Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 33 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Mart 2019 Salı 13:22:07
 

Önceki yazımızda dedik ki, “emir anı cümlesi iman içindir, fiil anı cümlesi amel içindir ve ikisi beraberdir; ikisi “amenû ve amilus salihati” olarak ifade edilir. Bunu anlamak üzere bir örnek verdik: “Bir insan günah işlediği için cehenneme gider” cümlesi amel içindir, “bir insan cehennemlik dilendiği için günah işler” cümlesi ise imanımız içindir. Ulaşılması ve dikkat edilmesi gereken noktanın bu iki cümleyi tek cümle gibi anlamak olduğunu paylaşmıştık. Neden? Fuadımızın ulaştığı noktayı izlemek ve anlamak için. Çünkü fuadın izlenebilir özellikte ulaşılabileceği nokta kul için dönüm noktasıdır. Fuad analiz ve sentez yaparken ulaştığı sonucu bu noktaya sabitleyebilirse orası onun için bir dönüm noktasıdır ve bu dönüm noktası Kur’an’ın Dili’yle ilgilidir demiştik. Kur’an ayetlerinin bir kısmının kesret şartlarına uygun dil ile bir kısmının ulûhiyet şartlarına uygun dil ile olduğunu paylaşmıştık.
 Fuadı sabitleyeceğimiz nokta işte burasıdır: Kesret şartlarına ait cümleler ile ulûhiyet şartlarına ait cümleleri tek cümle yapmak. Bu başarıldıktan sonra iki cümle üst üste getirilip çakıştırılmalıdır. İşte aslında fuadın başarması gereken budur: Fuad okumayı ancak kesret şartlarına ve ulûhiyet şartlarına ait iki cümleyi çakıştırarak öğrenebilir, ancak o zaman Kur’an’ı okuyabilir demiştik.
Kesret ve ulûhiyet şartlarındaki bazı ayetleri çakıştırarak okumayı örnekleriyle göreceğiz inşaAllah. Siz bunu yaptığınız zaman bir şeyi başarmış olursunuz: Evvel, Ahir, Zahir ve Batın’ı birleştirip, çakıştırıp tek yapmış olursunuz. “Tek görüntü” ancak çakıştırdığınız zaman çıkar. Ne gibi? Çok benzemese de anlamak için faydası olacak bir şeye benzetelim. Bir ışık tayfında, prizmada baktığınız zaman mor ötesi ve kızıl ötesi ışıklar yayılır. Biz onları gökkuşağında görürüz. Bir onları ayrı ışıklar gibi görmek var, bir de tek ışık yapıp beyaz ışık gibi görmek var. Kur’an’ın cümlelerini öyle tek ışık yapıp beyaz ışık gibi görmek lazım. Vahidiyeti o zaman kavrar kişi ve bir anda sıçrar, bir anda.
Bu doğrultudaki iki ayetle devam edelim: İnsan Sûresi 29 ve İnsan Sûresi 30. Eğer kişi bu iki ayeti okuduğunda İnsan-29’a fazla bağlanır da İnsan-30’u ihmal ederse yanlış yapar. İnsan-30’a daha fazla bağlanır da İnsan-29’u ihmal ederse yine yanlış olur. Doğru yaklaşım, o iki ayrı ayetin ikisini de kabul etmekle başlar ki bu başlangıç içindir. Hedef ikisini birleştirmektir, çakıştırmaktır. Kim ikisini tek bir ayet gibi anlarsa o başarır.
İnsan-29: “Muhakkak ki bu bir tezkiredir (öğüttür), dileyen Rabbine bir yol edinir.”
Bu ayet bir amel cümlesidir.
İnsan-30: “Dileyen yok, ancak Allah diler. Muhakkak ki Allah Aliymen Hakiyma’dır.”
Bu da iman cümlesidir ve bu meallerin daha ileri manaları da mevcuttur.
İnsan-30’daki manayı en azından şöyle görmek lazım: Bir kulda var görünen zann, yani kuldaki “benim” diyen ve var görünen zann, “diledim” diyerek bir olaya sahip çıkmadan önce onu Allah dilemiştir. Bu başlangıç anlatımıdır ve kulun işi anlaması için bir anlatımdır. İnsan-30’u hatta kaderi biraz anlayabilmesi için bir başlangıç anlatımıdır, daha ileri cümlelere taşınacak bir başlangıçtır, son değil. Tekrar edelim: Var görünen zann, yani “ben” diyen zann bir olaya “diledim” diyerek sahip çıkmadan önce o olayı Allah dilemiştir.
Hem bunun daha iyi anlaşılabilmesi için hem de tefekkür edebilelim diye şöyle bir cümle kuralım. İnsan-29’da “dileyen Rabbine bir yol tutar” diyor. Rabbine! Hemen altında bir sonraki ayet İnsan-30 ise “ancak Allah diler!” buyuruyor. Dikkat ediniz; 29. ayette “Rabbine bir yol tutar, Rabbine yönelir” dedi, yani “RAB” kelimesi geçti. 30. ayette “dileyen Rabbidir” demiyor, “dileyen Allah’tır” diyor. Bu nüansı inşaAllah araştırır, tefekkür ederseniz olaya daha yaklaşan sonuçlar elde edersiniz. Bu ayetlerdeki “Rabbine yönelir” ve “dileyen Allah’tır” ifadelerini çakıştırıp tek bir ışık yaparak fuadın sonuca varması ve ona göre fiil üretmesi, Rabbimizin hepimize lutfettiği bir hal olur inşaAllah.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bize öğrettiği çok önemli bir dua ile devam edelim: “Yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbiy ala diynike.” Efendimiz (SAV)’in bu duayı çok sık yaptığı eşlerinden rivayet ediliyor. “Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy ala diynike; ey kalbleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzerine sabitle.” Aslında manasında “dilediği tarafa” ifadesi yazılı olarak yok, ona “kalbleri döndüren” diye geçiyor. “Dilediği tarafa” anlamının manaya girmesinin özel sebebi, seslenişin Allah’a olmasıdır. Böyle bir seslenişi, insana yapacak olsanız dilediği tarafa döndüren diyemezsiniz. Çünkü insan kendisine bir talimat verilmiştir, onu yapar. Yâ mukallibel kulûb; kalbleri kalbeden demektir. “Kalp etmek” Allah’a mahsustur, ama “çevirmek” insanın da yapabileceği bir şeydir. Burada sesleniş Allah’a olduğu için ve “Yâ Mukallibel Kulûb” özel bir isim haline geldiği için mana verirken “dilediği tarafa çevirir” diyerek bu özelliği orada rahatlıkla kullanıyoruz. “Ey kalbleri dilediği tarafa döndüren” ifadesi, duanın idrakını kavrayabilmek için de önemli. Bu manaları Kasas Sûresi 68 ve İnsan Sûresi 30. ayetten de öğrenmiştik. Bu ayetler “dilediği tarafa” manası için bir delil olarak hatırlanabilir.
Aslında bir şeyi hep söylüyoruz, yeri geldikçe de hatırlatacağız: Allah için kurulan cümlelerle insan için kurulan cümlelerin mutlaka farkının olması lazım, mutlaka! İnsan için ve insana hitap ediyormuş gibi kurulan cümleler Allah için de kullanılırsa çok yanlışlıklar içerir.
Bu hatırlatmadan sonra duamıza dönelim. “Neden bu duayı çok yaparsın ya Rasulallah?” diye sorulduğunda Efendimiz buyuruyorlar ki; “kalbi Allah’ın iki parmağı arasında olmayan insan yoktur. Dilediğini sebat ettirir, dilediğini de kaydırır.” Bu açıklama üzerinden bize lazım olan kulvarda basamak basamak ilerleyip önemli bir kelimeye gelmeye çalışacağız. Bu basamakları dikkatli izleyen konuyu yakalamış olur inşaAllah.
Mukallibel Kulûb kalbleri dilediği/istediği tarafa döndürendir. Şimdi cümleyi başka bir şekilde kuralım: Mukallibel Kulûb kalbleri bir halden başka bir hale çevirendir, kalbedendir. “Kalbetmek” ifadesi ayetlerde gece ve gündüz için de geçer, bazı ayetlerde gece ve gündüzün bir halden bir hale çevrildiği, kalbedildiği geçer. “Kalbleri bir halden başka bir hale çeviren” cümlesini biraz ilerletelim.
“Kalbleri” ifadesinden şimdilik şunu anlayalım. Tabi biz özellikle insanı ele aldığımız için insanı düşünüp şöyle bir tarif yapalım: Kalb, kulda/surette yani Allah’ın dileğinin suretinde idrakı oluşturan esma kompozisyonudur. Surette idrakı oluşturan esma kompozisyonu kalbdir. Surette idrakı oluşturan esma kompozisyonuna biz bu basamakta kalb diyelim. Bunu ilerleteceğiz, şimdilik bulunduğumuz basamakta böyle diyelim. Bu basamaktaki bu tarif yüzündendir ki meallerde kalb yerine “idrak” da kullanılıyor. Oysa idrak bir sonuçtur, kalbin karşılığı değildir. Kur’an’da geçen kalb’i Türkçeleştireceğim diye yerine kullandıkları “idrak” aslında bir sonuçtur. “İdrak” yazmak yanlış değildir ama idrak “kalb” demek değildir, kalbin tamamı değildir. Kalb idrakı oluşturandır, idrakın oluşmasına sebep olan esma kompozisyonunun tamamının ismidir. Kalbten süzülen sonuçlar vardır ve bunlardan birisi idraktir. Mesela, oradan süzülen sonuçlardan biri gönüldür, bir diğeri nefstir. Bunlar kalbin kendisi değildir; kalbin dünya şartlarında vehimsel irtibatını sağladıktan sonra görülen sonuçlardır, o sonuçlara verdiğimiz isimlerdir. Meallerde kalble ilgili bir mana verileceğinde bakılıyor, o mana gönül sonucuna uygunsa kalb yerine gönül yazılıyor, öyle meallendirmişler, idrak sonucuna uygunsa idrak demişler. En güzeli orijinal kalbi değiştirmemektir. Çünkü kalbin ayrı bir manası vardır. Parantez açıp, idrak veya gönül sonucuna göre yorumlar yapılabilir ama bunların hiç biri kalp demek değildir. İdrak, nefs ve gönlün birer sonuç olduğunu; kalbin dünya şartlarında vehimsel irtibatını sağladıktan sonra görülen sonuçlar olduğunu fark ettik değil mi? Mesela bu sonuçlardan birisi de şuurdur. Şuur da bir sonuçtur, bu yüzden onu da “kalb” yerine yazarsanız mana eksik olur. Çünkü Kur’an şuur kelimesini de yeri gelince kullanmıştır, Zümer Sûresi 25. ve 55. ayetlere bakarsanız “şuur”u görürsünüz. Demek ki Kur’an şuuru biliyor ve kullanıyor! O bir sonuç! Kalp çalışırken o anki işlevine göre bir sonuç. İşte biz bu yüzden kurduğumuz cümlede “ya mukallibel kulub; kalbleri bir halden başka bir hale çeviren” dedik.
 “Ya mukallibel kulub; kalbleri bir halden başka bir hale çeviren” cümlesindeki kalb için şimdilik şöyle düşünelim: Kalb, surette idrakı oluşturan esma kompozisyonudur. Mukallibel Kulûb, işte bu esma kompozisyonunu dilediği bir halden dilediği bir başka hale çevirendir. Bu yüzden o duayı çok yapıyoruz:
Ya Mukallibel Kulub, sebbit kalbiy ala diynike: Ey kalbleri dilediği hale çeviren, kalbimi dinin üzerine sabitleyiver (AMİN).

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER