
Allah Billahi manada doğru iman kullarını lütfuyla kurtarır, onları zulmetten alır nura çıkarır. Küfrünü deklare etmiş olanların, küfür fiilleri ortaya koyanların yol göstericisi tağuttur; duniHİ algıyla, “Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar varlık” zannıyla iddia ettikleri ilahlık onların yol göstericisidir.
İbrahim Sûresi 1: “Elif Lam Ra. O, insanları Rablerinin izniyle zulmetten nura ve Aziyzil Hamiyd’in sıratına çıkarman için sana inzal ettiğimiz bir kitaptır.”
Ahzab Sûresi 43: “O’dur ki, sizi zulmetten nura çıkarmak için size salât eder ve O’nun melekleri de. O müminlere Rahıym’dir.”
Ahzab 43 ayeti de öğretiyor ki; imanlı kişileri, imanını deklare etmiş olanları zulmetten nura çıkarmak için Allah destek verir. Bu ayette “salât” destek manasınadır. Ona destek verir, o mümini yalnız bırakmaz. Ve melekleri de; melekler de bu konuda o kulu yalnız bırakmazlar, destek verirler. Çünkü O Müminlere Rahıym’dir.
Hadid Sûresi 9: “O sizi zulmetten nura çıkarmak için apaçık ayetleri Kul’unun üzerine tenzil eden, tafsilen indirendir. Muhakkak ki Allah size karşı Raufün Rahıym’dir.”
Bu ayetlerde anlatılan iki hal var: Zulmet ve nur. Kulu zulmet halinden nura çıkarması Allah’ın lütfudur, bu ancak lütfuyla mümkündür ve bu Lüb Nuru ile olur. Demek ki “LÜB” bir ikramdır.
A’raf Sûresi 43: “Biz onların sadırlarında ğıll’den ne varsa söküp attık.”
Bu ayette bir müjde var. Bu mejdelenenlerin cennet ashabı olduğu önceki ve sonraki ayetlerden anlaşılıyor. Biz bu ayetle birlikte yeni bir kavram öğreniyoruz: Ğıll.
Meallerde ĞILL genellikle “sevgisizlik, kin, nefret” gibi yazılıyor. Bir ayeti kavrayabilmek beşeri tanımlarla mümkün olmaz. Kur’an Arap harfleriyle yazılmıştır ama manası Rabca’dır. Kur’an’ın yazılışı Arapça, manası Rabca’dır. Bu yüzden Kur’an kelimelerini manalandırırken bu özelliğe çok dikkat etmek lazım. Ayetlere normal hayatın içindeki manalara bakar gibi yaklaşırsanız ve öyle bir meal koyarsanız, (Allah’ın dışı var zannına dayalı) duniHi algıyla yürüyen dünya yaşantısının içerisine İslam’ın önerilerini monte etmeye çalışmış olursunuz. Oysa Kur’an bize o yaşantıyı “terk etmeyi” öneriyor. Ama insan duniHi algının hâkim olduğu o yaşantıyı yaşarken, o yaşantının içine ayetleri, hadisleri, İslami bilgileri monte edecek sanıyor. Yanlış dini yönlendirmeler yüzünden.
A’raf-3’e dönelim. Bu ayetten önemli bir şeyi öğrendik: Sadırlarda hâkim bulunan Ğıll. “Biz cennet ashabının sadrından Ğıll’den ne varsa söküp attık” buyruluyor. Demek ki sadrda Ğıll bulunduğu sürece kişi cennete giremiyor. Ğıll, cennetin kabul etmeyeceği bir hal demek ki! Böyle ama, bu Ğıll öyle bir şey ki kul kendisini sadrındaki Ğıll’le beraber bulur ve onu normal zanneder, onunla mücadele etmek hiç aklına da gelmez, hatta elinde ondan kurtulabilecek bir aracı da yoktur.
Hıcr Sûresi 47: “Biz Ğıll’den onların sadırlarında olanı söküp attık, kardeşler olarak serirler üzerinde mütekabildirler.”
Yine cennet ehlinden bahsediliyor: “Onlar kardeşler hâlin karşılıklı oturmuş seyirdeler” deniyor. Dikkat edin lütfen, kardeşler haline gelebilmek için sadırlarda Ğıll’in olmaması lazım. Aksi halde müminler kardeş olamaz. Ğıll, kardeşliği, mümin kardeşliğini bozan bir şeydir. Neden ve nasıl bozuyor, ilerleyen yazılarımızda onu inşaAllah tarif edeceğiz. Peki, sadırdaki bu Ğıll’den kurtulmak için ne yapacağız, çaresi nedir? Bize onu da Rabbimiz öğretiyor:
Haşr Sûresi 10: “Onlardan sonra gelenler (Ensar ve Muhacir’den sonra yaşayan müminler) şöyle derler: Rabbimiz bizi ve imanda bizi öne geçmiş kardeşlerimizi mağfiret et. Kalplerimizde, iman etmiş olanlar için bir Ğıll oluşturma. Rabbimiz muhakkak ki sen Rauf’sun Rahıym’sin.” Ayetin orijinalinin bu kapsamda dua yapılabilecek kısmını da verelim: “Rabbenağfir lena ve liıhvani nelleziyne sebekûna Bil’iymani ve la tec’al fiy kulubine ĞılI’len lilleziyne amenu Rabbena inneKE Raufun Rahıym”. Bu ayeti “Kalb Duası” olarak vereceğimiz kompozisyonda da bulacaksınız.
Ğıll ne demektir? Hakk’a, Hakk açıklamalara ve Hakk’ı hatırlatan şeylere karşı hissedilen, duyulan sevgisizlik, hoşnutsuzluk, rahatsızlık, kin, nefret gibi duyguların bütünü Ğıll’dir. Bunu, normal hayatta insanların birbirlerine duydukları kin, nefret ve sevgisizlik sanmayın, o Ğıll değildir. Bu yaklaşım ve bakış açısını fark etmiş olmak, dua ve yakarışlarımızda da çok önemlidir. Ayrıca şimdi vereceğimiz örneği iyi anlarsak Ğıll’in tanımını daha iyi yakalarız.
Kişi bir vicdan muhasebesi yapıyor ve gününü muhasebe ediyor diyelim; “gündüz şöyle yaptım, şunu üzdüm, şunu kırdım, şuna kızdım, şuna haksızlık ettim” diye üzülüyor ve bir daha yapmama kararı alıyor. Lütfen dikkat edin, bu muhasebenin Muhammedî bakış ve yaşayış için bir önemi yoktur. Eğer muhasebe yaparken, muhasebeyi Allah ile ilişkileriniz için yaparsanız yani muhasebe siz ile Allah arasında ise ancak bunun Muhammedî bir değeri vardır. Mesela “ben Allah’ın hükümlerine karşı neler yaptım?” derseniz bu sizi tövbeye götürür. Ama “ben şu kişiye şunu yaptım” derseniz, gider özür dilersiniz, “aferin” derler ve iyi insan olursunuz. Peki, ölçü ne? Ölçü şu: Bir şey “doğru mu, değil mi?” anlayabilmek için, onu fuada doğru sunabilmek için, fuadın doğru analiz sentez yapması ve yanılmaması için, virüs programlardan korunması için, tarif ettiğiniz bir davranışı, açıkladığınız bir fikri, deklare ettiğiniz bir inanışı “Muhammedî olmayan birisi de yapabilir mi?” ona bakacaksınız. Muhammedî olmayan birisi gece oturup vicdan muhasebesi yapamaz mı? Daha dürüst, daha iyi insan olma kararı alamaz mı? Bu, yalnızca Muhammedîlere has bir şey değil. Demek ki o zaman bu Muhammedî bir davranış değil. Öyle bir davranış tarif edeceğiz ki, onu ancak Muhammedî olan yapabilecek. Bir başkası yapabiliyorsa o da Muhammedî olacak, yani Muhammedî olmadan o yapılamayacak. Mesela bir hayr işi düşünün, Muhammedî olmayanlar hayır yapamazlar mı, onların hayır dernekleri, organizasyonları yok mu? Afrika’yı karış karış gezip, misyonerlik yapmıyorlar mı? Demek ki biz öyle bir hayr tarif edelim ki yalnız Muhammedî olan o hayrı yapabilsin. Veya kim öyle hayr yaparsa o Muhammedî olsun. Öyle bir îman tarif edelim ki ancak Muhammedi olan öyle inanabilsin. Çünkü bir başkası Muhammedi idrakla inanamaz, bir başka felsefe onu Muhammedi bakışla açıklayamaz, mümkün değil. Yaparsa, yapabil(ir)se zaten o da Muhammedî olur. Bu şart, tanımlamaya çalıştığımız Ğıll için de geçerlidir, normal ibadetlerimiz için de. Kendimizi incelememiz gerekiyor, yani fuadımıza görev vermemiz gerekiyor; “hadi bir analiz sentez yap ve söyle, benim ikame ettiğim salât Muhammedî mi, tuttuğum oruç Muhammedî mi?” demek gerekiyor. Bunu nasıl yaparız, bir örnek verelim. Mesela nasıl salât ikame ediyoruz, oturup onu baştan sona yazalım. Eğer, inanmayan birisi de aynısını yapabiliyorsa bu salât Muhammedî değil. Bir başkası yapabiliyor çünkü. Öyle bir salât tarif etmeliyiz ki o salâtı Muhammedi olmayan yapamamalı. Kim yaparsa o da Muhammedî olmalı. Öyle bir oruç tarif etmeliyiz ki yanlış olmamalı. Yanlış tarif edersek bir başkası da yapabilir, çok titiz de uygulayabilir. “Yeni bir şey yapıyorum, kutsal bir şey yapıyorum” diye heyecanlanır, duygulanır, ağlayabilir, hatta sahuru kaçıracağım diye uyumaz. Sahura da kalkar, iftarını da yapar, aç ta durur, dilini de bağlar, elini de bağlar, belini de bağlar. Peki, bunu yapınca Muhammedî mi oldu? Aynısını yaptı, peki oruç mu tutmuş oldu? “Ama biz de aynısını yapıyoruz?” diyorsanız o zaman incelemeniz gerekiyor. Öyle bir oruç tarif edeceksiniz ki, ancak Muhammedî olan yapabilsin, bir başkası yapamasın. Biri onu yaparsa onun da Muhammedî olacağı bir tarif olsun. Bütün duygu, düşünce ve amellerimizde buna dikkat etmeliyiz. Bütün amellerde! Bütün yaşantıda yani…
İşte Ğıll de bunlardan birisi. Ğıll’i öyle bir tarif etmeli ve tanımlamalıyız ki, Muhammedî olmayan birisi çıkıp “bende zaten ğıllden eser yok” diyemesin. Aksi halde, kişi çok iyidir, çok hümanist bir tanrıdır, çok iyi bir Polyanna tanrıdır ve “bende ğıllden eser yok” der, tarifinize göre de haklı olur. Çünkü tarifiniz öyle! Oysa ğıll; Hakk’a ve Hakk’ı hatırlatan şeylere karşı hissedilen sevgisizlik, hoşnutsuzluk, rahatsızlık, kin, nefret gibi duyguların tümünün ortak adıdır. Eğer kişideki Sadır Organizasyonu’nu nefsin şerri yönetiyorsa o kişi Hakk’a karşı Ğıll içindedir, bu kesin! Hakk’a ait cümleleri duymayı sevmez. Televizyonda bir dini program veya bir Kur’an tilaveti başlamış olsa bazıları onu bu yüzden duymaya dayanamaz, hemen kapatır. Hakkı duymaya dayanamaz. Ezan sesini duymaya dayanamaz. “Gürültü kirliliği” diye yapılan şikâyet dilekçelerini bir bilseniz. Dayanamaz çünkü. Rabbimiz buyuruyor: İnzal olan ayetler inananın imanını, kâfirin küfrünü artırır.
İşte bu Ğıll, sizin dünyaya gelirken kendinizi içinde bulduğunuz halde var. Bu yüzden onu bulup tanımamız gerekiyor. Dikkat ederseniz, Ğıll’inize yaşantıda çok rastlıyorsunuzdur. Rastladığınızda onu umursamalısınız, “işte bu benim sadrımın hastalığıdır, bu hastalıkla beni cennete almazlar, cennet için bana heyet raporu vermezler” demelisiniz. Bazı yerlere başvuruda heyet raporu istenir, heyet raporunda “sağlam” değilseniz olmaz. Cennetin heyet raporunda “Ğıll’sizdir” yazacak ki kabul edilebilelim. Öyleyse, sorulmadan önce sadrı ve kalbi bu ğıllden temizlemek lazım! Nasıl temizleyeceğimizi Haşr Sûresi öğretti: Allah’tan isteyeceğiz, “Allahım kendimi içinde bulduğum o Ğıll’den beni koru, beni kurtar, beni temizle” deyip isteyeceğiz. Sonra sabır edeceğiz, yani Allah’ın o işle ilgili hükmünün gelmesini bekleyeceğiz. O hüküm gelecek bizi temizleyecek inşaAllah…