Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İMAN DEĞİL BİLLAHİ İMAN

Muhtariyet’i ve Muhtariyeti Tercih Gücü’nü ele aldığımız yazılarımızda İhlâs Suresi’nin bize “Allah Ehad’dır” gerçeğini öğrettiğini, yani gerçek VAR ve gerçek MUHTAR olanın Allah olduğunu anlattığını, gerçek VAR ve MUHTAR olmanın şartının Ehadiyet yani dışı ve sınırı olmayan Zata ait teklik olduğunu görmüştük. Zaten biz; Allah Ehad olduğu için yani gerçek VAR Allah olduğu için, ayrıca bir VAR ve Muhtar olan olmadığı için, bu manayı ifade etmek için “Allahuekber” diyoruz…
Bu yazımızda, “iman”ı değil de, gerçek VAR ve MUHTAR olanın ancak ALLAH olduğunu duyan, kabul eden, bunu bilen ve bu bildiği hakikate uygun yaşayan kulun imanını, “Billahi iman”ı tefekkür etmeye çalışacağız.
“Neden iman değil de Billahi iman?” diyoruz, bunu anlamak üzere önce bir durum tespiti yapalım. Bilelim ki İslamiyet Allah’a inanma dini değildir; İslamiyet’i Allah’a inanma dini zannedenler bu bakış yüzünden İslamiyet’i yaşayamazlar; dindarım diyenler bile… İslam’ı Allah’a inanma dini sananların İslamiyet kurallarını önce kavrayabilmeleri, anlayabilmeleri sonra da yaşayabilmeleri zordur. Bir sorumluluk, bir borç, bir görev olarak algıladıkları için İslam’ın önerileri, onlar itiraf edemeseler bile, onlara yük gibi gelir ve inandım deyip amelle meşgul olmak onlar için zamanla sıkıntı olmaya başlar. Amelle meşgul olmak ile salih amelle yaşamak çok farklı şeylerdir. Bir Yahudi, bir Hristiyan olabilmek için Allah’a inanmak yetse de İslamiyet “Allah’a inandım” demekle yetinilen bir din değildir, “Allah’a inandım” demek, Efendimiz (sav)’in tebliğini anlamaya ve yaşamaya yetmez. Çünkü biz İslam’a Kelime-i Şehadetle gireriz. Yani Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’in Rasulullah ve Nebiullah oluşuna şahitlik eder ve O’nun tebliğini anlayıp tabi olmakla Allah hakkında yaşayacağımız tanıyışa sanki o an şahit olmuşuz gibi “Eşhedü en La ilahe İllallah…” diyerek İslam’a gireriz. Dikkat edelim ki girmek işi bitirmiş olmak demek değildir… İslamiyet “Amentü” değil, “Amentü Bi” dinidir; yani Biz “Amentü Billahi” demekle Allah’a O’nu tanıyarak, O’nu tanımaya çalışarak yani Allah hakikatine şahitlik ederek, O’nu görüyor gibi bir iman ile iman ettiğimizi ifade etmekteyiz.
Evet, görüyoruz ki İslam Allah’ı tanıma dinidir. Yani İslam’ı kabul etmekle, müslüman olmakla bir kişi için olmazsa olmaz bir hedef var: Allah’ı tanımak! Eskiden buna “marifetullah” denirdi. Bu olmadan iman tahkike ulaşmaz, müslümanlık şekilde kalır. Bu yüzden, kişi eğer ki Allah’ı tanımıyorsa İslamiyet’i yaşayabilmesi mümkün değildir. İlmihalde yazılı kuralları yerine getirebilir, İslamiyet’le ilgili hukuki kuralları, sosyal veya bireysel kuralları (fıkhı) yerine getiriyor olabilir. Bu kuralla çok önemli olmakla birlikte bilelim ki; o kuralların yerine getiriliyor olmasına Allah’ın bir ihtiyacı yoktur ve İslamiyet o kuralların yerine getirilmesi değildir. O yaşantıya belki Müslümanlık diyebiliriz yani kişinin veya toplumun İslamiyet’ten anladığı kadarına, islam diye uyguladıklarına Müslümanlık diyebiliriz. Dolayısıyla bu Müslümanlık bir insanı, bir toplumu geri bırakabilir. Ama İslamiyet asla geri bırakmaz; mümkün değil! Çünkü Müslümanlık uyguladığınız kurallardır ve siz eğer İslamiyet’i yeterince kavrayamamışsanız uygulamalarınızdan oluşan Müslümanlığınız yanlış olabilir ve o yanlışlık sizi veya toplumu geri bırakabilir. Çünkü esas olan İslamiyet’i yeterince kavrayamamaktan kaynaklanan bir yanlış Müslümanlık uygulaması var!
Demek ki mesele iman değil tanıyarak iman; yani Allah’ı tanımak; yani şahitlik. Şehadetle, şahitlik edilerek yapılan bir iman! “En mükemmel din” oluşu sebebiyle İslam Allah’a doğru iman üzerine oturur, bu sebeple İman’ın ilk şartı budur. Ve bu imanla yapılacak namaz oruç, hac, zekat davranışlarının hayat tarzı haline getirilmesi ile de İslam inşa edilir. Efendimiz (sav) bunu bize hepimizin bildiği şu hadisi ile öğretir: “İslam beş üzerine kurulmuştur: ‘La ilahe illallah’a şahitlik etmek, salatı ikame etmek, zekatı vermek, Ramazan orucu ve Hac.” Bakın burada da ilk şart Allah hakkındaki kelime-i tevhide şahitliktir, O’nu doğru tanıyarak amellere başlamaktır. Böyle olduğu için Allah’ı razı olduğu şekilde tanıyarak iman etmeye “Billahi Manada İman” demekteyiz.
İslam’ı kabullenemeyen ehl-i kitaba bakınca da, müşrik dediğimiz yanlış bir Allah algısıyla inandıkları için Efendimiz (sav)’in açıkladığı manada Allah’ı tanıyarak inanmayı reddedenlere bakınca da çok net olarak görmekteyiz ki o dönemde de bu dönemde de “Allah’a inanmak” yetmiyor, Allah’a tanıyarak inanmak gerekiyor. Yani “iman” eden değil “Billahi Manada İman” eden olmamız önemli! Bunu Safa Tepesi’ndeki Efendimiz (sav)’in tebliğinden ve O’nun yaşantısından anlıyoruz. Efendimiz (sav) “kalk ve tebliğ et” emri aldığında İslamiyet’i ilk kez tanıtmaya başladığında “El Emin” olarak “Ey insanlar, bana güvenir misiniz, inanır mısınız?” dediğinde beyan edilen topyekûn güvenden sonra onlara “Gelin, Allah’a inanın” demedi. Çünkü orada toplananların hepsi bir Allah’a inanıyordu ama Allah kendi zannlarıyla oluşturdukları ve Allah dedikleri bir algıya… Bu sebeple, dikkatle ve muhabbetle yaklaşan bir kişi hemen fark edecektir ki Efendimiz (sav) Sefa Tepesi’ndeki tebliğ mesajında mana olarak “Ey insanlar, gelin Allah’a inanın” demedi. Oysa biz, Efendimiz (sav) insanları Allah’a inanmaya çağırdı zannediyor ve “inandık” deyip işin bittiğini düşünüyoruz. İşte bu yetersiz bakışı düzeltecek şey “iman” değil “Billahi Anlamda İman”ı önemsemektir. Aksi halde İslamiyet öncesi din ehlinin mentalitesinde yaşamak durumunda kalacağız demektir ki; bu hem Efendimiz’i yeterince önemsememek hem de İslamiyet’i anlayamamak manasına gelir.
Anladık ki; Efendimiz (sav) o gün ve bugün bize “Gelin Allah’ı tanıyın, tanıyarak iman edin!” diyor. Bu amaçla bizi, anlaşıldığı zaman insana ufuklar açacak olan kelimeye Kelime-i Tevhid’e, Kelime-i Şehadet’e davet etti: “(Eşhedü en) La ilahe illallah ve (Eşhedü enne) Muhammeden Abduhu ve Rasulüh.”
İşte tam da bu sebeple Nisa Suresi 136. Ayet; “Ey iman edenler (inanıyorum diyenler, inandığını düşünenler ve inanmak isteyenler), Allah’a Billahi anlamda inanın!” buyuruyor. Yani “inandım” demek, iman etmek yetmez; Allah’ı tanıyarak şahitlik edeceğiniz doğru imanı yakalayın buyruluyor. Doğru imanı yakalamak ancak Billahi manada imanla olacağı için, inanan olarak Billahi imanı ve onun nasıl yaşanabileceğini önemsemeliyiz. belki de hayattaki tek önemli,, en önemli işimiz bu olmalı… Çünkü Efendimiz (sav), Kur’an ayetleri ve günde beş defa Ezanımız bizi sadece buna davet ediyor!
Davet edildiğimiz bu Billahi Manada İman, insanın dünya hayatına geldiğinde kendini içinde bulduğu “Muhtariyet” hissini yani “Allah’ın dışı var ve ben O’nun yarattığı ama O’nun dışında olan, müstakilen var bir kulum” hissini “La ilahe” diyerek reddetmemizi sonra da “İlla Allah” diyerek şahitliğe başlamamızı önermektedir. Muhtarlık hissi bir şekilde “İlahlık Hissiyatı”dır ve asıl şirktir; gizli şirk denilendir. İşte Allah’a asıl eş ve ortak koşan bu halin önce reddi sonra da terki ile biz Hakk Yol ile tanışırız ki bunun adı, bunun yolu “Billahi İman”dır; yani “Amentü Billahi” demektir. “Amentü Billahi” diyen bir kul olarak biz aslında diyoruz ki: Mutlak ve gerçek anlamda Allah’ın varlığına iman ettim. Benim varlığımın, var görünüşümün O’nun varlığı ile Onun Vahidül Ehad oluşu ile, O’nun Vacibül Vücud (Mutlak Var) oluşu ile kaim olduğuna; varlığımın yani var görünüşümün O’nun esmalarıyla yani O’nun özellikleriyle, O’nun kanunları ve dilemeleri ile olduğuna; O’nun varlığının dışı sınırı, öncesi sonrası olmadığına, bu sebeple dışında (duniHİ, dunillah) bir varlığımın ve özelliğimin olmadığına iman ettim. Bu manayı deklare etmek Billahi anlamda imandır! Kulların Var Görünüşlerini ve hissedişlerini Muhtariyet söz konusu olmaksızın yaşamaları, yani Allah dışında ayrıca bir his sahibi (müstakilen varlık ve hayat sahibi) olmadığını bilerek yaşamaları esastır ki bu Allah’a eş ve ortak koşmaksızın iman demektir. “Amentü Billahi” budur. Önemle ve çok sık kullandığımız “Billahi” manada iman yani “B” kapsamında iman budur. (Dündar, Y. Sen Tanrı mısın?)
Gerçek var Allah olduğu için ve Allah zaman ve mekândan münezzeh olduğu için yani sınırı ve öncesi sonrası olmadığı için kulların varlıları birer “var görünüş”tür. Bu algı “iman”la elde edilemez ancak “Billahi Manada İman” ile mümkün olur: Amentü Billahi! Hem iman edip hem de var görünüşünü “gerçek var” zannederek Allah’a eş ve ortak koşma hali bu sebeple çok yaygındır. Oysa Billahi Manada İman eden için bu mümkün değildir!
Yazımıza başlarken belirttiğimiz gerçeği hatırlayalım: Ehad ismi! Bu ismi İhlâs Suresi bize önemle öğretiyor, lütfen biz de çok önemseyelim! Ehad oluşuyla Allah dışı ve sınırı olmayan Zat’tır. Zat’a ait teklik eşi benzeri olmayan bir tekliktir, sadece O’nu tarif eder! İşte bu tarif üzerinden iman eden kula İhlâslı kul denir, bunu öğreten sureye de İhlas Suresi! Bu sebeple biz “gerçek var” olan Allah’ı tanımaya İhlâs Suresi ile başladık ve anladık ki; gerçek var olan Allah alternatifi olmayan VARLIK (Mülk, Güç ve Hüküm) sahibidir. Bu durumda biz kulların varlıkları, Allah’ın “Ehad” oluşu gibi olmayıp, O’nun varlığında birer görüntüden ibaret suretlerdir. Allah bu suretlere dünya hayatına mahsus olmak üzere kendi hürriyetinden verdiği hürlükle onların Hakk ve Batılı hür olarak tercih etmelerini dilemiş ve kulların sorumluluğu ve bu sorumluluğun cehennem ve cennet gibi sonuçları oluşmuştur. Bu bakışla kişi “Güç sahibiyim, hüküm ve mülk sahibiyim. Güç sahibiyim çünkü bulunduğum şehrin ileri gelen tüccarlarındanım; hüküm sahibiyim çünkü verdiğim kararlar sayesinde iş ağım büyüyor; mülk sahibiyim (mülk aslında yönetim demektir ama halk arasında mülk mal gibi anlaşıldığı için bu kelimeyi kullanıyorum) çünkü kazandığım parayla yeni mülkler alıyor, yatırımlar yapıyorum.” diyebilir. Ancak bunları “Billahi İman” ile Allah adına ve Biiznillah yaşayan müstesna! Bunu kendine ait müstakil güç, hüküm ve mülk sahibi gibi yaşayanlar, Asr Suresi gereği hüsrandadır… Hiç bir kul Allah hükmü gibi hüküm veremez; mülk ve güç sahibi değildir!
Sonuç olarak: Kendimizi Allah’a eş ve ortak koşmayan iman Billahi İman’dır. Bu iman sebebiyle dünya yaşantısında birbirimize göre var halimizin “var görünen” olduğunu bilerek yaşayacağız; görüntüyle sınırlı hissetmeye de “Kendinde Kendine Göre Var” olan diyeceğiz. Bu tanımları yaptıktan sonra inşaallah Rabbimiz Allah’ı tanıma adına doğru bir yol kat edebiliriz ve bize hep çok güzel, çok hayrlı kapılar açılacak demektir, Biiznillah…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti