Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İSRA VE MİRAÇYAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Muharrem Günay 24 Haziran 2011 Cuma 03:00:00
  İSRA, MİRAÇ VE MİRAÇ KANDİLİ (1)

“ Sübhânellezî esrâ bi abdihî leylem minel mescidil harâmi ilel mescidil agsallezî bâreknâ havlehû li nüriyehû min âyetinâ. İnnehû hüvessemiul basîr*”(İsra 1)
“Kulu (Muhammed’i) gecenin bir bölümünde – kendisine bir kısım ayetlerimizi (kudretimizi yansıtan belgelerimizi ) göstermek için – Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah (bütün noksanlıklardan ) yücedir, münezzehtir. İşiten ve gören O’dur.” (İsra-1. âyet)
Halk arasında üç aylar olarak bilinen, Recep, Şaban ve Ramazan ayları, Rahman, Rahim ve keremi bol olan Rabbimizin biz Müslümanlara ikram ettiği pek bereketli ve feyizli bir zaman dilimidir. Bu mana mevsiminin dinimizde bil hasa biz Türkler arasında apayrı bir yeri vardır.
Sevgili kardeşlerim nasıl ki mekanlar içerisinde farklı mekanlar varsa zamanlar içerisinde de farklı zamanlar vardır. Cuma günü Müminlerin haftalık bayramıdır. Geceler içinde Kadir gecesi 364 günden, Aylar içinde Üç Aylar diğer aylardan, Üç Aylar içerisinde de Ramazan ayı diğer iki aydan daha hayırlıdır. Sevgili kardeşlerim farklı mekanlar ve farklı zamanlar farklı insan, farklı Müslüman olmak içindir. Bunun şuurunda ve dikkatinde olalım ve bu farklı zamanları farklı şekilde değerlendirelim, feyiz ve bereketinden istifade edelim.
“Recep “ kelime olarak “Tercip“ mastarından türemiştir ki tazim ve hürmet manasına gelir. Bu ayada tövbe edenlere rahmet yağdığı ve ibadet işleyenlere nûr indiği için “ ASAP “ adı da verilir.
Rivayetlere göre, Recep, suyu sütten ak, baldan tatlı ve buzdan soğuk bir cennet nehrinin adıdır.Bu sudan sadece Recep ayında oruç tutanlar içebilir. ( İ.Gazali, mükâşefetü’l Kulûb/551 )
Nitekim Sevgili Peygamberimiz: “ Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ümmetimin ayıdır.” Buyurmuşlardır. Ayrıca Peygamber Efendimiz Recep ayına girince. “ Ey Allah’ım, Recep ve Şabanı bize mübarek kıl; bizi Ramazan’a eriştir.” Diye dua ederlerdi.
Recep ayının 27.gecesi Miraç kandilidir. ( 28 HAZİRAN 2011 SALIYI ÇARŞAMBAYA BAĞLAYAN GECE)
Sevgili Peygamberimizin uyanıkken Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya oradan da gökyüzüne yükselip Cenâb-ı Hak’la buluşup, görüşmesine Miraç diyoruz.
Bu olay Kur’an-ı Kerim’le ve Hz.Peygamberimizin ifadeleriyle sabittir. İnkarı insanı küfre götürür. Bu olaya, İsra ve Miraç olayı denir. İsra; gece yürüyüşü demektir. Miraç ise, yükselmek demektir. İnsanoğlu’nun yaşarken ulaştığı en yüce yükseliş ve en büyük derece Mirac’dır. Mirac, Allah elçisinin Allah’a eriştiği andır. Allah, elçisi ile “ses ve harf aracılığı” ve başka bir aracı da olmadan doğrudan görüşmüştür. İslam alimleri Hz. Peygamberimizin Allah’ı gözleri ile değil kalp gözü ile gördüğünü nakletmektedirler. Bir istisna olarak gözleri ile gördüğünü söyleyenler de vardır. Kesin olan şey bir görüşmenin gerçekleşmiş olduğudur.
Buhârî’de Mesrûk tarikiyle Hz. Aişe’den gelen şöyle bir rivayet vardır: Mesrûk der ki: Hz. Aişe’ye: “Valide hazretleri! Muhammed (s.a.v) Rabbini gördü mü”? diye sordum. O da bana “Söylediğin bu sözden dolayı tüylerim diken diken oldu.” dedi. Ve arkasından şunu ilave etti, “Her kim şu üç şeyi söylerse yalan söylemiştir. Kim Muhammed (s.a.v) Rabbini gördü derse yalan söylemiştir. Sonra “Gözler O’nu görmez, O gözleri görür; o latifdir her şeyi haber alandır.” (En’âm, 6/103) âyetini okudu. Her kim sana yarın ne olacağını bilirim derse yalan söylemiştir dedi ve sonra “Kimse yarın ne yapacağını bilmez” (Lokman, 31/34) âyetini okudu. En sonunda da her kim sana peygamber risaletten bazı şeyler gizledi derse yalan söylemiştir, dedi ve ardından “Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur…” (Maide, 5/67) âyetini okudu. Ancak Peygamber, Cebrail’i iki defa hakiki sûretinde gördü.” Yine Buhârî’de, Abdullah b. Mes’ud’dan gelen iki ayrı rivayet vardır ki bunların birinde Peygamber’in, Cebrail’i altıyüz kanatlı olarak gördüğü, diğerinde ise, Cennet’ten gelen ve ufku kaplayan yeşil bir refrefi müşâhede ettiğini belirtmiştir. Bu rivayetler de gösteriyor ki görülen âyetler, Cebrail’den ibaret değildir.” (Elmalılı Hmdi Yazır Tefsiri)

Kur’an ayetlerini getirmekte aracılık yapan Cebrail adlı ulu melek bile Yüce Muhammed’in vardığı noktaya varamamış, “yanarım” demiştir.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI / KUR’AN’DA İSRA VE MİRAÇ (2)

Miracın Mescid-i Aksa’ya kadar olan ve İsra denen bölümü Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Sübhânellezî esrâ bi abdihî leylem minel mescidil harâmi ilel mescidil agsallezî bâreknâ havlehû li nüriyehû min âyetinâ. İnnehû hüvessemiul basîr*”(İsra 1)
“Kulu (Muhammadi) gecenin bir bölümünde – kendisine bir kısım ayetlerimizi ( kudretimizi yansıtan belgelerimizi ) göstermek için – Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah (bütün noksanlıklardan ) yücedir, münezzehtir. İşiten ve gören O’dur.” (İsra-1. âyet)
İsra ve Miraç olayının ikinci merhalesi olan Miraç ise Sevgili Peygamberimizin Mescid_i Aksa’dan başlayarak semânın bütün tabakalarını geçerek ilâhi huzura kabul edilmesidir ki bu kısım Necm suresinde şöyle anlatılır:
“ And olsun ki O’nu (Cebrail’i) bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre_i Müntehâ’da gördü kii, onun yanında Me’vâ cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm,53/11-18)
İsra suresi 1. ayette değinilen olay, “Mi’rac” ve “İsra” olarak bilinmektedir. Sahih hadislere göre bu olay Hicret’ten bir yıl önce meydana gelmiştir. Hadis ve diğer siyer kitaplarında çok sayıda Sahabeden bu konunun ayrıntılarını anlatan rivayetler nakledilmektedir. Enes bin Malik, Malik bin Se’se’e, Ebu Zer Gıfari ve Ebu Hureyre (Allah hepsinden razı olsun) olayın ayrıntılarını rivayet etmişlerdir. Bunların yanısıra Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Abbas, Ebu Said el-Hudri, Huzeyfe bin Yeman, Hz. Aişe vs. (Allah hepsinden razı olsun) olayın bazı bölümlerini nakletmişlerdir.
Bu ayette Kur’an, yolculuğun sadece bir bölümünü, Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gidişi anmaktadır. Burada anlatıldığı üzere bu yolculuğun gayesi Allah’ın kuluna bazı ayetlerini göstermek istemesidir. Kur’an bundan başka ayrıntılara değinmez, fakat biz diğer ayrıntıları hadislerden öğrenmekteyiz:
Bir gece Cebrail (a.s), Hz. Peygamberi (s.a) Burak üzerinde, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü. Hz. Peygamber (s.a) orada diğer peygamberlerle birlikte namaz kıldı. Daha sonra göğün çeşitli tabakalarına yükselen peygamberimiz orada bazı büyük peygamberlerle karşılaştı. En sonunda göğün en yüksek tabakasına ulaştı ve Allah’ın huzuruna çıktı. Başka önemli emirlerin yanı sıra beş vakit namaz da işte burada emredildi. Daha sonra Peygamber (s.a) Mescid-i Haram’a geldi. Birçok hadise göre bu yolculuk sırasında ona (s.a) cennet ve cehennem de gösterilmiştir. Güvenilir hadislerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber (s.a) ertesi gün bu olayı anlattığında Mekkeli müşrikler onunla alay ettiler ve müminlerden bazıları da bunda şüpheye düştüler.
Bu yolculuk (Mi’rac) hakkında bir çok farklı görüşler vardır. Bazıları bunun rüyada meydana geldiği görüşündedirler; Bazıları ise olay sırasında Hz. Peygamber’in (s.a) tamamen uyanık olduğu ve bedeni ile birlikte yolculuk ettiğini söylerler; bazıları ise bunun sadece Hz. Peygamber’e (s.a) gösterilmiş mistik bir görüntüden öte bir şey olmadığını söylerler. Fakat bu ayetin başlangıç sözleri: “Kulunu… götüren o (Allah) yücedir”, bunun Allah’ın sınırsız gücü ile meydana gelmiş olan doğa-üstü bir olay olduğunu göstermektedir. Eğer olay sadece mistik bir görüntüden ibaret olsaydı ayet, bu olayı meydana getiren varlığın her tür zayıflık ve eksiklikten uzak olduğunu gösteren “subhane” ifadesi ile başlamazdı. Yine “Kulunu bir gece… götüren” sözleri, bunun sadece bir görüntü veya rüya olmadığını, bilakis Allah’ın Peygamberi’ne (s.a) ayetlerini gösterdiği fiziksel ve bedensel bir yolculuk olduğunu göstermektedir. Bu nedenle herkes, bunun sadece ruhsal bir deneyim olmayıp, Allah’ın Peygamber’i (s.a) için hazırladığı fiziksel bir yolculuk ve bir gözlem olduğunu kabul etmelidir.
İSRA VE MİRAÇ YAZILARI / ALLAH’IN GÜCÜ SINIRSIZDIR (3)
Bazı kimselerin bu olayı imkânsızmış gibi görmeleri çok gariptir. İnsanın sınırlı -hem de çok sınırlı- güçleri ile Aya ulaşmayı başardığı bir zamanda, Allah’ın sonsuz ve sınırsız gücü ve kudreti ile Rasûlü’ne (s.a) kısa bir zaman içinde bu yolculuğu yaptırabileceğini inkar etmek çok saçmadır.
Her şeyin ötesinde, bir şeyin mümkün olup olmadığı konusundaki soru sadece sınırlı güçlere sahip olan insan hakkında geçerli olur. Fakat her şeye kadir olan Allah söz konusu olduğunda bu tür sorular sorulamaz. Sadece Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanmayan bir kimse, Allah kendisi, kulunu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdüğünü söylediği halde bu olağanüstü olaya itiraz edip inkar edebilir. Aynı şekilde, hadislerde geçen ayrıntılara yöneltilen itirazlar da, ikisi dışında, çok basit ve saçmadır:
Birinci itiraz şudur: Eğer hadislerdeki ayrıntıları kabul edecek olursak o zaman Allah’ın belirli bir yer ile sınırlı olduğunu kabul etmemiz gerekecektir; aksi takdirde bu amaçla kulun belli bir yerden başka bir yere götürülmesine gerek olmazdı. Bunun yanı sıra hadislerin bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.a) bu yolculuğunda cennet ve cehennemi, orada azap çeken insanları görmüştür. Buna yöneltilen itiraz da şöyledir: Neden bazı insanlar kıyametten sonra kurulacak mahkemeden önce azap çekmekte veya mükâfat görmektedirler?
Birinci itirazı ele alırsak, elbette Allah sınırsız ve sonsuzdur. Fakat O, kullarıyla münasebet kurduğunda, kullarının eksik ve zayıf yaratılışlarına uygun araçlar kullanır. Bu O’nun kendi eksikliği nedeniyle değil, kullarının zayıflık ve eksiklikleri sebebiyledir. Örneğin O, yarattıklarından herhangi biriyle konuştuğu zaman, kendisinin konuşmasında sınırlama söz konusu olmamasına rağmen kulunun anlayacağı sınırlı konuşma şeklini kullanır. Aynı şekilde O, kuluna mülkünün muhteşem ayetlerinden bazılarını göstermek istediğinde, onu ayetlerin bulunduğu mekâna götürür. Elbette kul, Allah gibi evrende var olan ayetlerin tümünü görmeye güç yetiremez. Çünkü Allah’ın bir şeyleri görmek için bir yere gitme gibi bir ihtiyacı yoktur, fakat kul bunu yapmak zorundadır. Aynı şey kulun Allah’ın huzuruna çıkması için de geçerlidir. Gerçi Allah herhangi bir mekânla sınırlı değildir, fakat kul, O’nun huzuruna çıkmak için, O’nun ayetlerinin çok yoğun olduğu bir yere gitmelidir. Çünkü kul, sınırlı güçleri ile O’nun sonsuz ve sınırsız huzuruna varamaz.
İkinci itiraza gelince, bu da Hz. Peygamber’e (s.a) gösterilen birçok ayetin sembolik olduğu konusunu anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin bir çukurdan şişman bir öküzün çıkması, fakat tekrar içeri girememesi fitnenin somutlaştırılmış bir halidir. Aynı şekilde zina yapanlar, Hz. Peygamber’e (s.a) önlerinde taze et olduğu halde, çürük ve kokmuş et yerken gösterilmişlerdir. Buna benzer bir şekilde kötülüklere verilen cezalar da ona âhirette verilecek olan cezaları önceden görebilmesi için sembolik bir şekilde gösterilmiştir.
Peygamberleri (salât ve selam hepisine olsun)diğer insanlardan ayıran bir takım özellikleri vardır. Onları şöyle sıralayabiliriz:
1.Ruhları, dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde edindikleri bilgilerle donatılarak bedenlerine indirilmiştir.
2.Ruhları kudsi alemle temas halindedir.
3.Ruhları ve bedenleri meleklerin nuraniyet havasını teneffüs edecek ledünni kudrete sahiptirler.
4.Bedenleri ruhlarına tabidir; ruhları bedenlerinin uydusu değildir.
5.Melek Cebrail’in büyük bir ruhi güçle onlara yaklaşmasıyla ruhları geniş çapta faal duruma geçerek kendilerine ayrı bir kudret bahşetmiştir.
Cebrail Aleyhisselama gelince, o en büyük ruhtur. Bu ruh muazzam bir enerji kaynağıdır. Dokunduğu yerde hayat ve kudret başlar. Son derece nuranidir. Peygamberlerin kalplerine vahyi bu nur ile indirir ve kalbe inen bu nur, ruha üstün bir kudret verir ve sırası gelince bedenin ruhlaşmasına imkan tanır.
Gerçek bu olunca, gerek ilahi vahiy indiğinde, gerekse Melek Cebrail geldiğinde, Resulüllah (A.S.) Efendimizin bedeni kendi faaliyetlerini durdurup bütünüyle ruha tabi olur ve dünyadan ilgisi kesilmiş bulunurdu.
Nitekim O bu inceliğe işaretle şöyle buyurmuştur:
“ Ben sizin gibi değilim. Rabbim beni yedirir ve içirir.” (Buhari / Savm: 49, Ahmet, 2 / 23)
Bu hadisten de anlıyoruz ki, Peygamber ( A.S.) Efendimizin bedeni bir bakıma ruha dönüşünce, maddi ihtiyaçları ortadan kalkıyor ve ruhun yüce âlemden aldığı manevi gıda yeterli oluyor.
O halde İsra ve Miraç olayı hem ruhen, hem bedenen meydana gelmiştir. Bir de büyük ruh olan Melek Cebrail’in Peygamberimize eşlik etmesini düşünürsek, yüce ruhların nasıl bir araya gelip zaman ve mekan kavramlarını aştıklarını anlamakta gecikmeyiz.
İsa Peygamberin de göğe yükselmesi böyle olmuş; İbrahim Peygamber, ateşe atılırken maddi yapısı ruhi yapısına dönüşmüş ve o sebeple ateş nuru yakmamıştır.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ BU OLAY SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN KUR’AN’DAN SONRA EN BÜYÜK MUCİZESİDİR. (4)

Allah ve Peygambere inananlar mucizeye de inanırlar. Nitekim Hz.Hatice’den sonra Müslüman olmak şerefine inanan Hz. Ebu Bekir bu olaya duyar duymaz tereddütsüz tasdik etmiştir. Müşrikler: “ Ey Eba Bekr, senin arkadaşın Muhammed, bir gecede Mekke’den Mescid-i Aksaya oradan da göklere çıkıp Rabbi ile görüştüğünü iddia ediyor: Sen bu işe ne dersin dediler. Ebu Bekir, tereddütsüz:
-Muhammed söylüyorsa doğrudur. Deyip tereddütsüz tasdik etmiştir.Bu yüzden kendisine “ Sıddik “ lakabı verilmiştir.
Miraç öncesine kısaca bir göz atacak olursak; Mekke’de müşriklerin bütün baskı ve zulümlerine rağmen İslamiyet yayılmaya başlamıştı. Hz Hamza’dan sonra Hz.Ömer de Müslüman olmuştu. Müşriklerin telaş ve endişeleri hat safhaya varmıştı.
Hz Ömer Müslüman olunca, Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı Kiram ile beraber Harem-i Şerif’e geldi. Oradaki müşriklere ; Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattaboğlu Ömer’im… Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa, yerinden kıpırdasın! Kıpırdayanı kılıcımla doğrayıp yere sererim..” deyince Kureyşli müşrikler bir anda toz duman olup oradan uzaklaştılar. Sevgili Peygamberimiz ve ashabı saf tutup, yüksek sesle tekbir aldılar. Ashab-ı Kiram’ın “ Allahü ekber, Allahü ekber “ sedaları ile Mekke semaları çınladı. İlk defa açıktan açığa Harem-i Şerif’te namaz kılınmıştı.
Müşrikler, İslam’ın kalplere nüfuzunu ve yayılmasını önlemek için durmadan çabalıyorlardı. Müslümanlara her türlü işkence ve zulüm yapılıyor, fakat yapılan bu zulüm ve işkenceler Müslümanları yollarından döndürmüyordu. Müslümanlar daha da kenetleniyor; Allah ve Resulünün yolunda canlarını fedadan çekinmiyorlardı. Müşrikler, Habeşistan’a göç eden Müslümanları gerisin geri teslim almak amacıyla Habeş Kıralı Necaşi’ye bir heyet göndermişti. Müslümanları geri vermek bir tarafa Habeş Kralı Necaşi de Müslüman olmuştu. Giden elçilerin eli boş döndüğünü ve Necaşi’nin de Müslüman olduğunu öğrenen müşrikler hepten deliye dönmüşlerdi. Bunun acısını çıkarmak amacıyla ve Müslümanların kökünü kurutmak amacıyla toplanıp şu kararları aldılar: “ Her nerede olursa olsun, her nerede görülürse görülsün, Muhammed aleyhisselam öldürülecektir…! Müşrikler bunun için ant içtiler.
Müşrikler, Peygamber Efendimizin ve Ashabının, Ebu Talib’in mahallesinde toplandıklarını görünce, tekrar bir araya geldiler. Sonra şu kararı aldılar:
Ambargo
“ Muhammed aleyhisselam öldürülmek üzere Kureyşlilere teslim edilinceye kadar; Haşim Oğullarından kız alınmayacak, Onlara kız verilmeyecek! Onlarla hiçbir alışverişte bulunulmayacak. Onlarla bir araya gelinip, konuşulmayacak, görüşülmeyecek, evlerine mahallelerine girilmeyecek! Onlardan gelecek barışma isteği asla kabul edilmeyecek, hiç bir zaman onlara acınmayacaktı Mansur bin İkrime adındaki müşrikin bir kağıda yazdığı bu kağıdı mühürlediler. Herkesin görüp uyması için Kaba-i Muazzama’nın duvarına astılar
Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu cehl ve Ebu Leheb, tüccarların yanına varıp; “ Ey tüccarlar! Muhammedin ashabına karşı fiyatları çok yükseltiniz. Öyle ki, pahalı olmasından dolayı kimse bir şey alamasın! Bundan dolayı mallarınız satılmayıp, elinizde kalırsa hepinizi biz almaya hazırız” derlerdi. Onlar da mallarına yüksek fiat söyler, Müslümanlar alamadan geri dönerlerdi.
Bu durum karşısında sevgili Peygamberimiz, hazreti Hatice validemiz, Ebu Bekir-i Sıddik ( R.A) ve diğer ashab mallarını bu yolda harcayıp; çocukların açlıktan göklere çıkan feryatlarını dindirmeye çalıştılar. Elde avuçta olanlar bitince, otları, ağaç yapraklarını yiyerek rızklarını temine çalıştılar. Çocukların ağlamalarını kesmek için kurumuş deri parçalarını ıslatıp ateşte pişirip çocuklara yedirdiler. Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere ashap açlıktan karınlarına taş bağladılar. Anneler bir deri bir kemik kalmışlardı. Müşriklerden birisi acıyıp ta bir şeyler getirse onu tutar hakaret eder döverlerdi.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI / Taiflilerin İslama Daveti (5)

Allah’ü Teala bir gün Peygamber Efendimize vahy ile “ Kabe’de asılı bulunan sahifeye bir ağaç kurdunu musallat ettiğini kendi ismi hariç güvenin kağıdın her tarafını yediğini bildirdi.” Peygamberimiz bu durumu müşriklere söyleyince, müşrikler derhal asılı bulunan kağıdın yanına gittiler, fakat Allah sözcüğünden başka her tarafının güve tarafından yendiğini gördüler. Müşrikler ne diyeceklerini ne yapacakların şaşırdılar ve üç senedir devam eden bu ambargoyu –muhasarayı kaldırdılar.
Hazreti Hatice validemiz dert ve üzüntüler içerisinde geçen bu üç seneden sonra Ramazan ayının başında 65 yaşında vefat ettiler. Aynı sene içerisinde Peygamberimizin amcası Ebu Talip’te öldü. Bundan dolayı bu seneye “ SENET-ÜL- HÜZN “ yani hüzün senesi denildi.

Müşrikler Sevgili Peygamberimizden bir çok mucize gördükleri halde, inatlarından iman etmediler.Üstelik Müslüman olan çocuklarına, kardeşlerine, akrabalarına ve arkadaşlarına arkadaş, akraba demeyip her türlü kötülüğü yaptılar. Onların bu kötülüklerinden bunalan Sevgili Peygamberimiz Mekke’nin yakınlarındaki Taif’e giderek, halkını İslam’a davet ettiler. Yanlarında Zeyd bin Haris vardı. Taiflileri İslam’a davet ettiler, Taifliler İslam’a girmeyi reddetmekle kalmayıp, Peygamber Efendimizle alay ettiler. Çocukları ve gençleri Peygamberimizin geçeceği yolun kenarına dizip üzerine taş yağdırdılar. Zeyd Hazretleri vücudunu peygamberimize siper ederek O’nu korumaya çalıştılar. Buna rağmen Sevgili Peygamberimiz “ Ya Rabbi onları affet, çünkü bilmiyorlar! “ diye duada bulundu.
Sevgili Peygamberimiz bu olaydan sonra Mekke’ye döndü, halkı İslam’a davete devam etti. Hicretten bir yıl önce yine böyle hüzünlü bir günde Recep Ayının 27. gününde amcası Ebu Talib’in kızı Ümmi Hani’nin evine geldi. Ümmi Hani: “ Kimdir o “ deyince Resulüllah Efendimiz: “Amcan oğlu Muhammed’im. Kabul edersen, misafir geldim” buyurdu.
Ümmi Hani; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can fedâ olsun. Yalnız, teşrifinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok “ dedi.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem: “Yiyecek, içecek istemem. Hiç biri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir” buyurdu.
Ümmi Hani, Sevgili Peygamberimizi içeri alıp; bir hasır, leğen ve ibrik verdi. Gelen misafire ikram etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli görev sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi ev sahibi için büyük bir yüz karası sayılırdı. Ümmi Hani, peygamberimizin düşmanlarının çok olduğunu bildiğinden elinde kılıçla sabaha kadar evin etrafında dolandı, nöbet tuttu.
Sevgili eşini ve koruyucusu amcası Ebu Talib’i kaybeden ve müşriklerin inatlarında direnip Müslüman olmayışlarından dolayı çok üzüntülü olan Sevgili Peygamberimiz, abdest almış, namaz kılmış ve Allah’a yalvarmaya başlamıştı. Çok yorgundu, aç ve perişan bir vaziyette idi. Bu vaziyette iken hasırın üzerinde uyuyuverdi.
O anda Allahü Teâla Cebrail Aleyhisselama: “Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu halde yine bana yalvarıyor. Benden başka bir şey düşünmüyor. Git Habibimi getir! Cennetimi, cehennemimi göster. O’na ve O’nu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. O’na inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O’nu incitenlere hazırladığımız azapları görsün. O’nu ben teselli edecek ve kalbinin yaralarını ber saracağım “buyurdu.
Cenâb-ı Hak, eşini, amcasını kaybeden, müşriklerin her türlü eza ve cefasına katlanan Sevgili Peygamberimizi bu sıkıntılardan kurtarmak ve O’nu mükâfatlandırmak istedi ve Sevgili Peygamberimizi miraçla kendi cemalini göstermekle ve kendisiyle konuşmakla mükâfatlandırdı. Bu bakımdan Miraç, sıkıntılardan, dert ve belalardan kurtulmak demektir.
Cenâb-ı Hak, mübarek Miraç kandili yüzü suyu hürmetine Türk ve İslâm dünyasını her türlü dert bela ve sıkıntılardan kurtarsın ve hayırlarla mükâfatlandırsın.

Ayrıca Cenâb-ı Allah Peygamberinin hem madden hem de manen yücelmesini istemiştir. Nitekim Meryem suresi 57. ayette: “ Onu üstün bir makama yükselttik “ denilmektedir.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ PEYGAMBERİMİZİ BU MAKAMA ULAŞTIRAN SIR (6)

Mirac Peygamber Efendimizin ulaştığı, ulaşabildiği ve ulaşılabilecek en yüce dereceydi. Nasıl ulaşmıştı bu dereceye? Hangi işi, hangi ibadeti, hangi eylemi ile?
Allah, Elçisine kendisi ile elçisiz doğrudan görüşme fırsatını niçin vermişti? O’nu en yüce noktaya, Cebrail’in bile yücelemediği noktaya niçin yüceltmişti?
Yani Allah’ın didârı, cemali, Allah ile kavuşma, O’na inananlar için de mümkün mü? Mümkünse nasıl, hangi yol ve hangi yöntemle?
Bu soruların karşılığını Ahmet Yesevi, Hikmet’inin hemen başında veriyor.
Sözü söyledim, kim isterse Allah’ı görmek
Canını canına bağlasın, damarlarını eklesin
Garip, yetim, fakirlerin gönlünü alsın.
Garip, fakir, yetimlerle Elçi ilgilendi
O gecede Mirac oldu Allah’ı gördü
Döndü geldi yine fakirlerin halini sordu.
Kur’an bize, yetimlere, yolda kalmışlara, akrabaya, yoksula yardımda bulunanların Allah’ın rızasını kazanacağını ve O’nun cennette cemalini göreceğini bir çok ayette müjdeliyor.

Buyrun er-Rûm suresine; işte 38. ayet:
“Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna hakkını ver. Bu ALLAHIN CEMALİ’ni dilemekte olanlar için hayırlıdır ve onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olacaklardır.”
Ayet çok açık değil mi? ALLAHIN CEMALİ’ni dileyenler, yani ALLAHA ULAŞMAK ve ONU GÖRMEK isteyenler, yani kendileri için Mirac talebinde bulunanlar, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa haklarını verecekler. Yüce Kur’an “hak”larını ver diyor. Yani verilen onların hakkı olandır. Yüce Kur’an güvence veriyor. Diyor ki: “Onlar korktuklarından emin olacaklar; umduklarına erişeceklerdir.”
Yine Yüce Kur’an’a bakalım. el-İnsan ed-Dehr suresi sekizinci ayet ve devamında:
“Sevdiklerinden vererek yoksulu, yetimi, tutsağı doyururlar. Biz ancak Allah’ın cemali için yediriyoruz, sizden karşılık da beklemiyor, alkış da…”
Ne diyordu Ahmet Yesevi atamız Hikmetli Divanında:
“Kim Allah’a ulaşmak istiyorsa… Garip, yoksul, yetimlerin gönlünü alsın…” Sevgili Peygamberimiz de ömrü boyunca hep öyle yaptı, yetimi ve yoksulu kolladı; çünkü kendisi de bir yetimdi ve yetimlerin halinden en çok O anlardı. Hoca Ahmet Yesevi’ye göre bu sayede ol Rasul Mirac’a ve Miraç’ta Allah ile görüşmek lutfuna ulaşmıştı…
Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri Peygamber Efendimizin yetimlere nasıl muamele ettiğini şöyle anlatır:

Resul önüne bir yetim gelmişti
Garip ve müptelâyım demişti
Acıdı Resul onun haline
İstediğini verdi eline
Resul dedi ben de bir yetimim
Yetimlik ve gariplikle yetişdim
Muhammed dedi ki kim ki yetimdir
Biliniz o benim has ümmetimdir
Yetimi görseniz incitmeyiniz
Garibi görseniz küstürmeyiniz…

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ ÖNCE MESCİDİ AKSA SONRA GÖKLERE ULAŞMA (7)

Cebrail Aleyhisselam, Resulüllah’ın yanına gelip önce Kabe’ye sonra da bir anda Mescid-i Aksa’ya, oradan da yedi kat göklere çıktılar. Şimdi bundan sonrasını Sevgili Peygamberimizin ağzından dinleyelim:
Enes b. Malik (R.A.) Peygamberimizden anlatıyor:
“ Resulüllah (A.S.) Efendimizin gece yolculuğunda, Kâbe’de uyuduğu bir sırada kendisine bu hususta vahiy inmeden önce üç melek geliyor. Onlardan biri, “ Hangisidir O? ” diye soruyor. İkincisi, “ O, onların en hayırlısıdır! “ diye cevap veriyor. Üçüncüsü ise, “ Hayırlı olanı yakalayın “ diyor. O gece Peygamber (A.S.) melekleri görmüyor. Diğer bir gece yine melekler geliyorlar. Peygamber’in (A.S.) ise kalbi ( onları ) görüyor, gözleri uyuyor.
Çünkü O’nun kalbi uyumaz. Zaten peygamberler hep öyledirler. Gözleri uyur, ama kalpleri uyumaz. Melekler ikinci gece O’nunla hiç konuşmadan kendisini alıp Zemzem Kuyusu’nun yanına götürüyorlar. Onlardan Cibril, ilgilenerek Peygamber (A.S.) Efendimizin göğsünü yarıyor, içini boşaltıp kendi eliyle zemzem dökerek yıkayıp iyice temizliyor. Sonra altından bir leğen ve içinde altından bir tas getiriyor ki, bu kaplarda iman ve hikmet bulunuyordu. Onu Peygamberim (S.A.V.), boyun damarlarına ulaşıncaya kadar ( kalbine ) boşaltıyor. Göğsünü kapattıktan sonra O’nu alıp Dünya Seması’na yükseltiyor. Göğün kapılarından biri açılıyor. Gök Ehli: “ Kimdir o?” diye sesleniyorlar. “ Ben Cebrail’im “ diyor. “ Yanındaki kim ? “ diye soruyorlar. O da: “ Muhammed’dir “ diyor. Gök Ehli: “ O, peygamber olarak gönderildi mi? “ diye soruyorlar. Cibril de: “ Evet “ diyor. Gök Ehli: “ O’na merhaba ve hoş geldi diyoruz.” Söyleyerek birbirlerini müjdeliyorlar. Çünkü göklerin ( melekler ), Allah’ın Muhammed (A.S.) ile yeryüzünde neyi irade ettiğini, kendilerine bildirmedikçe bilemezler.
Birinci gökte Âdem (A.S.) ile buluşuyorlar. Cibril, “ bu senin baban Adem’dir “ diyor. Peygamberimiz (SAV) Adam’(A.S)e selam veriyor. O da O’nun selamını alıp cevaplıyor ve “ evladıma merhaba, hoş geldin. Ne güzel evlatsın sen! “ diyor.
Bu arada Peygamberimiz (AS) gökte akmakta olan iki ırmak görüyor ve “ bunlar nedir ya Cibril? “ diye soruyor. O da, “ Nil ile Fırat’ın aslı (maddesi veya benzeri) dir. “ diyor. Böylece gökte bir süre yol aldıktan sonra üzerinde inci ve zeberceden bir saray bulunan başka bir ırmağa rastlıyorlar. Eliyle ırmağa dokununca, onun çok güzel misk kokulu bir ırmak olduğunu görüyor. “ Bu nedir ya Cibril ? “ diye soruyor. O da Rabbi’nin sana hazırladığı Kevser’dir “ diyor.
İKİNCİ GÖK
Sonra Melek Cebrail, Peygamberimizle beraber ikinci göğe yükseliyor. Birinci göktekiler gibi, onlar da “ bu kim ? “ diye soruyorlar. “Ben Cibrilim“ diyor. Onlar “ Beraberindeki kim? “ diye soruyorlar. “ Muhammed’dir..” diyor. Onlar: “ O, Peygambere olarak gönderildi mi? “ diye soruyorlar. Cebrail: “ Evet gönderildi” diyor. Melekler O’na. “ Merhaba, hoş geldir “ diyorlar.
ÜÇÜNCÜ GÖK
Sonra üçüncü göğe yükseliyorlar, orada da birinci ve ikinci gökte sorulan sorular soruluyor. Sonra dördüncü göğe yükseliyorlar. Aynı sorular orada da soruluyor. Sonra beşinci göğe yükseliyorlar. Benzer sorular orada da soruluyor ve altıncı göğe yükseliyorlar. Orada da aynı şeyler soruluyor. Sonra yedinci göğe yükseliyorlar. Orada da benzeri şeyler soruluyor.
HER GÖKTE BİR PEYGAMBER
Her gökte peygamberlerin birkaç tanesi bulunuyor ki, peygamberimiz ( AS) onları bir bir isimleriyle andı. Onlardan İdris’e ikinci gökte, Harun’a dördüncü gökte, bir diğerine – ki ismini hatırlayamadım- beşinci gökte rastlıyor. İbrahim’e altıncı gökte, Musa’ya yedinci gökte rastlıyor. Bu da Musa’nın ilahi kelamla üstün tutulmasının belirtisidir. Nitekim vaktiyle Musa, “ Rabbım! Bir başkasını benim üzerime yükselteceğini sanmıyorum “ demişti.
Sonra Melek Cibril, Peygamberimizle (A.S.) beraber yedinci göğün üstüne yükseliyorlar ki, oraları Allah’tan başkası bilmez. Tâ ki, SİDRETÜ’L MÜNTEHA “ya geliyorlar. ( Cebrail, benim sınırım, buraya kadardır, burdan ileri bir adım daha atamam, atarsam yanarım diyor ) Cebbar olan Rabbü’l- İzzet ( rahmetiyle ) yaklaşıyor ve ( kudretini, azametini ) sarkıtıyor. Öyle ki iki yay, ya da daha az bir mesafe kalıyor.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ ELLİ VAKİT NAMAZ (8)
Alah,(CC) bu makamda Peygamberimize vahyettiğini vahyediyor ve bu arada Peygamberimizin ümmetine bir gün, bir gecede ( kılınmak üzere ) elli vakit namaz farz kılıyor. Peygamber Efendimiz (SAV) oradan inerken Musa ile karşılaşıyor, Musa: “ Ya Muhamed! Rabbin sana ne gibi ahitte bulundu? “ diye soruyor. O da: “ Bir gün bir gecede elli vakit namaz…” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Musa: “ Ümmetin buna güç yetiremez. Dön de Rabbinden hafifletilmesini iste!” diyor. Peygamber (AS) Cebrail’e dönüp işaretini bekliyor. O da: “ Evet dilersen Rabbına yüksel “ diyor. Peygamber (AS) bulunduğu yerde. “ Ya Rabbi bunu hafiflet. Çünkü ümmetim buna güç yetiremez” diyor. Allah (CC) on vakit kaldırıyor… Derken gide gele bu namazı beş vakte düşürüyor. Musa yine: “ Ya Muhammed! Vallahi bundan daha az bir namazı İsrail oğullarına teklif ettim, gevşeklik ve zaaf göstererek terk ettiler. Oysa senin ümmetin beden, kalp, göz ve kulak bakımından daha kudretli değildirler. Rabbına dön de bunun hafifletilmesini iste” diyor. Peygamberimiz yine Cibril’e dönüp işaret bekliyor. Cibril bunu uygun karşılıyor ve Peygamberimiz tekrar durumu Rabbına arz ediyor: “ Ya Rabbi! Ümmetimin bedenleri, kalpleri,gözleri ve kulakları daha kuvvetli değildirler. Beş ( vakit ) namız hafiflet “ diye istekte bulunuyor. Bunun üzerine
Beş Vakte Elli Vakit Sevabı
Cenâb-ı Hak:
Ya Muhammed! Diye sesleniyor. O da:
Buyur Rabbım! Emrine hazır bekliyorum, diyor. Allah:
-Artık söz benim yanımda değişmez. Bu, Ümmü’l Kitap’ta farz kılındığı gibidir. Her iyilik on misliyle karşılık görür. Namaz Ümmü’l Kitap’ta elli (vakit) dir ve beş ( vakit ) namaz olarak sana farz kılınmıştır.
Peygamber (AS), Musa’ya (AS) döndüğünde, Mua (AS) soruyor:
Ne yaptın, ya Muhammed? O da:
Rabbım hafifletti: “ Her iyilik on misliyle karşılık görür “ buyurdu. Diye cevap
Veriyor. Musa (AS) ona:
Ben bu konuda daha azıyla İsrail oğulları’nı denedim, yapamadılar, terk ettiler. Sen
Rabbına dön de hafifletilmesini dile, diyerek öneride bulunuyor. Peygamberimiz (AS) ona şöyle diyor:
Ya Musa And olsun ki, Rabbımdan utandım. Artık bu hususta istekte bulunamam. Musa (AS):
Öyle ise, Allah’ın ismiyle yeryüzüne in! Diyor. Peygamberimiz de (AS) o halden
sıyrılıp kendisine gelince, kendini Mescidü’l Haram’da buluyor.” (Buhari / Kitabü’t-Tevhid: Enes b Malik (RA)den nakil, Celal Yıldırım, “ İmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri “ cilt:7, İsra Suresi’nin tefsirinden alınmıştır.)
Hicretten bir buçuk yıl önce Recep Ayının 27. gecesi gerçekleşen bu olağanüstü olay halk arasında duyulunca Kureyşliler Peygamberimizi yalanladılar. Peygamberimizi soru yağmuruna tuttular, özellikle Mescid-i Aksa ile ilgili sorular sordular.
Peygamber Efendimiz bu konu ile ilgili olarak şöyle söylemiştir:
“ Beytü’l- Makdis’e gecenin az bir bölümünde yolculuk yaptığımı duyan Kureyş Kabilesi beni yalanladılar. Bunun üzerine Hicir’de ayağa kalktım. Allah, Beytü’l- Makdis’i getirip önüme koydu. Ona bakarak oradaki alametleri bir bir onlara haber verdim.”(Beyhaki: Saad b. Müseyyeb’den)

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ PEYGAMBER NE SÖYLÜYORSA DOĞRUDUR (9)

İsra ve Miraç olayı halk arasında yayılınca, Mekke’nin bazı ileri gelenleri soluğu Ebu Bekir’in (RA) yanında aldılar. Ve:
“- Ya Eba Bekr! Arkadaşın Muhamed hakkında ne dersin? O bir gece içinde Beytü’l Makdise’ ( Beytü’l Mukaddes )e gidip geldiğini iddia ediyormuş!” Ebu Bekir (R.A.) onlara:
“- Bunu Hz.Muhammed mi ( A.S.) söyledi? “ diye sordu. Onlar da: “ Evet, o dedi “ diye cevap verdiklerinde, Ebu Bekir (R.A.): “ Eğer O söylemiş se, mutlaka doğrudur ve ben şahadet ederim..” diyerek Peygamber’e olan inancının şüphe götürmez olduğunu ortaya koydu. “ Nasıl olur ? “ diyerek şaşkınlık gösterenlere: “ O, bundan fazlasını da söylese yine de O’nu gök haberlerinden dolayı tasdik ederdim! “ diye cevap verdi.( Lübabu’t- te’vil: 3 / 151 )
Ebu Bekir (R.A.)e “ sıddık “ denmesi bu yüzdendir. Ebu Bekir’in
Hz. Peygamberimize gösterdiği sadakatten bizim alınacak çok dersimiz vardır. Özellikle, sünnet konusunda Sevgili Peygamberimizin dinde takip ettiği yolu iyi bilmeli ve O’na uymalıyız Çünkü Cenâb-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de 17 yerde Sevgili Peygamberimize uymamızı ve O’na itaat etmemizi emrediyor. Kur’an-ın ifadesiyle : “Her kim ki Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur“ Hz Aişe validemiz “ O’nun ahlakı nasıldı ?” deyenlere. “ O’nun ahlakı Kur’an’dı, O yaşayan Kur’an’dı “ diye cevap vermiştir.
İSRA VE MİRAÇ
İsra: Gece yolculuğu yapmak demektir. Bu bölüm, İSRA VE MİRAÇ olarak bilinen mucizenin birinci ayağını oluşturur. Peygamber Efendimizin, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan gece yolculuğunu belirtik ki, bu olay İsra Suresi 1. ayetle sabit olmuştur. İnkarı insanı küfre götürür.
Miraç: Sözlükte merdiven anlamına gelir. Terim olarak İsra gecesi Peygamber Efendimizin (A.S) Beytü’l Makdis’ten yani Mescid-i Aksa’dan Melek Cebrail eşliğinde madde aleminin son sınırı olan “SİDRETÜ’L MÜNTEHA”ya, oradan da mâna alemine yükselmesi ve esrar perdelerini kaldırarak en kutsal huzura-yani Allah’ın huzuruna kabul edilmesidir ki Necm suresi 11- 18 ayetlerle sabittir. “And olsun ki O’nu (Cebrail’i)bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre_i Müntehâ’da gördü ki, onun yanında Me’vâ cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm,53/11-18) Buraya Sidretü’l-Müntehâ’ denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez. Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü’l Müntehâ’yı, buraya kadar zikredilen mânâlarının yanı sıra, “hayret-i küsvâ” diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığını, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.

Öyleyse biz âciz insanların Sidretü’l-Müntehâ’yı kesin olarak “şudur veya budur” diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivâyete göre, sadece Peygamberimize “Kâb-ı Kavseyne” kadar yaklaşmasına müsaade e-dilmiştir. Sidretü’l Müntehâ’dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allah Teâlâ’-dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah Teâlâ’nın “Zât Âlemi” diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız müm-kün değildir. İslam alimleri Sevgili Peygamberimizin Allah’ı gözleriyle değil kalbiyle-kalp gözü ile gördüğünü nakletmişlerdir. Bir istisna olarak gözleri ile gördüğünü söyleyenler de vardır. Gerçek olan ister gözle ister se kalp gözüyle olsun bir görmenin gerçekleşmiş olduğudur.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ NECM SURESİ (10)

Elmalılı Hamdi Yazır Necm suresi 18. ayetin tefsirini yaparken şu bilgilere yer verir. Aynı bilgileri diğer tefsirlerde de görmekteyiz.
“Necm 18. ayet- Şüphesiz O, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü. Yeminin cevabıdır. kesinlik ifade etmektedir. “Âyet” ise acaiplikler anlamındadır. “El-kübrâ” lafzında iki irab vardır. Birincisi meâlde de gösterildiği şekilde fiilinin mef’ûlü olarak “en büyük âyet” mânâsınadır. İkincisi, âyetin sıfatı olup, “şüphesiz Rabbinin en büyük âyetlerinden bir şey gördü” anlamını ifade eder. Üçüncü bir mânâ da in zâid olduğu düşünülerek “muhakkak Rabbinin en b ü yük âyetlerini gördü” demek olabilir. Özetlemek gerekirse şöyle denilebilir. Hz. Peygamber, Mirac’da Rabbinin rubûbiyyet âyetlerinden, mülk ve saltanatının acaipliklerinden kelâmın ifade sınırına sığmayıp ancak müşahede ile ulaşılabilecek en büyük âyet ve ya büyük âyetlerini gördü. Şu halde bu âyetlerin mânâlarını izaha kalkışmak haddimize düşmez. Görüldüğü gibi burada Rabbini gördü denilmeyip, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü, şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Dolayısıyla bundan Allah’ı görme mânâsını anlamak, âyetin zahiri itibariyle mümkün görünmemektedir. Gerçi (Necm, 53/11) âyetinde geçen “peygamberin gördüğü şey” bu âyette görülenlerden ibaret değildir ve âyeti de zâta yakınlığa işaret etmektedir. O yüzden buradaki görmenin baş gözüyle m i, yoksa mücerred kalb gözüyle mi gerçekleştiği konusunda tartışma yapılabilirse de âyeti, yukarıda ifade edilen hususların bir özeti olduğundan da başka bir görme söz konusu olsa bile, bu âyette zikredilenden daha büyük olamaz.
Buhârî’de Mesrûk tarikiyle Hz. Aişe’den gelen şöyle bir rivayet vardır: Mesrûk der ki: Hz. Aişe’ye: “Valide hazretleri! Muhammed (s.a.v) Rabbini gördü mü”? diye sordum. O da bana “Söylediğin bu sözden dolayı tüylerim diken diken oldu.” dedi. Ve arkasından şunu ilave etti, “Her kim şu üç şeyi söylerse yalan söylemiştir. Kim Muhammed (s.a.v) Rabbini gördü derse yalan söylemiştir. Sonra “Gözler O’nu görmez, O gözleri görür; o latifdir her şeyi haber alandır.” (En’âm, 6/103) âyetini okudu. Her kim sana yarın ne olacağını bil i rim derse yalan söylemiştir dedi ve sonra “Kimse yarın ne yapacağını bilmez” (Lokman, 31/34) âyetini okudu. En sonunda da her kim sana peygamber risaletten bazı şeyler gizledi derse yalan söylemiştir, dedi ve ardından “Ey elçi, Rabbinden sana indiri l eni duyur…” (Maide, 5/67) âyetini okudu. Ancak Peygamber, Cebrail’i iki defa hakiki sûretinde gördü.”(1) Yine Buhârî’de, Abdullah b. Mes’ud’dan gelen iki ayrı rivayet vardır ki bunların birinde Peygamber’in, Cebrail’i altıyüz kanatlı olarak gördüğü, diğerinde ise, Cennet’ten gelen ve ufku kaplayan yeşil bir refrefi müşâhede ettiğini belirtmiştir. Bu rivayetler de gösteriyor ki görülen âyetler, Cebrail’den ibaret değildir.” (Elmalılı Hmdi Yazır Tefsiri)

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ MİRAÇ’TA PEYGAMBER (A.S.) VERİLEN HEDİYELER (11)

Sahih rivayetlere göre: Miraç’ta Peygamber Efendimize üç büyük hediye verilmiştir:
1.Bakara suresinin son kısmı ( Son iki ayet; amenerrasûlü..)
2.Beş vakit namaz, ki “Mü’minin Miracıdır.”
3.Allah’a ortak koşmadıkları halde büyük günah işleyen müminlerin bağışlanacağı müjdesi. ( kul hakkı hariç.)
ŞEFEAT: Her Peygamberin makul bir duası vardır ki hemen hepsi bu hususta acele edip ( Dünyada dile getirmiştir ) Ben ise duamı ümmetim için şefaatte bulunmam arzusuyla Kıyamet gününe bıraktım. Ümmetimden Allah’a bir şeyi ortak koşmadığı halde ölen kimse inşaallah buna nail olacaktır.” ( Müslim/ İman, Buhari/ Daavat, Tirmizi/ Daavat ( C.Y.493 )
“ Lailahe illallah diyen cennete girer.” İmam-ı Nevevi diyorki : “ Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp (şirk ve ortak koşmayan) şahadette bulunan her müvahhid, ya affedilerek hemen Cennete konulur, ya da gereken cezayı çektikten sonra oraya alınır. Cehennem ateşinin ona haram kılınmasından maksat ise, orada ebediyen kalmayacağıdır.” demiştir
Sevgili Peygamberimiz Miraç’ta göklere yükseldiği zaman. “ Ettehiyyatü lillahi vessalavatü vettayyibat “ Dil ile beden ile mal ile yapılan ibadetlerin hepsi Allahdır O’ndan başkasına ibadet olmaz “ demiş Yüce Allah ta O’nu ( ettehiyyat duasında geçen ) “ ESSELAMÜ AYELKE YA EYYÜHENNEBİYYÜ VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATÜHÜ”(Ey Peygamber! Selam, rahmet ve bereketim senin üzerine olsun )diyerek selamlamıştır. Sevgili Peygamberimiz de bu selam’a “ ESSELAMÜ ALEYNA VE ALA IBADİLLAHİSSALİHİN” ( Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi bizim ve Salih kullarının üzerine olsun ) diyerek karşılık vermiştir. Allah (CC) ile Resulu arasındaki bu selamlaşmaya şahit olan Cebrail de “ EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ VE RASULUHU “ ( Allah’ın varlığına, birliğine ve Hz.Muhammed’in Resulu olduğuna şahadet ederim “ demiştir. İşte Tahiyyat duasının gizli hikmeti budur. Bu bakımdan da “ Namaz Müminin Miracı ve aracısız, Allah’la konuşmasıdır.”

SATUK BUĞRA HAN VE HZ.MUHAMMED

Rivayetlere göre Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Miraç’ta iken peygamberler arasında ak sakallı bir kimseyi görüp, Cebrail’e tanımadığı bu kişinin hangi peygamber olduğunu sordu. Cebrail Alayhisselam da :” O’nun Peygamber olmayıp, Türkistan’ı İslamiyet’e sokacak olan Satuk Buğra Han’ın ruhu olduğunu söyledi. Satuk Buğra Han, tarihte ilk Müslüman Türk Devleti olarak bilinen Karahanlılar Türk devletinin hakanıdır.Mekkeli müşriklerden çok eziyet ve zulüm gören ve henüz sayıları bin dahi olmayan Peygamberimiz ticari faaliyetlerden tanıdığı Türklerin ve onların ülkesi Türkistan’ın Müslüman olacağını duyunca çok sevindi ve Satuk Buğra han ve Türkler için duada bulundu.Miraç dönüşünde bu müjdeyi de ashabına veren Peygamberimiz, ashabın da ya Resulüllah “Keşke biz de o muhterem zatı görseydik “ demeleri üzerine, Sevgili Peygamberimiz dua etmiş ve başlarında Türk külahı olan kırk kişilik bir Türk birliği başlarında Satuk Buğra Han olmak üzere yaklaşmış ve Sevgili Peygamberimizi ve ashabını selamlayarak geçip gitmişlerdir.Bu kırk kişinin arasında Samani Ebu Nasr’ın ruhu da varmış. Rivayetlere göre Samani Ebu Nasr, Türkler arasında İslamiyet’i yaymak amacıyla ticarete başlamış, bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimizi görmüş, Sevgili Peygamberimiz O’na . “ Kalk ya Nasr, Türkistan’ın yolunu tut. Orada Satuk Buğra Han Müslüman olmak için seni bekliyor” demiştir. Bunun üzerine Ebu Nasr, Türkistan’a gelir;

Ebu Nasr ile karşılaşan Satuk Buğra on yaşında iken Müslüman olur, amcası Harun Buğra’nın ölümü üzerine hanlık makamına geçer, miladi 922 yılında gerçekleşen bu olay neticesinde 200 bin çadırlık bir Türk kitlesi topluca Müslüman olur. Yine aynı tarihlerde İtil-Volga dolaylarında yaşayan Bulgar Türkleri, hükümdarları ALMIŞ’ın öncülüğünde 200 binin üzerinde bir aile sayısı ile topluca Müslüman olmuştur. Tarihçiler, bu Müslüman olan ilk Türklerin sabah namazını kaçırırız düşüncesiyle gece uyumadıklarını naklederler.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ PEYGAMBERİMİZ MİRAÇTA BAŞKA NELER GÖRDÜ? (12)
Peygamber Efendimiz Miraç’ta gördüklerini şöyle anlatır:
“ Göğe çıkarıldığım gece Cebrail ( a.s ) gördüm, Allah korkusundan eski kilim gibi titriyordu.” ( Rumuz el Ehadis: 353/6 )
“ Miraç’ta ümmetler bana gösterildi, ümmetimin çokluğu beni sevindirdi. Razı oldun mu? diye bana soruldu. Ben de evet razıyım, dedim. Yetmiş bin kişi hesapsız cennete girecek, denildi. Bunlar kin tutmayan, efsun-büyü ettirmeyeler, Allah (CC)a tevekkül edenler” dendi.
“Miraç’a götürüldüğüm gece cennette yüksek seviyede yapılmış köşkler gördüm. Cebrail’e :
– Bunlar kimin içindir, diye sordum. Cebrail:
“ Öfkesini yenenler ve insanları af edenler içindir.” ( a.g.e. 287/11 )
– “ Karınları şiş kimseler gördüm. Firavun taifesi onları çiğniyorlardı.
-Kim bunlar, dedim. Cebrail:
-Faiz yiyenler, dedi.
Bazısı pislik yiyor, bazıları avret yerlerinde bir yama ile hayvanlar gibi otluyor, bazıları memelerinden, bazıları ayaklarından asılı bir topluluk gördüm:
– Kim bunlar, diye sordum. Cebrail:
– Zina edenler, çocuklarını öldürenlerdir. Dedi.
Kendi etlerini yiyenler, derilerinden kesilip ağızlarına tıkılanlar gördüm.
– Kim bunlar, diye sordum. Cebrail:
– Dedi kodu yapanlar dedi.
* Başları taşla ezilen bir topluluğa rastladım. Başlar eziliyor kısa zamanda tekrar eski haline dönüyor, tekrar eziliyordu.
– Kim bunlar, dedim. Cebrail (as)
– Başları namaz kılmayan kimselerdir, dedi.
Dil ve dudakları kesilen, kısa zamanda iyileşen, tekrar kesilenler gördüm.
– Kim bunlar, dedim. Cebrail (a.s.)
– İnsanları, fitneye çağıran, aralarına fitne sokan-insanların arasını açanlardır, dedi.
Dudakları deve dudağı gibi kimseler vardı. Parça parça et kesiliyor, ağızlarına da ateşten taş koyuyorlar, taşlar dübürlerinden çıkıyordu.
– Kim bunlar, dedim. Cebrail (as):
– Hak yiyenlerdir, dedi.
Bir topluluk gördüm önlerinde sofra vardı. Sofra güzel yemeklerle donatılmıştı, onlar o yemekleri bırakıp pislik yiyorlardı. Kim olduklarını sordum.
– Helal eşlerini bırakıp harama yönelenlerdir, denildi.
Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi şiş idi. Bu şiş karınlar yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışarıdan gözüküyordu. Ben ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? Diye sordum.
– Bunlar faiz yiyenlerdir, dedi. (Kütüb-i sitte: 17/ 264, Rumuz el Ehadis: 15/6)

İSRA VE MİRAÇYAZILARI GECEYİ NASIL DEĞERLENDİRMELİ (13)

Miraç: Yükselmek demek olduğuna göre bu gece derecemizi yükseltecek çok şeyler yapmalıyız. Geceyi tövbe ve istiğfarla geçirmeliyiz. Allah’ı bol bol zikir etmeliyiz. Tefekkür etmeliyiz, yani düşünmeliyiz. Din, tefekkürdür, din vi dini kural, hüküm ve ibadetler akıl sahipleri içindir. Bir dakikalık tefekkür bir gecelik ibadetten makbuldür. Bu gece Allah’ın varlığını, gücünü, kudretini, ölümü, cenneti cehennemi bolca tefekkür edelim.Kaza namazlarımız varsa kılmalıyız. Nafile namaz kılmalıyız. Allah Resulüne bol bol salavat getirmeliyiz. Bu gecenin gündüzünde iyilikte ve ihsanda bulunmalıyız, komşularımızın, aile büyüklerimizin, akrabalarımızın kandillerini kutlamalıyız.

Namaz Kılalım

Namaz,Allah ile kul arasında bir bağdır. Kılınması bağın kuvvet bulmasına, terk edilmesi ise zayıflamasına sebeptir. Bu bakımdan namaz dinin direği sayılmıştır.
Kul, kıyamet gününde Allah’ın huzurunda dünyada yaptıklarının hesabını verirken, Allah’ın hakkı olarak, ilk önce namazdan sorguya çekilecektir.Bunun hesabını verebilirse mutluluğa erecek, diğer hesapları vermek kolaylaşacaktır. Bu husus Peygamber Efendimiz tarafından böyle haber verilmiştir. Bunun içindir ki Peygamberimizin ümmetine son tavsiyesi namaz olmuştur.
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
“ Kul, namaza kalktığı zaman , Allah kendisi ile onun arasındaki perdeyi kaldırır, onunla yüz yüze gelir. Melekler de omuzlarının hizasından itibaren tâ arşa kadar sema boşluğunu doldururlar. Onun namazı ile beraber namaz kılarlar ve onun yaptığı dualara “ amin” derler. Göklerin tam ortasından, namaz kılan kimsenin tepesinden tırnağına kadar rahmet yağar. Allah’ın münadilerinden birisi şöyle bağırır:
Eğer şu münacaat eden kul kiminle münacaat ettiğini bilseydi, gözleri sağa sola kaymazdı. Muhakkak göklerin kapısı namaz kılanlar için açılır. Cenâb-ı Hakk nama kılan kulu ile meleklere karşı iftihar eder.” ( İ.Gazali, İhya 1/ 428 )
İnsan kılmış olduğu namaz ve diğer ibadetleriyle meleklerden de yüce bir
makama ve mertebeye ulaşır. Çünkü her meleğin tespit edilmiş bir derecesi vardır, onların bu dereceleri ne artar ne eksilir. Ama insanoğlu böyle değildir. İnsan ibadetiyle sürekli olarak yükselir ve Cenâb-ı Hak’ka yaklaşır.

Nafile Namazın Önemi

Kıyamet günü Cenabı Allah, “getirin bakalım kulumun farz namazlarını” farz namazlar eksik çıkınca “farzların yerine varsa nafile-sünnet namazları sayın” diyecek bu bakımdan sünnet ve nafile namazları kılmaya bilhassa sünnetleri kılmaya azami dikkat gösterelim. Ebu Hureyre bir hadiste : “ Allah’ın Farz ibadetlerle kulum azaptan kurtuldu. Nafile ibadetlerle de kulum bana yaklaştı “ dediğini nakletmiştir. ( İ.Gazali, ihya 1.cilt,433 )
Namaz, her bakımdan insanın temizlenmesine vesile olur. Çünkü namaz kılmak için insanın hem bedeninin, hem elbiselerinin hem de namaz kılacağı yerin temiz olması gerekir.İki namaz arasında kirlenen ruhlar ancak namaz ile temizlenir.Namazın bir gün boyunca değişik vakitlerde kılınmasının hikmeti; bu vakitler arasında işlenen günahlara keffaret olması içindir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: ” Her hangi birinizin kapısının önünde nehir bulunup da o kimse o nehirde günde beş defa yıkansa o kimsede kirden bir eser kalır mı? Namazda böyledir. Namaz kılan insanda da günah diye bir şey kalmaz. Kılınan namazın hatırına Allah Teâla o günkü günahların tamamını siler.”

Hacet Namazı

Miraç gecesinde Yatsı namazından sonra 12 rek’at Hâcet namazı kılınır. Her rek’atta Fatihadan sonra 10 ihlası şerife okunur.
Namazdan sonra 4 fatiha, 100 defa “Sübhanallahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyilazîm”
100 defa estağfirullah el azîm, 100 defa salevâti şerife okunup dua edilir.

İSRA VE MİRAÇYAZILARI / HİKMETİN BAŞI ALLAH KORKUSUDUR
TEFEKKÜR (14)

Tefekkür, ”düşünmek “ demektir. Tefekkür mâna alemine açılan öyle bir penceredir ki; enbiyalar ve Allah’ın veli kuları hep bu pencereden ilahi sırları seyre dalmışlar ve mana aleminde büyük mesafe almışlardır.
Hz.Aişe validemiz anlatıyor:
Resulullah (S.A.V.) namaz kılıyor ve ağlıyordu. Namazdan sonra:
Niçin ağlıyorsun ya Resulallah? Dedim. Buyurdular ki:
Hakikat göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ( ve uzayıp kısalmasında ) temiz akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır” ( Ali imran 189 ) Bundan sonra:
Bu ayeti kerimeyi okuyup tefekkür etmeyene yazıklar olsun” buyurdular.
Bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)
“ Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayın “( et- Tacterc. Cilt:1/582 Tirmizi ve Nesai’den ) İşte tasavvufun temel taşlarından birisini oluşturan “ Tefekkürül mevt- Rabıta-ı mevt “ yani ölümü düşünmek, yıkandığını, teneşir üzerine koyulduğunu, cenaze namazının kılındığını, kabire konulduğunu düşünmek insanı Allah ve Resulüne yakıştırır. Hayatımıza bambaşka bir anlam ve tad katar.
Cenâb-ı Hak Kur’an’da sıs sık bizi tefekküre yani düşünmeye davet eder, dinin emirleri zaten akıl sahiplerinedir. Deliler, akıl sahipleri ve mecnunlar dini emir ve yasaklardan ve hesap gününden muaftırlar. İşte Kur’an’dan bazı ayetler:
“(Allah) onunla ( su ile ) sizin için ekin (ler ), zeytin(ler), hurma ağaçları, üzümler ve meyve ağaçları, üzümler ve meyvelerin her birinden ( nice rızıklar ) bitiriyor. Bunların her birinde tefekkür edecek bir zümre için elbette birer ayet vardır.” ( Nahl 11 )
“ Geceyi, gündüzü, güneşi ayı siz(in hizmetiniz)e O raam etti. Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Bunların her birinde aklını kullanacak bir zümre için elbette ayetler vardır.”( Nanl 12 )
“ O gökleri, o yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O’nun ( Yani Allah’ın ) ayetlerindendir. ( varlığını, gücünü, kudretini gösteren delillerindendir.) Hakikat bunlarda düşünenler için ibretler vardır.”( Er Rum/ 22 )
Sevgili Peygamberimiz:
“ Gözlerinize ibadetten pay ayırınız “ buyuruyor. Bunu nasıl yapalım dediklerinde:
“Kur’an-ı Kerim sayfalarını okumakla, onu tefekkür etmekle ve ondaki akıllara durgunluk veren hallerden ibret almakla “ buyurdular.

Bakmakla, görmek arasındaki farkı idrak etmemiz ve aleme bakmakla yetinmeyip onu görmek lazımdır. Okumak bir bakıma görmek, görmek ise bilmeyi ve anlamayı gerektirir. Onun için “ okumak “ tan mana kitab-ı ekber ( en büyük kitap ) olan kainatı okumak, görmek, anlamak ve tefekkür etmek, oradan Allah’a varmak ve ulaşmak demektir.Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle: “Bir dakikalık tefekkür, bir gecelik ibadetten hayırlıdır.” Onun için bu gecede ve her gün ve gecede mutlaka tefekkür edelim.
İSRA VE MİRAÇYAZILARI /ALLAH RIZASI İÇİN BİR DAMLA GÖZYAŞI (15)

Yüce Allah Enfal Suresi 2. ayette şöyle buyuruyor: “ İNNEMEL MÜ’MİNÛNE LLEZİNE İZÂ ZÜKİRALLÂHÜ VECİLET GULÛBÜHÜM VE İZÂ TÜLİYET ALEYHİM ÊYÊTÜHÜ ZÂDETHÜM ÎMÂNEN VE ALÂ RABBİHİM YETEVEKKELÛNE* ( ENFAL / 2 ) ” Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine güvenip dayanan kimselerdir.”
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
“- Kulun vücudu, Allah korkusu ile ürperdiği zaman, yaprakları dökülen ağaç gibi günahlardan sıyrılır.” (İmam-ı Gazali, Mükaşefet’ül Kulûb-Kalplerin Keşfi sayfa:14)
Yine rivayetlere göre Peygamber Efendimiz demiştir ki:
“Ulu Allah şöyle buyuruyor:Şu iki korku ile iki günü aynı kulumda bir araya getirmem. Dünyada benden korkanın Ahiretini emin kılarım. Buna karşılık dünyada iken benim korkumu yüreğinde taşımayanları Kıyamet gününde de korkuya düşürürüm.” ( İ.Gazali, 16 )
Ulu Allah şöyle buyuruyor:
“ Felâ tehşevunnâse vehşevnî “” İnsanlardan değil benden korkunuz.” ( Maide/44)
Diğer bir ayette de şöyle buyurulur:
”Felâ tehâfühüm vehâfûni in küntüm mü’minîne ”Eğer müminseniz onlardan değil, benden korkunuz.”Al-i İmran 175 )
Hazreti Ömer Kur’an’dan bir ayet indiği zaman yere baygın düşerdi. Bir gün eline bir saman kırıntısı alarak şöyle dedi.” Keşke ben de bir saman kırıntısı olsaydım, adı anılmaya değer bir şey olmasaydım. Keşke anam beni doğurmamış olsaydı.”
O çok ağlardı,hüngür hüngür yaş dökerdi. Bu yüzden yanaklarından süzülen yaşların bıraktığı iki siyah iz her zaman yüzünde görülürdü.

Allah Rızası İçin Bir Damla Göz Yaşı

Peygamberimiz (sav) buyurdu ki:
“-Sağılan süt memeye dönmedikçe Allah korkusu ile ağlayan kimse de cehenneme girmez “
Rivayet edilir ki, Kıyamet günü bir kul Allah katına çıkılacak ve günahların ağır bastığı görülerek cehenneme atılması emredilecektir. Bu sırada kirpiklerinden bir tel dile gelerek şöyle diyecektir: Ey Rabbim! Senin Resulün Muhammad “Kim Allah korkusu ile ağlarsa Allah onun yaş döken gözlerini cehenneme haram kılar “ diye bildirdi. Ben senin korkundan ağlamıştım.
Bunun üzerine dünyada Allah korkusu ile ağlayan bir kirpik teli sayesinde adam affedilecektir. Cebrail (AS) “ Falan oğlu filan bir tel kirpik sayesinde kurtuldu “ diyerek bu durumu ilan edecektir.”( İ.Gazali, a.g.e./17 )
Rivayet edilir ki Kıyamet günü cehennem ortaya çıkınca öylesine kükreyecek ki, bütün ümmetler dehşetinden diz üstü kapaklanacaklardır. Nitekim Ulu Allah (C.C) buyuruyor ki:
“ VE TERÂ KÜLLE ÜMMETİN CÂSİYETEN KÜLLE ÜMMETİN TED’Â İLÂ KİTÂBİHÊ . EL YEVME TÜCZEVNE MÂ KÜNTÜM TA’LEMÛNE*” (Casiye/28 )

“… Ve sen her ümmeti diz üstü çökmüş ( ne olacağını endişe ile bekler ) görürsün. Her ümmet amel defterini almaya çağrılır.”
İnsanlar cehenneme yaklaştırıldıklarında onun öfke ve kükreyişini duyacaklar, bu kükreyiş beş yüz yıllık mesafeden duyulacaktır.
O zaman peygamberler dahil her kes kendi derdine düşerek “ ben ne olacağım, ben ne olacağım” diyecektir. Yalnız Peygamberlerin Ulusu-Büyüğü olan Hz.Muhammed (A.S.) müstesna, O “ ümmetim ne olacak, ümmetim ne olacak “ diyecektir.
O sırada cehennemden dağlar gibi bir ateş kütlesi çıkacaktır. Peygamberimizin (SAV) ümmeti “ Ey ateş kütlesi! Namaz kılanlar, doğruluktan ayrılmayanlar, Allah’tan korkanlar ve oruç tutanlar hakkı için geri dönermisin “ diye yalvararak ateşi geldiği yere göndermeye çalışacaklar, fakat ateş geri dönmeyecektir.
Bu sırada Cebrail’in (AS) “ ateş kütlesi Muhammed’in ümmeti üzerine yöneldi “ diye seslendiği duyulacaktır. Bunun üzerine Cebrail, bir bardak su getirerek Peygamberimize uzatacak ve “ ey Allah’ın Resulü! Bunu al, ateşin üzerine at “ diyecektir. Peygamberimiz
“ bu su nedir? ” diye soracak ve Cebrail’den (AS) şu cevabı alacaktır: “ Bu senin ümmetinin, Allah korkusu ile ağlayan günahkarların gözyaşıdır. Şimdi ateşin üzerine serpip onu Allah’ın izni ile söndüresin diye sana getirme emri aldım “ Sevgili Peygamberimiz (SAV) Cebrail’den aldığı bardağı ateşin üzerine boşaltır boşaltmaz ateş sönecektir.” (İ.Gazali,a.g.e. 18 )
Evet! Bu gecede bol bol göz yaşı dökelim, dökülen bu yaşlar günahlarımıza keffaret olacak, Cebrail aleyhisselamın getirdiği göz yaşları gibi cehennem ateşinin sönmesine inşallah vesile olacaktır.

Miraç ile Sevgili Peygamberimizi yücelten ve mükafatlandıran Yüce Rabbimiz, inşallah sevgili Peygamberimizin ve miraç gecesinin yüzü suyu hürmetine milletimizi ve bütün Müslümanları sıkıntılardan, belalardan kurtarır ve mükafatlandırır.
Amin..Velhamdü lillahi Rabbil alemin….

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER