Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

IRAK, BİZE IRAK DEĞİL -3- BAĞDAT

Kerbela, Necef, Kûfe, Basra gibi önemli kentleri gezip, kutsal mekânları gördükten sonra Bağdat’a girdiğimizde hava kararmış, akşam olmuştu. Irak’a geldiğim gün konakladığım Dar Al-Salam otelindeki 105 numaralı oda benim için boş tutulmuştu.
Günlerdir kentler arasındaki yolculuk, gittiğim kentlerdeki gezintiler beni bir hayli yormuştu. Hemen istirahata çekilmiştim.
BAĞDAT MÜZESİ
Otelde öğle yemeğini yedikten sonra, bize tahsis edilen wolswagen ile önce İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, sonra da Abdülkadir Geylani hazretlerinin türbe-camilerini ziyaret ederek, dualar etmiştik. Bilahare Geylani türbesinin karşısındaki ilkokul düzeyindeki öğrencilerin resim sergisini gezmiştik.
O arada ziyaret ettiğimiz Bağdat Müzesi, eski ve büyük bir konakta oluşturulmuştu. Aslında müzeye, folklor müzesi denilse daha isabetli bir tanımlama yapılmış olurdu. Zira müzedeki eserlerin tamamına yakın bölümü, halk kültüründen esinlenerek yaratılmış eserlerdi. Geçen asırlarda Bağdat’daki bir konakta yaşayan, kalabalık bir ailenin yaşama biçimi, bu müzede canlandırılmıştı. Bilindiği gibi, “ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz” biçiminde bir deyimimiz vardır. İşte bu müze, bu deyimi çok haklı kılacak görünüme sahipti. Müzedeki temsili yaşam ve tablolar ile araç ve gereçlerden edindiğimiz izlenime göre Bağdat bir vakitler gerçekten son derece ilginç bir diyar imiş…
Neler yoktu ki, müze içerisinde? Bir mollanın evi-odası… hamam, hamamda tellak ve keseleme olayı… güç deneyimi olan sporlar…mevlüthanlar, Zekeriya orucu geleneği… geleneksel yemekler ve sofra adabı… şeyhin hastaları muayene edip, muska yazması… zifaf gecesi… eski saatler ve kimi eşyalar… bir ince saz müzik ekibi ve enstrümanları… bir kıraathane, kebapçı, boyacı… küp odası… Bodrum’da serinleyenler… gusülhane… mutfak ve malzemeleri… düğün alayı… kayık imalatı… eşek yükü… eski dokumacılar ve canlı dokuma gösterisi…
Bu çok güzel müzeye benzeyen bir müzenin o tarihte Türkiye’de bir müzenin olmayışını düşünerek hüzünlenmiştim.
İMAM-I AZAM TÜRBESİ
Elhamdülillah Müslümanım! Kuran-ı Kerim, kişisel anayasam. (Babam gibi ben de) İmam-ı Azam Ebu Hanife (H.70-150)’nin koyduğu ilkelere bağlıyım. Yani Hanefi mezhebindenim. Elbette İslâmın, öteki mezheplerine de, tarikatlara da saygılıyım. Bu nedenle, mezhebimin kurucusu İmam-ı Azam’ın türbesinde çok heyecanlanmıştım.
Bağdat’daki bu türbe bin yıldan fazla bir zaman süreci içerisinde milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmişti. Irak’ta gördüğüm bütün türbeler gibi, İmam-ı Azam Türbesi de muhteşem güzelliğe sahipti. Hazreti Ali ve Ehl-i Beyt türbeleri gibi som altınlarla kaplı değildi ama Faslı zanaatkârların yaptıkları oyma nakışlar, gerçek sanat şaheseriydi. Türbe-Camiin sorumlu imamı, fotoğraf çekmemize de müsaade ederken, diğer türbelerde buna izin verilmediğini söylemişti.
ABDÜLKADİR GEYLANİ TÜRBESİ
Kadiri tarikatının kurucusu olan Şeyh Abdülkadir Geylani adına Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde bir makam bulunmaktadır. Bu muhterem zatın soyundan geldiğini söyleyen, hemşehrilerim de vardır.
Ancak, Iraklı Müslümanların yanısıra, dünyanın her yerindeki Müslümanlar, Geylani hazretlerinin Bağdat’da medfun bulunduğuna inanırlar. Zira Hindistan, Pakistan ve öteki tüm İslâm ülkelerinden akın akın gelen insanlar, Abdülkadir Geylani Türbesine yüz sürmekte, dua etmektedir. Biz de Bağdat’da, bu kervana katılanlardan olmanın onurunu ve gururunu yaşadık.
ABBASİLER SARAYI
Ertesi sabah yine Bağdat’ı gezmeye devam etmiştik. Gördüğün her şey beni heyecanlandırıyor, daha çok, daha çok yer ve eser görmek istiyordum.
Irak’ın şaheserlerinden sayılan Abbasiler Sarayı o tarihte restore ediliyordu. Bu saray, artık bir müze olarak kullanılıyor ve öyle tefriş ediliyordu. Restorasyona rağmen, bize sarayın tüm bölümlerini göstermişlerdi. Saray ve içerisindeki cami H.670’de Abbasi halifelerinden Nasır Lidinillah döneminde inşaa edilmişti. Osmanlılar Bağdat’a egemen olduktan sonra, yeni bir bölüm daha eklenmişti. Hemen bu bölümün yanına Irak Kralı I.Faysal da bir saray ve o döneminde parlamento olarak kullanılan ek bir inşaat daha yaptırmıştı. Böylece mevcut saray, üç ayrı dönem ve üç ayrı uygarlığın mimari izlerini taşıyordu.
Sarayın geniş avlusunun ortasında 1964 yılında Musul’dan getirilen bir şadırvan vardı.
Sarayın en ilginç yeri ise Abbasiler devrinden kalan bölümdü. Özellikle duvar ve tavanlardaki nakışlar gerçekten görülmeye değer güzellikteydi.
Osmanlı döneminde inşaa edilen ek bölümün, Topkapı Sarayı mimarisinden esinlenerek yapıldığını öğrenmiştim.
MADAİN (SELMAN-I PAK)
Bağdat’a 35 km. mesafedeki Madain kenti ziyaret ettiğimiz tarihi yerlerden biriydi. Buraya Selman-ı Pak da deniliyordu. Madain’de, tarihi adı Sitisifon (cteisphon) olan, Tak Kısra denilen tarihi bir kalıntı bulunuyordu. Farslılar döneminde inşaa edilen bu eser üzerinde görülen geniş bir çatlağın Hazreti Muhammed’in doğduğu gün meydana geldiği rivayet ediliyordu.
Madain kenti, İslâmiyetten sonra, bizzat Hz.Peygamber’in komuta ettiği kuvvetler tarafından zaptedilerek Araplar’ın eline geçmişti.
Bir adı Selman-ı Farisi olan Selman-ı Pak’ın türbesi de bu kentte bulunuyordu. Farisi, Fars orduları safında iken, İslâmiyeti kabul ederek, Arap ordusu saflarına, yani Hz.Muhammed’in yanına geçmiş ve bundan sonra da Pak adıyla anılmıştı.
BEYTİ ŞAR
Madain’de Tak Kısra’nın yanında, çevresinde güzel bir park oluşturulmuştu. Park içinde bir de Beyti Şar adı verilen Arap Evi vardı. Tipik çöl çadırının içerisi, Arap tarzında döşenmiş, geleneksel eşyalar konularak, müze haline getirilmişti.
Burada küçük bir alanın içinde (birisi semerli ) iki tane deve teşhir ediliyordu.
Tak Kısra denilen yerde, Peygamber efendimizden önce, 7 melik hükümdar olmuştu. Bizim gördüğümüzde büyük bir bölümü yıkılmıştı ama, ilginç kubbe kemerinin bir bölümü kalan binanın Melik sarayı olduğu muhakkaktı.
ZAVRA PARKI VE BABİL’İN ASMA BAHÇELERİ
Bağdat’a giden her yabancının mutlaka gezip görmek istediği yerlerden birisi de Zavra Parkı idi. Çok geniş bir alana yayılmış olan park çok yönlü değerlendiriliyordu.
Park, halkın büyük bir bölümünün dinlenme ihtiyacına cevap veriyordu. İçerisinde çocuk bahçeleri, lunapark ve hayvanat bahçesi vardı. Geleneksel bir Arap çadırı ile tipik bir Bağdat evi vardı ve bunlar geleneksel Irak-Arap yaşamını simgeliyordu.
Park içerisinde Babil ve Asma Bahçeleri temsili olarak inşaa edilmişti. Tarihteki biçimiyle düzenlenen Asma Bahçeleri görülmeye değerdi… Farabi ve Al-Vasıti gibi büyük düşünürlerin heykelleri vardı.
BABİL (HİLLA)
Irak coğrafyasının en ünlü mekânı Babil’in asma bahçeleridir. Burası dünyanın 7 harikasından biridir. Hilla kentinin hemen yanı başında olan Tarihteki Babil toprağa gömülmüş, ama onun yerinde Hilla kenti kurulmuştu.
Babil Müzesinde önemli bir şey yoktu. Esasen bulunan eserlerin büyük bir kısmı Bağdat’daki Irak Müzesi’nde idi. 1902 yılında başlayan kazılarda elde edilenler ise Batı Avrupa’daki kimi müzelerde bulunuyordu.
Antik tiyatro mükemmel bir şekilde restore edilmişti. Ayakta kalan evlendirme dairesinin korunmasına çalışılıyordu. O tarihte henüz restore edilmemişti. Yıkılmaktan kurtarılan cadde ve sokaklardan kimileri, kimi duvarlar ve üzerlerindeki hayvan motifleri aynen duruyordu. Birde artık simge haline gelen bir arslan heykeli vardı. Bu arslan melik yani hükümdarı, onun yeleleri altındaki insan ise ulusu simgeliyordu.
Hilla kenti, gelişiyor ve modernleşiyordu. Kente giriş noktalarında heykeller dikilmişti. Kent adeta şantiye halindeydi.
Turizm örgütü Babil’de dinlenme yerleri ve bir de restoran oluşturmuştu. Burada yemek yedikten sonra yola revan olmuştuk.
SAMARA
130 km.lik Samara-Bağdat yolunu katedip, iki saat sonra Samara’ya ulaşmıştık. Bu kentin önemli özelliklerinden birisi Abbasi Halifesi Mütevekkil El-Allah tarafından H.234 yılında inşaa ettirilen cami ve döner minaredir. Bu spiral minarenin dünyada başka bir benzeri yoktu. 60 metre yükseklikteki minareye dıştan, 421 basamaklı bir yolla çıkılıyordu.
Böylesine muhteşem minarenin bulunduğu cami da ilginçti. 90×120 metre boyutlarındaki çok geniş olan caminin yan duvarları restore edilmiş, ama bu duvarların üzeri yıkılmıştı.
Samara’ya girerken, birkaç kilometre uzaktan parlayan altın kubbeli cami-türbe de, kentin önemli özelliklerinden biriydi. Altın kubbenin hemen altındaki gümüş türbede medfun bulunan zat, Hz.Ali’nin soyundan gelen 10. İmam Ali Hadi idi. Türbe ve cami, öteki kentlerde gördüklerimin benzeriydi. Som altınla kaplı olan saat kulesi de Samara’nın zenginlikleri arasında sayılmalıydı.
İmam Ali Hadi’nin türbesinin karşısında ise 11. İmam ve Sahibül Zaman adı ile anılan Mehdi Askeri’nin makamı vardı. Burada, Mehdi Askeri’nin sır olup kaybolduğu pencere, esrarengiz biçimiyle korunuyordu. Ali Hadi’nin türbesinde, bacısı Halime Hatun ile Askeri’nin annesi Nergis Hatun da medfun bulunuyorlardı.
Tüm bu külliye H.606 yılında Abbasi Halifesi Ahmet Nasıl Lidinullah zamanında inşaa edilmişti. Samara kenti büyükçe bir kasabaydı. Burada eski ve yeni iç-içe, yan-yana idi.
Samara’ya 3-5 km. uzaklıkta, Musul yolunun kenarında Abbasiler’den kalma bir kale vardı. Kale yıkılmıştı ama, duvarları ve burçların bir kısmı restore edilmişti.
DEVAM EDECEK

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER