinnehu la yağfiruz zünube illa ente, birahmetike ya Erhamer rahımîn.”
Mealen: “Allahım, Rabbim sensin. Tanrılık iddiaları yoktur, yalnız beni yaratan sen. Ben senin kulunum ve gücüm yettiğince sana verdiğim ahdü va’d üzere sabitim. Fiil ortaya koyma yetimin yeteneğimin şerrinden sana sığınırım. Bana ihsan buyurduğun nimetini itiraf eder günahlarımı da itiraf ederim. Bununla beraber günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak yoktur. Ya erhamer rahımiyn, ancak rahmetiyle sen bağışlarsın.”
Gücüm yettiğince (“gücüm yettiğince” ifadesi çok önemli) Sana verdiğim ahd-ü va’d (yani yeminim) üzere sabitim” diyoruz. Yemin’in önemini hatırlayın. Burada kişi bilmeden ilacı alıyor, yeminle ilgili ayetleri, onun önemini bilmese de ilacı alıyor, Furkan oluşturacağını bilmeden o ilacı alıyor, “Allahım, tarafımı belli ediyorum; ben yeminini bozanlardan değilim” diyor. Ve merhamete bakın, “gücüm yettiğince” diyoruz, bize böyle söylememiz öğretilmiş. Bu tövbe öğretilirken seni korusun diye içine “mesteta’tü” konulmuş. “Ya Rabbi, gücüm bu kadar yetti” diyebilesin diye. “Söz vermiştin, böyle demiştin, ne var ne yok?” denildiğinde, “gücüm bu kadar yetti Allahım” diyebilesin diye oraya “mesteta’tü” konuluyor. Yani ilacın içine merhamet şırınga edilmiş, içmesi kolay olsun diye. Evet, ben senin kulunum ve gücüm yettiğince sana verdiğim ahd-ü va’d üzere sabitim. Fiil ortaya koyma yeteneğimin şerrinden sana sığınırım. Bana ihsan buyurduğun nimetini itiraf eder günahlarımı da itiraf ederim. Bununla beraber, günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak yoktur. Ya erhamer rahımiyn, ancak rahmetiyle sen bağışlarsın.
Efendimiz (SAV) buyurmuşlar ki; “kim inanarak ve idrak ederek, karşılığını Allah’tan bekleyerek bu istiğfarı gündüz okur ve gece olmadan ölürse, o kişi cennete gider ve yine gece okur da sabah olmadan ölürse o da cennet ehlinden olur”.
Daima bir amel yakala, daima!
Allah’a yeminimizi, tarafımızı belli ettiğimiz bir diğer duayı da paylaşalım. Bu dua da bize hadisle öğretilir:
“Allahümme lekel hamdü, la ilahe illa ente rabbî ve ene abdüke amentü bike muhlisan leke fî diynî. İnni esbahtü ve emseytü ala ahdike ve va’dike mesteta’tü, etubü ileyke min seyyi’i amelî ve estağfiruke bi zünûbilletî la yağfiruhâ illa ente.”
Mealen: “Allahım hamd sana aittir. Tanrılık iddiaları yoktur, ancak Rabbim olan sen. Ve ben sana ihsanla iman ettim. Kesinlikle. Gücümün yettiğince sana verdiğim ahd-ü va’d hal üzere sabahladım ve akşamladım. Beşer olarak yaptığım bâtıl amellerin günahı için tövbe eder ve “estağfirullah” derim. Başka bağışlayacak yoktur, ancak sen.”
Bu hadiste yemin var. Efendimiz (SAV) yemin ederek buyuruyor ki: “Vallahi de billahi, her kim bu istiğfarı sabah ve akşam üçer kere okursa, o mutlaka cennete gider.”
Efendimiz (SAV)’in sadra şifa böyle bir önerisi var… Çok iyi bildiğiniz bir başka ilaç daha var, onu da paylaşalım ki inşaAllah zihnimizde bir başka boyut açacaktır.
“Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasulühu.”
Kelime-i Şehadet! İşte bu kelime-i şehadet dahi aslında “ben yeminini bozanlardan değilim, şahadet üzereyim” manasına gelmektedir, Kelime-i Şehadet’in başlangıçtaki esas manası budur, zaten eğer bu manayla başlarsan ilerisi şahitliktir. Eğer ben şahadetim üzere sabitim manasıyla bunu söylersen dünyada da sana şahitlik açılır. Öyleyse, Kelime-i Şehadet’teki zahiri, oradaki sana yönelik zahiri, kendine ait zahiri yakala. Yani daima bir amel yakala, daima! Çünkü ancak o yakaladığın zahir/amel noktasından tutunup tırmanabilirsin. Billahi imanını deklare etmişsen salih amel halatını bir yerinden tutmalısın. Oysa kişi tasavvufla (İslam’la) ilgileniyorum diye ne yapıyor? Tefekkür ediyorum diye gözünü kapatıyor, gece gündüz bir hayalle gidiyor. Ya, o Ömer Hayyam işi, sarhoş olursun! Kişi gözünü kapatıp diyelim ki bir halat düşünüyor, uyanınca da halatı aşkla tarif ediyor. Oysa zahirde ne öyle bir halatı tutmuş, ne o halata çıkmış! Hiçbir şey yok, sadece ham hayal! Halatı bir yerinden tutmalı ve tırmanmalısın, yani amel etmelisin! Amel çok önemli! Doğru halatı tutmak ve o halata tırmanmak çok önemli. Öyleyse o halatı tut ve tırman. İşte Kelime-i Şehadet’in tutulacak en önemli yeri, önce ondaki bu şehadet manasıdır, “ben yeminini bozanlardan değilim, şehadetim üzereyim, fıtri ahdimi bozmadım, o ahd ve o va’d üzereyim” demektir.
Ayet manalarını kendinize
hitap eder hale getiriniz

Kelime-i Şehadet bir bütündür ama biz onu iki kısım gibi görürüz. Onun devamı “ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasulühü” beyanıdır. Kelime-i şehadetin ilk kısmında “Yeminimi bozmadım” demiştik. Bu kısımda da şahitlik devam ediyor: “Yemini bozmayanların ne yapacağını kulun ve elçin Muhammed (SAV)’den öğrendim ve onu tasdik ettim” diyoruz. İşte ancak bu manası ile şehadet ettikten sonra kişiye daha ileri şehadet açılır. “Eşhedü en la ilahe illallah” bir bilgidir, bu bilgi sana işlendi. “Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu” o bilginin amelidir. Bunu fark eden kul hemen bir şey yapıyor. Niye? Hakk yolda tercihte bulunuyor ve onun ameline koşuyor. Niye? Çünkü Şems Sûresi 8. ayet ona öğretti; “fücurun (sapman) şu olur, takvan şu olur” dedi.  İşte her ikisini de sen Efendimiz (SAV)’den gördün. Yani Risalet bilgisiyle onu öğrendin, reçete de Nübüvvetle geldi.
Yemini bozanı, er-Rasulü ihraç edeni ve hep savaş açanı net olarak fark ettik. İşte bütün bu özellikleri sende bulunduran bir yapı “A” Takdim Formu yapısıdır. İşte ayet, “A” Takdim Formu dediğimiz bu asi yapıyı kendi zannedene, ona “BEN” diyene sesleniyor. Dikkat edin, hitap o yapıya değil, “A” Takdim Formu’na değil, ona “BEN” diyene, sana: “O halde onunla ve onlarla savaşın!” Çünkü:
 “İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla mücahede edenler derece itibarıyla Allah indinde daha azimdir, işte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Tevbe-20)
Ayette “iman eden”den kasıt “Amentü Billahi” diyendir, yani (Allah’ın dünu/dışı yoktur, müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah’tır) idrakıyla iman edendir.
Manaları günümüze getiriyoruz, yani kendimize hitap eder hale getiriyoruz. Öyle olunca, hicretin de bize yönelik anlamını paylaşalım. “Hicret eden”, Billahi anlamda nefs-i levvameye girip nefs-i levvamede seyr-i sülukta olan demektir. Bir kul ki her şeyini hicret yolunda yüklenmiş seyr-i sülukta, işte o hicrette…
“Allah yolunda olan” ise, İhlâs Hayat Döngüsü’ne girmiş ve bu döngünün içerisinde ilerleyendir (İhlâs Suresi’ndeki manayı fark ve kabul edip öyle yaşamaya çalışandır) ki bütün paylaşımlarımız bu mananın anlaşılması ve yaşanması gayretidir.

İNŞİRAH-48-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER